21 Mart 2013 Perşembe

Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji

Ekoloji Kolektifi, Özgür Üniversite tarafından düzenlenen 2013 Bahar Dönemi Seminerleri bünyesinde, "Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji" konulu seminerler gerçekleştirecek.

İstanbul Özgür Üniversite'de (http://www.ozguruniversite.org/), 27 mart'ta başlayacak 1 Mayıs hariç her Çarşamba gerçekleşecek 'Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji' başlıklı seminerlerin programı şöyle


YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA KOMÜN, DEVRİM, EKOLOJİ

Gözün gördüğü, bedenin dokunduğu mesafeler daralıyor. Yirminci yüzyıl devrimcisi için hedef netti, işçi sınıfı proletaryanın iktidarını toplumsallaştıracaktı ve sarp ve uzun bir yoldan bunu yapabilirdi. Yirmi birinci yüz yıl devrimleri ise hala iktidarı toplumsallaştırmak, onu sönümlendirmek için çabalıyor. Ama artık, iklim değişikliği, gıda krizi, yok olan suların altında özgürlükçü bir dünya hayaliyle didinerek bunu yapmaya çalışıyor. Yapacak şeyler için ise vakit yok, ama ne olacaksa hemen yapmalı. Bunu bir acelecilikle değil; toplumsal praksisin dehlizlerine dalarak yapmalı. Özgürleşme ve eşitlik pratikleri arasında ard sıralılık kovalamadan, eş anlı bir dönüşüm için, burjuva değerlerinin içinde hayatı dönüştürmeye çalıştığımızı bilerek yol alıyoruz. Bunun için ekososyalistlerin mücadelesi ne bir başlangıç, ne bir son. Ekolojik krizin kuşatıcılığı sadece dünyanın biyolojik düzeniyle ilgili bir kargaşa yaratmıyor. Bu kaos ortamı içinde, tüm canlılarla dayanışma, türlerin ve cinslerin eşitsizliklerinin ötesine geçen bir eşitlik talebi, yıkıcı bir politikanın imkanları üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Bunun için yukarıdan ve üstten siyaset üretmenin tekilliği ve iktidarı karşısında, yeryüzünün ayaklarını hisseden bir çoğulluğa ihtiyacımız var. Bu çoğulluğun acımasız bir teknisyenlik siyaseti olmadığını hissediyoruz. Yeni bir toplum mühendisliğine soyunmak, gündelik siyasete laf üretmek değil derdimiz. Gündeliği yıkıcı kılarken insanlık tarihinin tüm sıkışmasını içimizde taşıyoruz. Bu taşkın halinin yaratacağı felsefi, politik olanaklar toplumsal sorumluluklar kadar kişisel sorumluluklar yüklüyor. Akıl hocası değiliz hayatın. Ekolojik yıkımın sonuçlarıyız ve tüm sonuçları berhava etmek demek aynı zamanda var olma biçimimiz olan bu sistematik yıkıcılığımızla da hesaplaşmayı gerektiriyor. Bu gereklilik, dostluğu, dayanışmayı ve ortaklaşmayı üretecek derinliklere inmek demektir. Bunun için tüm bir seminer programı boyunca bir yandan toplumsallığımızla hesaplaşırken yeni bir dünya arayışının pratikleri içinde nasıl var olmaya çalıştığımızı da işaret ederek gündelik ve siyasal mücadelenin neresinde durmaya çalıştığımızı katılımcılarla birlikte anlamak ve dünyayı değiştirmek istiyoruz.

Program

1. Ekososyalizm ve Ekolojik Devrim:
Hande Atay - Stefo Benlisoy -  27 Mart

2. Ekolojik Kriz Karşısında Yeni Bir Hukuk Aramak :Ilgın Özkaya Özlüer - Alp Tekin Ocak - 3 Nisan

3.  Yeşil Kapitalizme Yanıtlar:Planlı Ekonomik Küçülme:
Ethemcan Turhan  - 10 Nisan 

4. Ekoloji Mücadelesinde Sınıfsal Dönüşüm: Özneler, Yapılar ve Hareketler: Fevzi Özlüer - Cömert Uygar Erdem  - 17 Nisan

5.  Toprak Gaspı, Gıda ve İklim Krizine Karşı Gıda Egemenliği:Olcay Bingöl - Arca Atay- 24 Nisan
6. Ekolojik Yıkımın Kent Hali:Hatice Kurşuncu - Gökhan Bilgihan - 8 Mayıs

7. Kır ve Kentte Kadın:Ecehan Balta - Bengi Akbulut- 15 Mayıs

8. Kapitalistleştirme Ekseninde Enerji Krizi ve Türkiye'de Su Mücadelesi:Emre Baturay Altınok - Yakup Okumuşoğlu - Bora Sarıca - 22 Mayıs

9. İklim Değişikliği, Yeni Devrimler ve İklim Adaleti:Stefo Benlisoy - Fevzi Özlüer- 29 Mayıs
  

18 Mart 2013 Pazartesi

Panel: GDO Karşıtı Siyaset


                    

MARMARA ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER 
                    ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ
Çarşamba Toplantıları
“Yerel Tohum Canavar Domatese Karşı: GDO Karşıtı Siyaset”
Moderatör
Baran Alp Uncu
Dr., Marmara üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.
Panelistler
Barış Gençer BAYKAN
‘‘Türkiye’de GDO’lar ve Toplumsal Muhalefet’’
Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Betam & Avrupa Birliği Bölümü.

Tarık Nejat DİNÇ
‘‘ GDO’yu Neden Yemezler?’’
Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.

Zeynep KIVILCIM
“Cartagena Protokolü ve Türkiye Biogüvenlik Mevzuatı”
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
                                                                                             
Tarih: 20 Mart 2013, Çarşamba.
Saat: 14:30
Yer: Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, Marmara Üniversitesi, Anadolu Hisarı Kampüsü/Beykoz
 Konuşma Türkçe yapılacaktır.



17 Mart 2013 Pazar

Dereler göllerle buluşamazsa


Burdur Gölü
Türkiye’nin dereleri ve gölleri yanlış tarım ve su politikaları yüzünden yok oluşla karşı karşıya. HES’lerle dereleri, barajlarla da gölleri kurutuyorlar. Bunun örneklerinden biri de Türkiye'nin yedinci en büyük  gölü ve üçüncü en büyük tuzlu gölü olan Burdur Gölü. Isparta ve Burdur illeri sınırları içerisinde yer alan göl son 35 yılda sahip olduğu suyun yaklaşık üçte birini kaybetti. DSİ 182. Şube Müdürlüğü'nün rakamlarına göre gölün hacmi 1975'te 226 km2'den 150 km2'ye geriledi. Gölü besleyen akarsuların üzerine kurulan barajlar ve göletler, bu akarsuların Burdur Gölü'ne ulaşmasını engelliyor. Göl çevresinde açılan çok sayıda sondaj kuyusu da gölü besleyen yeraltı sularının azalmasına yol açıyor. Burdur gölü çevresinde yaşayan insanlar da dahil tüm canlıların yaşamı gölün varlığı sürdürmesine bağlı. Doğa Derneği bilim koordinatörü Süreyya İsfendiyaroğlu'nun aktardığına göre  gölde su seviyesinin düsmesi türleri etkiliyor. Göl eskisi kadar sağlıklı değil ve 15-20 yıl öncesinin türlerini besleyemiyor. Sülfür zengin, bor minerali barındıran gölün su seviyesinin düşmesi minerallerin değişimini getiriyor ve türler etkileniyor. Küresel ölçekte nesli tehlikede olan dikkuyruk popülasyonunun yaklaşık %80'i kışlamak için Burdur Gölü'nü kullanıyor. Burdur dişli sazancığı dünyada sadece Burdur Gölü'nde yaşıyor. Göl bir Ramsar Alanı, Doğal Sit Alanı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası. Tüm bu koruma statülerine dair merkezi ve yanlış su politikalarına feda ediliyor. Gölün kuruması türler kadar yöredeki tarımı da etkileyecek. Burdur'un nüfusunun % 60'ı tarımla uğraşıyor. Buğday ve arpa önemli ürünler, son yıllarda da meyvecilik gelişiyor. Öte yandan bölgenin yapısına uygun kuru tarımdan sulu tarıma geçişin (aynısı Konya için de geçerli) devlet eliyle teşvik edilmesi de gölü besleyen suların azalmasına yol açmış. Burdur Gölü kurursa 
Dikkuyruk
yörede iklim değişir. Nem azalır, yağışlar düzensizleşir, gece sıcaklıkları düşer, don olayları daha sık görülmeye başlanır. İklimin karasallaşması bölgedeki tarım ve hayvancılığa zarar verecek. Doğa Derneği alan koruma sorumlusu Okan Ülker, 80li yıllarda yöre halkının göl ile ilişkisinin koptuğunu, bunun da büyük oranda o dönem faaliyette olan SEKA ve şeker pancarı fabrikalarını gölü kirletmesinden kaynakladığını belirtiyor. Atık artırma tesislerinin devreye girmesinden sonra kirlilik önemli oranda azaldığını söyleyen Ülker halkın göl ile ilişkisini tekrar canlandırmak gerektiğini ve bunun su sporlarını geliştirerek yapılabileceğini ifade ediyor.  Gölün kuruması halk sağlığı açısından da tehlikelere yol açabilir. Göl aynası altından açığa çıkacak birikmiş maddeler rüzgarla taşınarak toz bulutlarına dönüşebilir, yani rüzgar erozyonu yaşanabilir. Toz bulutları, hakim rüzgar yönü doğrultusunda tarım alanları üzerinde yığılarak tarımsal verimliliği düşürebileceği gibi köylerd ve Burdur kent merkezinde yaşayanlarda üst solunum yolu rahatsızlıklarının artmasına yol açabililir. 1970'li yıllarda Antalya Elmalı'da bulunan Karagöl ve Avlan Gölü'nün kurutulmasıyla yaşanan ekolojik ve tarımsal tahribat ile Konya'da bulunan Ereğli Sazlıkları'nın kurutulması (1950-1983) sonucu başlayan rüzgar erozyonu Burdur Gölü için ders çıkarılabilecek örnekler. 

Dereler Burdur Gölü'ne özgürce aksın 



16 Mart 2013 Cumartesi günü Ankara, İstanbul, Urfa, İzmir ve Antalya'dan doğaseverler Doğa Derneği ve Atlas Dergisi ile birlikte Burdur'da Cumhuriyet Meydanı'nda buluştular. Burdur Gölü'nün yanlış tarım ve su politikaları sonucu ekolojik işlevini yitireceğine dikkat çekip gölün su hakkını vurguladılar. Bölgede inşa edilen irili ufaklı 23 baraj ve göletin, derelerin Burdur Gölü'ne ulaşmasını engellendiği söyleyen doğa korumacılar derelerin göl ile buluşmasını simgeleyen dev bir koreografi gerçekleştirdiler. Burdur Cumhuriyet Caddesi'nde Burdur Gölü ve çevresindeki dereleri (Borçay, Ulupınar, Bayındır, Kurna ve Çerçin) simgeleyen mavi bir kumaş taşınarak bir insan zinciri oluşturdu. İl dışından gelen doğa severler dereleri simgeleyen kumaşları, Burdurluların taşıdığı göl ile buluşturdular. "Burdur cennet olur dereler göle aksa" ve “Göl yoksa Burdur da yok, göl yoksa ürün de yok, göl yoksa hayat da yok” sloganları da etkinliğe eşlik etti. 2008-2012 yılları için hazırlanan Burdur Gölü Yönetim Planı'nda gölün hidrolojik seviyesinin dengelenmesi yer alıyordu fakat yapılan barajlarla ve yanlış sulama politikalarıyla gölün derelerce ve yeraltı kaynaklarınca beslenmesine engel oldular. Yönetim planının revizyonunun yapılacağı bugünlerde yapılan bu eylem ile gölün ihtiyacı olan suyun barajlardan nasıl bırakılacağı karara bağlanması bir talep olarak öne çıkıyor. Yerel yöneticiler, kurumlar ve milletvekilleri gölün kuruması tehlikesinin ve bunun altından yatan nedenlerin farkındayken DSİ'nin merkezi planlarında Burdurluların sesine kulak vermesi gerekiyor.
Burdur Cumhuriyet Meydanı

Cumhuriyet Meydanı'ndaki koreografiden sonra Cumhuriyet Parkı'nda Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz ile Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü basın açıklaması yaptılar. Yılmaz, Burdur Gölü kuruduğunda yöred yaşamın ve tarımın devam etmesinin zor olduğuna vurgu yaptı ve "Göl son 35 yılda üçte birini kaybetti, su seviyesi 12 metre düştü. Gölün kurumasının sebepleri, gölü besleyen yer üstü sularının baraj ve göletlerde tutulması, yer altı sularının ise sondaj kuyularıyla aşırı miktarlarda çekilmesi" dedi. Hemşehrilerine seslenen Ezgü ise Burdur Gölü'nde yüzme öğrendiğini ve çocukluğunu geçirdiğini, şimdi ise can çekişen bir göl görmekten üzgün olduğunu belirtti. "Doğa bir zincirdir, bunun bir halkası koparsa zincir dağılır. Burdur'da göl biterse yaşam biter. Zincirden halkalar biterse biz biteriz. Burdurlular biter " diyen Ezgü planlamaların çok dikkatli yapılması gerektiğini vurguladı.




11 Mart 2013 Pazartesi

Galata'da nükleere karşı insan zinciri

 Fukuşima nükleer faciasının 2yıl dönümü nedeniyle bir araya gelen nükleer karşıtları Galata Köprüsü'nde buluşarak insan zinciri yaptı.İstanbul Nükleer Karşıtı Platform'un basın açıklamasını izleyebilirsiniz.

8 Mart 2013 Cuma

Galata Köprüsü'nde nükleere karşı insan zinciri


Nükleere Karşı İnsan Zinciri
Fukuşima‘nın ikinci yılında İstanbul’da Galata Köprüsü’nde insan zinciri yapıyoruz.
Galata Köprüsü’nden hükümete sesleniyoruz: Halk istemezse nükleer santral yapamazsın! Türkiye’nin en güzel kıyılarının nükleer atık deposuna çevrilmesine izin vermeyeceğiz.
Ne Mersin Akkuyu’da, ne de Sinop Akliman’da nükleere santral istemiyoruz!
Gelin siz de nükleere karşı sesinizi yükseltin. Gelecek nesillerin radyoaktif topraklarda yaşamasına izin vermeyin. Deprem kuşağındaki ülkemizde nükleer santrallerin kurulmasına izin vermeyin. Bu ülkede Çernobil, Fukuşima benzeri kazalar olmasın.
Nükleere karşı insan zincirinde siz de yer alın. Komşunuzu, eşinizi, dostunuzu, çocuklarınızı ve torunlarınızı alın gelin. El ele verirsek yine durdururuz.
Nükleere Hayır!
Tarih : 10 Mart 2013 (Pazar günü) Saat : 12:00 Yer : Galata Köprüsü

Çevre için önemli günler

2 Şubat: Dünya Sulak Alanlar Günü

21 Mart: Dünya Ormancılar Günü

22 Mart: Dünya Su Günü

23 Mart: Dünya Meteoroloji Günü

22 Nisan: Dünya Toprak Ana Günü

11-12 Mayıs: Dünya Göçmen Kuşlar Günü

14 Mayıs: Dünya Çiftçiler Günü

15 Mayıs: Dünya İklim Günü

22 Mayıs: Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü

5 Haziran: Dünya Çevre Günü

8 Haziran: Dünya Okyanus Günü

15 Haziran:Dünya Rüzgar Günü

17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü

11 Temmuz: Dünya Nüfus Günü

29 Ağustos: Nükleer Denemelere Karşı Uluslararası Gün

21 Eylül Dünya Parklar Günü

22 Eylül: Dünya Arabasız Günü

1 Ekim: Dünya Habitat Günü

4 Ekim: Hayvanları Koruma Günü

16 Ekim: Dünya Gıda Günü

21 Kasım: Dünya Balıkçılık Günü

11 Aralık: Uluslararası Dağ Günü

1 Mart 2013 Cuma

Bir çevre mücadelesi nasıl başarılı olur?


Dönüp dolaşıp bunu tartışıyoruz. Hangi savlarla, neyi hedefleyerek, hangi araçları kullanarak ve kimlerle ittifak yaparak başarılı olur bir çevre mücadelesi? Maalesef her toplumsal sorunda olduğu gibi burada da tek bir cevap ya da derdimize derman olacak tek bir reçete yok. Uzak ve yakın tarihimizde, dünyada ve Türkiye’de onlarca başarı/kazanım hikayesi var. Doğa tahribatının durdurulduğu, alternatif ve sürdürülebilir seçeneklerin hayata geçtiği veya toplumun/toplumun bir kesiminin bakış açısının değiştiği zamanlardan bahsedebiliriz.

Bir çevre mücadelesinin ne kadar yaygınlaştığını çeşitli yollarla ölçebiliriz. Kamuoyu anketlerinde çevre mücadelesine desteğin oranı, sokak eylemlerine katılanların sayısı, mücadelenin coğrafi yaygınlığı, siyasi elitten gelen destekler, farklı katmanların mücadeleye sunduğu imkanların artması, medyadaki görünürlülük vb. Son zamanlarda ise online (çevirimiçi) imza kampanyası platformlarının artması (Change.org / imza.la/  imzakampanya.com) ve çevre örgütlerinin kendi imza kampanyalarını yürütmeye başlamaları ile birlikte “imza sayısı” da önemli bir gösterge haline gelmeye başladı. İmza kampanyaları yeni tartışmaları tetikleyecek gibi duruyor çünkü özellikle Change.org’un Türkiye’de faaliyete başlaması ve bir kısım toplumsal mücadelenin online kamapanyacılığın metodlarını da benimsemesi ilgiyi bu alana çevirdi. Blogda yazdığım bir yazıda kurumsal imza kampanyalarından bireysele, matbu kampanyalardan da çevrimiçi kampanayalara geçişin söz konusu olduğu iddia etmiştim. Change.org  Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü  Dr. Uygar Özesmi ile imza kampanya platformu hakkında bir söyleşi yapmış ve değişimin online aktivizm ile gelip gelmeyeceğini konuşmuştuk. Gündüz Vassaf Radikal’de yazdığı son yazısında  saniyelik imza eylemlerinin yurttaşları edilgenliğe ittiğini öne sürüyor.  Öte yandan da toplumsal hareketler ve iletişim alanındaki metodolojiler de sosyal medyayı da analizlerine nasıl dahil edeceklerini tartışıyor. Örneğin Thorson ve arkadaşlarının Information, Communication and Society dergisinde 2013 başında yayınladıkları makalede Occupy hareketi ile ilgili olarak Youtube ve Twitter’da ne tür bilgi ve videoların nasıl dolaşıma girdiğini araştırmış.

Sözü  Hayvan Hakları Yasası ve Tabiatı Koruma Yasası’na karşı verilen mücadelelerinin karşılaştırılmasına getirecektim ama giriş fazla uzadı. Yazının devamı bu konu üzerine olacak.


26 Şubat 2013 Salı

Çevrecilerin tezlerine nasıl karşı durabilirsiniz? 15 örnek


1) Yavaş şehirler alternatif bir kalkınma modeli oluşturabilir / Ölçek çok küçük, genele yayılamaz,sembolik kalmaya mahkum

2) Bakkaldan plastik poşet almasak daha iyi olur. / Ben almasam bile zaten üretiliyor, bez torbaların da çevreye maliyeti var.

3) Organik pazarlar çoğalıyor. / Ben organik sertifikaya güvenmiyorum, ne malum üreticilerin ilaç koymadıkları

4) İşe bisikletle gidilebilir / Büyük şehirlerin trafiği buna izin vermez, arkadaşıma araba çarptı geçenlerde.

5) Almanya’da yenilenebilir enerjide aldı başını gidiyor/ Gider tabii, teknoloji onlarda. Biz onların seviyesine gelemeyiz

6) İklim değişikliği yaşamı tehdit ediyor/ Ben görmem herhalde

7) Enerji tasarrufunu ve verimliliğini önemsemeliyiz/ İnsan cebinden ne kadar çıktığına bakar.

8) Çevre konuları yaşamsal / Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çevre gündeme gelmez. Önce insanların karnı doyacak, işi olacak.

9) Nükleer santral yapmanın ekonomik bir mantığı yok/ Konu enerji değil bölgesel güç olma

10) Güneş rüzgar bize yeter / Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen enerji depolanamıyor, verimli değil.

11) GDO’lar doğaya ve insana zararlı / 7 milyar nüfusu nasıl besleyeceksin?

12) Çevre konusu medyada çok az yer alıyor / İşssizlik, terör gibi gündemler varken  insanlar çevre haberi okumak istemez.

13) Çevre örgütleri doğayı korumaya çalışıyorlar / Kaç kişi üye ki? Olanlar da eğitimli kesim

14) 24 cm altında lüfer satın almamalı / Entelektüeller rakı keyifleri için lüferi seçmişler

15) Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarı tabiatı korumayacak/ İsmi öyle demiyor ama.

Örnekler elbette çoğaltılabilir.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Tabiatı Koruma Kanun Tasarısı TBMM Gündemi’nden Geri Çekilsin


Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na karşı Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin başlattığı imza kampanyasına katılan yaklaşık 30.000 kişi, Kanun Tasarısı’nın TBMM Gündemi’nden geri çekilmesini talep ediyor.

Getirdiği düzenlemelerle doğayı korumaktan çok kullanmayı amaçlayan, Doğal Sitleri kaldıran, üstün kamu yararı gerekçesiyle mevcut korunan alanların yatırıma açılmasına olanak tanıyan, korunan alanların ilanında ve yönetiminde Bakanlık dışında hiçbir kişi ve kuruma söz hakkı tanımayan ve katılımcılıktan uzak bir anlayışıyla hazırlanan Kanun Tasarısı, Türkiye’nin doğasını tehdit ediyor.

Çevre ve doğa koruma konusunda çalışan 86 sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulan Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, ülkemizde biyolojik çeşitliliğin ve doğanın daha etkili korunması için kurumsal ve yasal çerçeve oluşturmak amacını taşıyan Kanun Tasarısı’nın yaklaşık 10 yıldır hazırlanmakta olduğuna ve süreç içerisinde beş kez değiştirildiğine dikkat çekiyor. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle TBMM’den geçmesi durumunda, ülkemizdeki ormanların, sulak alanların, kıyıların ve bütün diğer doğal alanların geri dönüşü olmayacak tahribatlara karşı savunmasız kalacağından büyük endişe duyduğunu belirtiyor. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi tarafından change.org üzerinde dağcı, fotoğrafçı ve gezgin Nasuh Mahruki’nin çağrısıyla başlatılan imza kampanyasına, bir hafta içinde Türkiye’nin dört bir yanından yaklaşık 30.000 kişi katıldı.
Konuyla ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini dikkate almadan ve katılımcılıktan uzak bir anlayışla hazırlanan Kanun Tasarısı, ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanları yeniden değerlendirecek. Doğaseverler, yeniden değerlendirme sürecinde birçok alanın mevcut koruma statüsünü kaybedeceğinden kaygı duyuyor. Bununla birlikte, Kanun Tasarısı “Doğal Sit” statüsünü ortadan kaldırıyor. Kanun Tasarısı’nda bahsi geçen “üstün kamu yararı” ifadesi ise tartışmalı bir konu olarak değerlendiriliyor. Tasarı, üstün kamu yararı gerekçesiyle korunan alanların yatırıma açılabileceğini belirtiyor. “Üstün kamu yararı” ise açıkça tanımlanmamış durumda. Bu durumda, örneğin otoyol, enerji yatırımı ya da sanayi tesisinin bir milli park içerisinde veya milli parkı doğrudan etkileyecek bir bölgede, üstün kamu yararı gerekçe gösterilerek yapılması mümkün olabilecek. Bütün bu sakıncalarının yanı sıra Kanun Tasarısı, Milli Parklar Kanunu’nu yürürlükten kaldırıyor. Ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemeler arasında yer alan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması, zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir.
Change.org/tabiatkanunu
Twitter: @tabiatkanunu
Facebook: Facebook/TabiatKanunuİzlemeGirisimi
Bilgi için: Tabiat Kanunu İzleme Girişimi Sözcüsü Hüsrev Özkara 0533 394 47 11

14 Şubat 2013 Perşembe

Ne olacak bu iklimin hali? Küresel ve Yerel Perspektifler


Teknorama Simit ve Teknoloji Sohbeti - 5

Konu: Ne olacak bu iklimin hali?  Küresel ve Yerel Perspektifler
Tarih: 17 Şubat 2013, Pazar
Yer: Bahçeşehir Üniversitesi, Fazıl Say Konferans Salonu
Konuşmacılar:
         Prof. Dr. Nüzhet Dalfes (İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü)
         Doç. Dr. Ali Kerem Saysel  (Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü)
Program:
09.30 Çay, Simit ve Kaşar (Fuaye'de)
10.30-13.00 Konuşma ve Tartışma ( Fazıl Say Konferans Salonu)
Organizasyon açısından toplantıya katılım teyitlerinizi en geç 14 Şubat 2013 tarihine kadar talat.ciftci@bahcesehir.edu.tr  adresine bildirmenizi rica ediyoruz.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...