28 Eylül 2011 Çarşamba

Kitap: Rüzgarın Hikayesi

Yeni İnsan Yayınevi'nin bültenidir.

Metin Atamer, rüzgar enerjisi alanında Türkiye'nin en önemli isimlerinden biridir.

Oğlu'nun isteğiyle, tutkuyla bağlı olduğu ülkesini, temiz ve yenilenebilir enerji üreten bir ülke haline getirmeye karar verdi. Akdeniz'i, Ege'si, Kuzey'i, Güney'i güneş ve rüzgar potansiyeli ile iştah kabartan memleketinde bir tane bile rüzgar türbini dönmüyordu. Fosil yakıtların atmosferi ne kadar kirlettiğinin daha tartışmalı olduğu yıllarda, bir mucizeyi andıran rüzgar enerjisine yöneldi.

Çok geçmeden asıl mucizenin, bu ülkedeki bürokrasiyi, dar kafalılığı ve at gözlüklüleri geçmek olduğunu anladı. Ama bu güruh Atamer'in daha Talas yıllarından edindiği inatçılığı ve memleket sevdasını bilmiyordu.

Elinizdeki kitap bu mucizeyi anlatıyor.

Rüzgar zaman zaman sert esip fırtınalar yaratırken, kimi zaman meltem olup serinletirken, artık elektrik olup bizi aydınlatıyor. Bu iki rüzgar da meltemlerden, fırtınalardan geçip bir hikaye oldular. Artık dördüncü kitabıyla okurla tekrar buluşan Metin Atamer'in kaleminden.

Hem benim için, hem ülkem için, hem de oğlumun dileği olduğu için, bu konuya girmek gerektiğini düşündüm. Karşılaştığım bunca zorluğun nasıl üstesinden gelindiğinin anlatıldığı satırlardan, her okurun kendini bulacağı maceralar ve mitolojik hikayeler bu kitabın bir başka yönüdür. Okurken üzerinde çok düşündüğüm bir cümle vardı; Bir Azeri piri olan Abdolfazl Mostafavi‘nin söylediği bir cümle: “‘Adama ben yemek ısmarladım’ deyip gururlanma, ‘adam beni insan yerine koydu da benimle yemek yedi’ de.”

Rüzgarın Hikayesi

Metin Atamer

Yeni İnsan Yayınevi

ISBN: :978-605-5589-522-8

BARCOD: : 97860555895228

SAYFA SAYISI: 176

EBAT: 13,5X21

FİYAT: 10 TL

27 Eylül 2011 Salı

Alternatif Medya Şenliği

16 Ekim 2011 tarihinde Alternatif Medya Şenliği düzenliyor. şenlikte; “katılımcı söyleşi ve tartışmalar”, gün boyu sürecek “performans ve aktiviteler”, canlı müzikperformansları yer alacak.

Yurttaş gazeteciliği yapan, katılımcı, demokratik, etik değerlere sahip, yerelin sesini duyan ve duyuran, söylenmesinden korkulanı söyleyebilen bir medyanın varlığı Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmaz ve krizlerden kurtulması için şart. Özgür bir topluma giden yol,özgür medyadan geçiyor.

Devamı için tıklayınız.

http://alternatifmedyasenligi.wordpress.com/

16 Eylül 2011 Cuma

İklim Gerçekliği

Al Gore’un 24 Saatlik Realite Kampanyası Yerel Ortağı TEMA, Ülkemizde Çölleşme Tehdidine Dikkat Çekti!

ABD’nin eski Başkan Yardımcısı Nobel ödüllü Al Gore tarafından kurulan “Climate Reality Project” dünyanın dikkatini iklim krizine çekmek amacıyla “Bir günde ne değişir? Herşey!” sloganıyla 24 Saat Realite Kampanyası’nı başlattı. Ülkemiz adına kampanyanın yerel ortaklığını üstlenen TEMA Vakfı, 15 Eylül’de İstanbul’da gerçekleşen etkinlikte erozyon ve çölleşme tehlikesine dikkat çekti.

Al Gore tarafından başlatılan 24 Saat Realite Kampanyası, dünyayı iklim değişikliği gerçekliği ile yüz yüze getirme amacını taşıyor. Kampanyanın açılış etkinlikleri 14-15 Eylül günlerinde 24 ülkenin kendi yerel saatleri ile 19:00’da başlatacağı 24 saat sürecek bir dizi küresel etkinlikle başladı. 24 Saat Realite Etkinliğinin Türkiye ayağı, 15 Eylül 2011 tarihinde saat 19:00’da İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı Hamdi Saner Salonu’nda yapıldı. Etkinliğe TEMA Vakfı Kurucu Onursal Başkanları A. Nihat Gökyiğit ile Hayrettin Karaca, TEMA Vakfı Mütevelliler Heyeti Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş ve TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Deniz Ataç katıldı.

Saat farkı sayesinde 24 saat boyunca kesintisiz devam eden “24 Saat Realite” kampanyası Meksika’dan Türkiye’ye, ABD’den Endonezya’ya kadar geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Dünyanın farklı bölgelerinde ard arda gerçekleşen etkinlikler, www.climaterealityproject.org adresinden canlı olarak yayınlandı.

Etkinliğin yerel ortağı TEMA Vakfı, panelde ülkemizde erozyon, çölleşme ve iklim değişikliğinin yarattığı tehditlere işaret etti. Buna göre; Türkiye, yılda 743 milyon ton toprağını erozyonla kaybediyor. Topraklarımızın dörtte üçü şiddetli ve çok şiddetli erozyon tehdidi altında. Tarım alanlarımızın % 59’unda, meralarımızın % 64’ünde ve orman varlığımızın % 54’ünde erozyon yaşanıyor.

Doğanın kendine yenilemesine izin vermeyecek şekilde insan tarafından sömürülmesi ve büyük çoğunluğu insan kaynaklı iklim değişikliği toprağımızı, suyumuzu, ormanımızı, biyolojik çeşitliliğimizi, yani hayatta kalmak istiyorsak korumamız gereken tüm doğal varlıklarımızın yok oluşunu hızlandırıyor. Ülkemizde son 50 yılda ancak 4 milyon hektar alan erozyon ve çölleşmeden kurtarılabildi. Bu hızla devam edilirse, erozyon ve çölleşme tehdidi altındaki toplam 57,6 milyon hektar arazi varlığımızı kurtarmak için yaklaşık 700 yıla ihtiyaç var.

Ülkemiz ve içinde bulunduğu coğrafya için durum çok ciddi ve acil. Bu nedenle TEMA Vakfı iklim değişikliği ile mücadele için herkese fidan dikme çağrısı yaptı. TEMA Vakfı aracılığı ile fidanlarınıı toprakla buluşturmak isteyenler en kolay www.tema.org.tr sitesinden fidan bağışı yapabilirler.

Tema Vakfı

13 Eylül 2011 Salı

Türkiye sera gazı salımı azaltma taahhüdü vermekten kaçınıyor

Gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımları 1990’dan bu yana, yüksek büyüme oranları, artan nüfus ve enerji ihtiyacı ile doğru orantılı olarak artıyor. Gelişmiş ülkelerin sera gazı salımları ise 1990’dan bu yana azalıyor fakat 1850’lerden günümüze toplam sera gazı salımlarının büyük bölümünden sorumulular. İklim müzakerelerinden salım azaltımlarında bağlayıcı bir karar çıkması gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin mutabakatına bağlı. 2009 yılı toplam sera gazı salımları 1990 yılına göre %98 artış gösteren Türkiye bugüne kadar hiçbir sera gazı salım taahhüdünde bulunmadı. Uluslararası iklim müzakerelerinde bağlayıcı kararlar çıkmadığı sürece Türkiye özel koşullarını bahane ederek iklim değişikliğine karşı ulusal ve uluslararası planda etkin bir mücadele vermekten kaçınmaya devam ediyor.

Türkiye’nin sera gazı salımı 1990 yılına göre %98 arttı

Türkiye 2009 yılı sera gazı envanterini Nisan 2011’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sekreterya’sına iletti. TÜİK tarafından da açıklanan envantere göre, 2009 yılında Türkiye’nin toplam sera gazı salımı CO2 eşdeğeri olarak 369,6 milyon ton olarak tahmin ediliyor. Türkiye’nin sera gazı salımları 80’li yılların ortalarından itibaren hızla atmaya başlamış ve ekonomik krizlerin hissedildiği 1988,1994,1999,2001 ve 2008 yılları dışında devamlı artmış. CO2 eşdeğeri olarak 2009 yılı toplam sera gazı salımı 1990 yılına göre %98 artış gösteriyor.

Barış Gençer Baykan

Betam Araştırma notunun tamamına ulaşmak için tıklayınız

http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2011/08/turkiye-sera-gazi-salimi-azaltma-taahhudu-vermekten-kaciniyor/

8 Eylül 2011 Perşembe

EKO IQ’nun 11. sayısı çıktı!

İklim Değişikliği ve İnsan Yapımı AÇLIK!

Kıtlığın pençesindeki Afrika’da her gün çocuklar ölüyor. Peki, bu insanlık ayıbı kimin ürünü?

Dr. Nesrin Özalp’in Güneş Reaktörü Küresel Isınmaya Çare Olabilir mi? Dr. Nesrin Özalp doğalgaz çevrimi yapan güneş reaktörüyle hem sıfır karbon emisyonlu hidrojen yakıtı elde etmeyi hem de tuttuğu karbonu endüstriyel ürüne dönüştürmeyi başardı.

Gezegenin Kaderi Kentlerde Belirlenecek!BZD Yayıncılık Kurucusu Zülfü Dicleli, “Kentleşme tek bir merkezden yönetilecek değil, onlarca merkezden etkilemeye çalışılabilecek bir süreçtir” diyor.

Organik Tarım Gezegenimizi Doyuramaz mı?
Imagine Demain le Monde’nin 85. sayısında Pablo Servigne imzasıyla yayımlanan yazıya göre, konvansiyonel tarımla organik tarımı karşılaştırmak imkansız.

Ya Yeşil İş Ya Yeşil İş
Bu yıl 6-7 Ekim’de üçüncüsü düzenlenecek olan Yeşil İş Konferansı’nın mimarları Sevinç Onay ve Semra Sevinç, çözüm ortağı sayısının 70’e ulaşmasının kendilerine güç verdiğini belirtiyorlar.

“Hayalim, Yeni Bir Organik Tarım Politikası”
Toprak Ana organizasyonunun kurucularından Cem Birder, organik tarıma geçişte küçük üreticilerin desteklenmesi gerektiğini söylüyor.

Büyük kitap zincirlerinde ve kitapçılarda satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Gerzelilerin Yanındayız! Direnişi Yaygınlaştıralım!

Gerze Yaykıl köyünde Anadolu Grubu tarafından kurulması planlanan termik santrale karşı Ağustos ayının başından beri sondaj yapılması öngörülen alanda gece gündüz nöbet bekleyen köylüler, 24 Ağustos’ta sondaj yapmak isteyen termikçi şirket temsilcilerini Gerze’den bir kez daha eli boş göndermişlerdi. İki yıldır termikçi şirketin, devletin şiddet aygıtının da desteğini alarak Gerze’de kurmaya çalıştığı termik santrale karşı kitlesel ve meşru bir mücadeleyle topraklarını savunmayı sürdüren Gerze halkı, bir kez daha saldırıya maruz kaldı.

Gerze halkının son iki yılda göstermiş olduğu tüm tepkiye rağmen termik santral yapma ısrarını sürdüren Anadolu Grubu isimli şirket, sondaj çalışması yapma gerekçesiyle alana intikal ettirilen yüzlerce polis, jandarma ve panzer eşliğinde Yaykıl köyüne girmeye çalıştı. Yaşamı ve doğayı savunan Gerzeliler 12 saate yakın süre boyunca atılan yoğun gaz bombalarının, tazyikli su, cop ve yer yer plastik mermilerin kullanıldığı vahşi müdahale karşısında bir kez daha ne pahasına olursa olsun termik santral cinayetine izin vermeyeceklerini gösterdiler.

Yaykıl köyünün ormanlık bölgelerinde yaşanan çatışmalar esnasında silah sesleri duyuldu, çok sayıda köylü yaralandı, atılan biber gazlarının etkisiyle bölgede ağaçlar alev aldı ve yaralanan köylülerin hastaneye ulaştırılmasında pek çok güçlük yaşandı. Köylüler gözaltına alındı ve gözaltıların devam etmesi bekleniyor. Gerze halkına yaşatılan tüm bu fütursuz şiddete, tehdide rağmen termikçi şirket sondaj çalışmasını tamamlayamadı.

Gerzelilerin geçtiğimiz haftalarda yaptıkları bilgi edinme başvuruları sonucunda mülki amirden aldıkları yanıta göre termikçi şirketin bölgede sondaj çalışması yapmak için herhangi bir izin başvurusunda bulunmadıkları öğrenilmişti. Buna karşın, termikçi şirkete güvenlik güçlerinin hangi yasal dayanakla sondaj çalışması yapmak için destek sağladığı, köyü ablukaya alıp halka şiddet uyguladığı yanıt bekleyen en önemli sorudur. Jandarma bölgesi olan köyde çevik kuvvet polisinin valilik emriyle köylülere ve destekçilerine saldırıyor olması cevaba ışık tutabilir. Üstüne üstlük bölgede bulunan Roma ve erken Bizans dönemine ait buluntular yüzünden sit alanı ilan edilmesi bile gerekirken, kendini halkın, tarihin, kültürün ve doğanın üzerinde gören vali sırtını kime dayamaktadır?

Gerze’de yaşananlar; devlet aygıtının ve kolluk güçlerinin sermayenin doğayı ve yaşamı talanının hizmetinde olduğunu bir kez daha açık biçimde ortaya sermiştir. Dün Hopa’da suyun ticarileştirilmesine karşı derelerini savunanlara Metin Lokumcu’nun yaşamını yitirmesine sebep olacak şekilde dizginsizce şiddet uygulayanların, bugün Gerze’de topraklarını savunan Gerzelilere aynı ölçüde şiddetle saldırması tesadüf olamaz. AKP iktidarı “ustalık” döneminde doğanın, emeğin ve yaşamın sermaye tarafından sömürgeleştirilmesine karşı direnenleri zor yoluyla sindirmeyi anlaşılan kendisine şiar edinmiş gözüküyor.

Ama uygulanan tüm bu şiddete, baskıya rağmen doğanın yok edilmesine karşı direniş yayılıyor. Bugün Hopa direnişi Gerze’ye esin veriyor. Yarın özgür bir ülke ve sömürüsüz bir dünya için mücadele eden milyonlar Gerzeli direnenlerden öğrenecek.

Bu sebeple bizler dün Gerze’de, bugün her yerde, direnenlerle birlikteyiz!

Biz aşağıda imzası bulunan demokratik kitle örgütleri, doğanın ve emeğin köleleştirilmesine karşı çıkan herkesi Gerzelilerin meşru mücadelesine destek olmaya, güç vermeye çağırıyoruz.

EKOLOJİ KOLEKTİFİ

TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI

TMMOB PEYZAJ MİMARLARI ODASI

TMMOB KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ

ÇEVRE İÇİN HEKİMLER DERNEĞİ

GDO’YA HAYIR PLATFORMU

EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU (EGEÇEP)

EGE SU PLATFORMU

BOLKAR DAĞLARI KORUMA PLATFORMU

MADEN KÖYÜ ÇEVRE PLATFORMU

HASANGAZİ, PORSUK KÖY MECLİSLERİ

İMECE – TOPLUMUN ŞEHİRCİLİK HAREKETİ

YALOVA ÇEVRE PLATFORMU (YAÇEP)

YALOVA EĞİTİM-SEN

KAZDAĞLARI KORUMA GİRİŞİMİ

AKKUYU NÜKLEER KARŞITI KOLEKTİF

TARIM ORKAM-SEN MERSİN ŞUBESİ

EKOLOJİK YAŞAM DERNEĞİ (EKODER)

DOĞAYI VE ÇEVREYİ KORUMA DERNEĞİ (DOĞADER)

GEMLİK YAŞAM ATÖLYESİ DERNEĞİ

NİLÜFER KENT KONSEYİ

ANKARA DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ

PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ

GÖRDESLİLER DERNEĞİ ÇEVRE KOMİSYONU

TOZKOPARAN DERNEĞİ (TOZDER)

GÜLSUYU GÜLENSU YAŞAM VE DAYANIŞMA MERKEZİ (GÜLDAM)

YERYÜZÜ DERNEĞİ

26 Ağustos 2011 Cuma

Gıda Egemenliği: krize Avrupa'dan bir cevap!

Gıda Egemenliği: krize Avrupa'dan bir cevap!
Krems-Avusturya-22 Ağustos 2011

5 gündür yaşanan yoğun, ilham verici ve yapıcı değiş-tokuştan sonra, Nyeleni Avrupa 2011 Gıda
Egemenliği Forumu dün sona erdi. Forum, ilk Avrupa Gıda Egemenliği Deklarasyonu'nu oluşturdu. Sivil toplumu ve sosyal hareketleri temsil eden 120'nin üzerinde örgüt ve birey, mevcut Avrupa politikalarınının ve küresel politikaların etkilerini tartıştı. Beraberce, Avrupa'da gıda egemenliğine ulaşmak için kapsamlı bir platform ve prensipler grubu oluşturdular. Forum, sorunları genelde gözardı edilen gençlerin, kadınların ve gıda üreticilerinin seslerinin önemini vurguladı. Bu deneyim çeşitliliği ve zenginliği, Nyeleni Avrupa 2011 Forumu'nun ortak bir çerçeve tanımlamasını ve demokrasi ve katılımcı süreçlere dayanan bir ortak eylem planı belirlemesini sağladı. Deklarasyon şöyle duyuruyor: “Toplumlarımızda daha geniş bir değişim yaratmanın ilk adımının gıda sistemimizi değiştirmek olduğuna inanıyoruz”. Forum delegeleri, gıda sistemini kendi ellerine almak için şunları yapmaya kararlı olduklarını belirledi:
- Endüstriyel olmayan, küçük çiftçi tarımına, işlemesine ve alternatif bir dağılıma dayanan,
ekolojik olarak sürdürülebilir ve sosyal olarak adil bir gıda üretim ve tüketim modeli için
çalışmak.
- Gıda dağıtım sistemini yerelleştirmek ve üreticiler ve tüketiciler arasındaki zinciri kısaltmak.
- Özellikle gıda ve tarım alanında çalışma koşullarını ve sosyal koşulları iyileştirmek.
- Ortak varlıkların (toprak, su, hava, geleneksel bilgi, tohum ve hayvanlar) kullanımı ve mirası
hakkındaki karar alma mekanizmalarını demoratikleştirmek.
- Bütün düzeylerdeki kamu politikalarının, kırsal bölgelerin canlılığını, gıda üreticileri için adil
fiyatları ve herkes için güvenli, GDOsuz gıdayı garanti etmesini sağlamak.
Siyasi volatilite, sosyal ve ekonomik kriz yaşanan günümüzde, NYELENI Gıda Egemenliği Forumu delegeleri, bütün halkların, Gıda Egemenliği'nin işaret ettiği gibi, insanlara ve değerli doğal kaynaklara zarar vermeden kendi gıda ve tarım politikalarını ve sistemlerini belirleme hakları olduğunun altını çizdi.

Bu yüzden Avrupa'da hemen şimdi gıda egemenliği talep ediyoruz.
Deklarasyon metnini Nyeleni 2011 internet sitesinde bulabilirsiniz:
www.nyelenieurope.net

Not: Foruma Türkiye'den Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Tohum İzi Derneği, Kibele Ekolojik Üreticiler Kooperatifi, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi ve Ekoloji Kollektifi katıldı. Forumdaki tartışmaların özetlerine www.karasaban.net adresinden ulaşabilirsiniz.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

11 Ağustos 2011 Perşembe

Toplumsal hareket bir otobüs yolculuğudur

Her türden toplumsal hareketi (çevre-kadın- barış vb.) bir otobüs yolculuğuna benzetirim. Bir noktadan başka bir noktaya varmaya çalışan ama aslında hiç bitmeyen bir otobüs yolculuğuna.Önüne sürekli yeni yollar, yeni engeller çıkan bir yolculuk. Bir hak kazandık, savaşı durdurduk, bir dereyi kurtardık dediğiniz anda karşınıza çıkan başka bir mücadele gibi. Aslolan hareketin -yolculuğun- kendisidir.
Yolculuğun güzergahı merkezden belirlenir ama yerel acentelerden gelen talepler de dikkate alınır. Kimi uzun ama emin yolu seçer, kimi de kısa ama sancılı olanı. Bazı yolculuklar da işbirliği yapılır bazısında rekabet. Bazı hareketler tekel olur, başkalarına yer bırakmaz, bazıları da bir araya geldikçe güçlenir ve hedefine daha yakınlaşır.
Hareketin lideri otobüsün şöförüdür. İyi şöför güven verir. Zorlu yollarda otobüsü de yolcuları da korumayı ilke edinmiştir, hedefe sağ salim varmak da önemlidir. Yolları avucunun içi bilmelidir, yeni yollara girdiğinde de tecrübeleri ve içgüdüleri ona yol gösterir. Yedek şöför de o toplumsal hareketin lider adayıdır. Günün birinde direksiyona geçmek için çalışır.Muavin ise yolculara yani hareketin üyelerine veya destekçilerine yardım etmek, yolculuklarını en rahat şekilde yapmalarını sağlamak için vardır. Hareketin sessiz neferidir, yaptığı hor görülür ama onsuz da yolculuk kaos olur. Lider ile üyeler arasındaki koordinasyonu sağlar.

Yolculara gelince. Otobüs her zaman dolmaz. Bazen boş gider ama yine de sefere çıkması gerekir çünkü atalet hareketi öldürür. Yolcular çoğunlukla ilk durakta binerler ama otobüs yol aldıkça ara duraklardan da yolcu çıkar.Toplumsal harekete katılmanın olduğu gibi yolculuğa çıkmanın da maliyeti vardır. Kimi firma kaliteyi kimi düşük ücreti öne çıkarır. Firma vardır yolcularıyla birlikte bir aidiyet geliştirmeye çalışır ki uzun yıllar beraber gidilip gelinsin. Firma vardır bir güleryüzü, kolonyayı çok görür. Yolcular o zaman birer ikişer ayağı keser, başka yolculuklara meylederler. Yolcuların birlik olup şöförü değiştirdikleri görülmüştür. Aslında tek tip yolcu da yoktur. Kimi hızlı gidilmesini savunur, kimi de yavaş ve güvenli bir şekilde hedef varılmasını. Molayı gereksiz görenler, molasız olmaz diyenler.

Toplumsal hareket yolcusu kalmasın, kalkıyor.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Yeşil kitap kooperatifi


Son zamanlarda Twitter'ı bir dilek ağacı gibi kullandığımı farkettim. Çevre konusunda şu yapılsa ne güzel olur, şöyle bir organizasyona ihtiyaç var, şu konuya daha çok değinilse gibi. Dileklerim çoğunlukla çevre yayıncılığına dair oluyor. Türkiye'de ekolojik köylerin kitabının yazılması, yeşil mizaha ağırlık verilmesi, çevre tarihi üzerine yayınların yapılması, degrowth (küçülme) üzerine yayınların Türkçe'ye kazandırılması gibi. Peki bu kitapları ve çevirileri nasıl yayınlatacağız? Büyük kitabevleri henüz bu konulara girmeye yanaşmıyor. Çevre alanında uzmanlaşan -Yeni İnsan ve Sinek Sekiz- gibi yayınevlerinin ise imkanları her zaman el vermeyebiliyor değişik alanlarda belirli sayıda alıcısı olan kitapları yayınlayabilmeleri.

Okur ile yazarı buluşturmak
Okurlar olarak bu işin neresinden tutabiliriz diye düşünürken Radikal Kitap ekinde Zeynep Heyzen Ateş'in Ekonomist'teki bir makaleye dayanarak yazdığı "Okuyucular sevdikleri yazarları kurtarsın" yazısını okudum. Özetle okuyucular, yazılmasını istediği kitapları önceden para ödeyerek yazara doğrudan destek oluyorlar. Unbound (Ciltsiz) adlı web sitesi de okurlar ile yazarı bir araya getiriyor, eğer yazarın sunduğu kitaba okurlardan yeterli destek sağlanırsa kitap basılıyor. 10 pounda e-kitap, 20 pounda basılmış kitap+e-kitap, 50 pounda adınıza imzalanmış basılı kitap+ e-kitap sahibi oluyorsunuz. Devamı da var ama bizi ilgilendiren fikir. Buna benzer bir şeyi Türkiye'de uygulamak mümkün olur mu? Yaptığınız araştırmanın bulgularını paylaşmak veya bir kitabı çevirmek için büyük yayınevlerinin kapısını çalmanın yerine/yanısıra doğrudan okura gitmeyi denemek nasıl olur? Okurlar toplanıp bir kitabın çevirisi için profesyonel bir tercümana çeviri bedelini ödeyebilirler mesela.Sosyal medyanın imkanlarını kullanarak bunu başarmak olası. Düşünün 100 kişi 50 tl bağış yapsa ve karşılığında 5 kitap alsa bir kitabın çeviri ve dağıtım masraflarının büyük kısmı karşılanır. Türkiye'deki eko-köylerin hikayesini yazmak iki araştırmacının 3 ay temel masrafları yine ortak şekilde karşılanabilir ve araştırma sonucu kitap olarak yayınlanabilir. Arşivlerde çalışarak Türkiye'nin çevre tarihi üzerine kitap yazacaklara da bu şekilde bir fondan kaynak aktarılabilir. Bu dayanışmaya çevre stkları ve üyeleri, çevre dergileri ve yeşil blogçular da destek vereceklerdir diye düşünüyorum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...