28 Temmuz 2011 Perşembe

18. İda- Kazdağları Kültür ve Sanat Etkinlikleri

22 Temmuz 2011 Cuma

NATURELIFE'ın 10. sayısı çıktı

Ekolojik Yaşamın pusulası NATURELIFE dergisinin 10. sayısı çıktı!

Yaklaşık iki yıldır yayın hayatını sürdüren ve ekolojik yaşamın Türkiye’deki pusulası olan NATURELIFE dergisi, 10. sayısında da yepyeni ve çarpıcı konuları okuyucusuyla buluşturuyor.

- Kentlinin Dikey Bahçesi: PENCERE ÇİFTLİKLERİ

Şehir yaşamında doğadan yoksunluğun yarattığı zorluklardan doğan yaratıcı fikirler, kentli insanın doğal hayatla bağ kurabileceği yenilkçi modelleri hayata geçirmesinde etkili oluyor.

- Meyve Mirası

- Prof. Dr. Erdem Yeşilada kaleme aldı;
Altın Çilek Zayıflama Hapları

- Şehir yaşamı Ekopsikolojimizi bozuyor! Stres, depresyon, anksiyete gibi modern zaman hastalıkların nedenini şehirli insanların doğadan kopuk bir şekilde yaşamasına bağlayan uzmanlar, kentli insan ile doğa arasındaki ilişkiyi EKOTERAPİ ile yeniden inşa ediyorlar.

- Yeşil Ekonominin Odağındaki 11 Sektör (WHO)

- Çevre ve Eğitim Gönüllüsü Bir Başkan: Şişli Belediye Başkanı Mustafa SARIGÜL

- Abu Dabi’de Yeşil Bir Üniveriste; MASDAR ENSTİTÜSÜ

- Türkiye’deki Kelebek Aileleri

- Hayatı doğanın kucağında öğreniyorlar... Almanya’da okul öncesi eğitimde, çocuklarının doğayı deneyimleyerek hayatı öğreneceklerine inanan ve sayıları her geçen gün artan ailelerin tercihi: ORMAN ANAOKULLARI

- Toprak Sergen - Sizi Doğa’ya Çağırıyor! Oyunculuk, sunuculuk, seslendirme işlerinin ardından şimdi de yeni yayın hayatına başlayan dogasenicagiriyor.tv ile internet televizyonculuğuna başlayan Sergen’in Arnavutköy’deki evine konuk olduk...

- Turizmin Parlayan Yıldızı Ekoturizm Ne Kadar Sürdürülebilir?
Yrd. Doç. Dr. Nazmiye Erdoğan

- Doğa sporları Eğitmeni Kutsal Zafer Şahin kaleme aldı:

Doğa’da Hayatta Kalmanın Yolları: Survival

NATURELIFE dergisi; D&R’lardan, seçkin kitabevlerinden, il merkezi gazete bayilerinden, havalimanlarında, organik ürün satan marketlerden ve abonelik ile okuyucusuna ulaşan ulusal bir yayındır.

www.naturelifemagazine.com www.dbsyayincilik.com Tel: 0212 279 42 52

12 Temmuz 2011 Salı

Doğayı koruyarak kalkınma mümkün mü? Kaçkarlar Örneği


Tema Vakfı'nın "Kaçkarlar Dağları Yönetim Planı" kapanış toplantısı bülteninden...

Avrupa Birliği ve TEMA Vakfı finansmanıyla hayata geçirilen Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi bölgede doğayı koruyarak kalkınmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Yaklaşık beş yıl süren ve TEMA Vakfı ile Proje Ortakları* tarafından yürütülen projenin kapanışı Büyükelçi, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Marc Pierini, Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu, TEMA Vakfı Genel Müdürü Proje Koordinatörü Prof. Dr. Orhan Doğan ve basın mensuplarının katılımıyla Artvin Yusufeli’nde yapıldı. Proje kapsamında tüm ilgili aktörlerin aktif katılımıyla hazırlanan “Kaçkar Dağları Yönetim Planı” kamuoyuna sunuldu. Projenin başarılı sonuçlarının devamına yönelik “Kaçkar Dağları Koruma ve Geliştirme Birliği”nin kurulması için girişimler başladı.

Proje adına açıklama yapan TEMA Vakfı Genel Müdürü Proje Koordinatörü Prof. Dr. Orhan Doğan, “Kaçkar Dağları’nı korumak için başlattığımız ortak çabaların sonucu gurur verici. Elde edilen gelişmelerin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması için hepimiz bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Hazırlanan plan, projenin aktörü tüm kurumlar için önemli bir yol haritasıdır.” dedi.

Dünya’nın biyoçeşitlilik açısından kuzeydeki en sıcak noktası Kaçkarların barındırdığı biyoloji çeşitliliği ve yaban hayatını korumak amacıyla 2007 yılında Avrupa Birliği desteğiyle yola çıkan proje, en çağdaş araştırma yöntemlerini uygulayarak Kaçkar Dağları’nın doğal değerlerini keşfetti. Bir yandan ilgili kamu kurumlarıyla birlikte bu değerleri koruyacak ve artıracak araçları geliştirirken, diğer yandan yöre halkına da bu değerlere sahip çıkarak gelirlerini artırmanın yollarını gösterdi.

Kaçkar Dağları Projesi İçin 2 Milyon Avro Harcandı

Kaçkar Dağları Projesi, 4 yıl 8 ay sürdü, yaklaşık 2 milyon Avro harcandı. Proje boyunca görev yapan 10 kişilik proje ekibine, ayrıca yaban hayatı, biyoçeşitlilik verileri ve coğrafi bilgi sistemleri uzmanları eşlik etti. Uzmanlık gerektiren proje etkinliklerinde 70’ten fazla danışman, 1.250 gün çalıştı. Sadece projeye ait iki araç İstanbul’un üçte biri büyüklüğündeki 1.800 km2’lik proje bölgesinde 200 bin kmde

n fazla yol kat etti. Yaptıkları yol ile dünyanın etrafında 16 kez dolaşmaya yetecek kadar kilometre kat etmiş oldu.

Yürütülen envanter çalışmalarıyla Türkiye için yeni bir bitki türü keşfedildi, yalnızca Türkiye’de bulunan ve nesli tehlike altında olan onlarca bitki ve hayvan türü, doğal yaşlı ormanlar, anıt ağaçlar saptandı. Proje kapsamında Türkiye’de ilk kez Vaşak görüntülenirken, bozayılar uydu vericileri ile takip altına alındı. Sadece Yusufeli’nin kelebek varlığının İngiltere’nin beş katı olduğu dünyaya ilan edildi.

Bölgede yetişen ürünlerin değerinde satılabilmesi için Soğuk Hava Deposu kuruldu. Örnek Sebze-Meyve Kurutma Tesisi inşa edildi, çiftçilere eğitimler verildi, yem bitkisi ekimi, arıcılık, meyvecilik, orman ürünlerinin değerlendirilmesi gibi faaliyetler desteklendi. Nesli tehlike altında olan kırmızı benekli alabalığın hem yöre ekonomisine hem de doğaya kazandırılması amacıyla, yerel bir

girişimciye verilen destekle alandaki ilk Kırmızı Benekli Alabalık Üretme Çiftliği kuruldu. Bölge halkının endişeleri dikkate alınarak proje alanını tehdit eden Hidroelektrik Santraller ile ilgili Barhal Vadisi HES Etkileri Uzman Raporu hazırlandı ve halkı bilinçlendirmeye yönelik toplantılar düzenlendi.

Kaçkar Dağları Projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda Kaçkarlar’ın doğa turizmi için büyük bir potansiyele sahip olduğu tespit edildi. Fotoğrafçılık, kuş, kelebek ve yaban hayatı gözlemciliği gibi doğa dostu etkinliklerin yanı sıra trekking, rafting, dağ bisikleti gibi gelir getirici doğa turizmi ürünleri geliştirildi.

Proje sonucunda elde edilen “Kaçkar Dağları Yönetim Planı”nın sahiplenerek uygulanması ve Türkiye’ye örnek olması hedefleniyor.

(*) Proje Ortakları: TEMA Vakfı, ODTÜ, Doğa Koruma Merkezi (DKM), Çevre ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMPGM), Artvin Kültür ve Yardımlaşma Derneği (AKYD)| Destekçiler: Tarımsal Üretimi Geliştirme Genel Müdürlüğü (TÜGEM), BTC Boru Hattı Şirketi, CitiBank, İZODER ve Artvin Valiliği

Rakamlarla Kaçkar Dağları Projesi


ü Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi İstanbul’un yüzölçümünün üçte birine karşılık gelen 1800 km2 lik bir pilot alanda uygulandı.

ü Projenin uygulaması 4 yıl 8 ay sürdü, yaklaşık 2 milyon Avro harcandı.

ü Proje kapsamında yapılan çalışmaların sonucunda:

§ Türkiye için yeni bir bitki türü bulundu. Sahada varlığı daha önce bilinmeyen nesli tehlike altında 3 bitki türü saptandı. 112 endemik/tehdit altında/yetersiz verili bitki türü tespit edildi.

§ 22 sürüngen ve amfibi türü tespit edildi, sahada varlığı daha önce bilinmeyen 3 kertenkele ve 1 yılan türü saptandı.

§ 20 tanesi bölge için yeni 200 kelebek türü tespit edildi.

§ Proje alanında 118 kuş türünün ürediği tespit edildi. Bunlardan uluslararası ölçekte 1 türün nesli tehlike altında, 4 türün de tehdide yakın kategorisinde olduğu belirlendi.

ü 10 kişilik sürekli proje personelinin yanı sıra yaban hayatı, biyoçeşitlilik verileri ve çoğrafi bilgi sistemleri uzmanları toplam 68 ay görev yaptı.

ü Uzmanlık gerektiren proje etkinliklerinde 70’ten fazla danışman, toplamda 1.250 günden fazla çalıştı.

ü Proje kapsamında verilen biyoçeşitlilik ve orman yönetimi, yaban hayatı, orman ürünleri, sürdürülebilir turizm ve tarım konulu 15’ten fazla teknik eğitim ve geziden en az 1.250 kişi faydalandı.

ü En az 500 kişiye yalıtım, yaban hayatı gibi konularda bilgilendirici toplantılarla erişildi.

ü 8 köyden seçilen ev, ilkokul, öğrenci yurdu ve pansiyon gibi 10 adet bina yöre halkının da katkılarıyla örnek oluşturmak amacıyla yalıtıldı.

ü Evlerde ve kamu binalarında ısı tasarrufu 10 köyde düzenlenen ısı yalıtımı toplantıları ile tanıtıldı. İZODER işbirliğiyle hazırlanan Isı yalıtımı konulu kitapçık yerel halka ve ilgili kurum ve kuruluşlara dağıtıldı.

ü Pilot çalışmalar kapsamında 6.000 adet kiraz, ceviz, asma ve elma fidanı ile toplam 250 meyve bahçesi oluşturuldu. Hayvancılığı desteklemek amacıyla 8.400 kg yem bitkisi tohumu satın alınarak 500 dekar alanda ekimi yapıldı ve alanda benimsenen bu çalışmaların giderek yaygınlaştığı gözlendi.

ü Yerel ürünlerin üretimindeki verimi artırmak amacıyla bitki koruma, hayvancılık, meyvecilik, örtü altı sebzecilik, yem bitkileri üretimi konularında yaklaşık 600 çiftçiye Tarım Bakanlığı işbirliği ile teorik ve uygulamalı Tarımsal Eğitimler verildi, pratik uygulama kitapçıkları hazırlandı.


11 Temmuz 2011 Pazartesi

EKO IQ’nun 10. sayısı çıktı!

Diğer “Hayvanlar” Bize Neler Öğretebilir?

İnsanlar doğadaki tek akıllı ve duygusal varlıklardır değil mi? Hâlbuki hayvanlar âleminde bunun tersini gösteren yüzlerce kanıt var.

Dünya Çevre Liginde Türkiye Nerede?

BETAM araştırma görevlisi Barış Gençer Baykan bildiriyor: Dünyanın en büyük 15. ekonomisine sahip Türkiye ne yazık ki 77. sırada.

Milli Rüzgâr Türbinleri Geliyor

MİLRES girişiminin adını duyar duymaz soluğu, projenin liderlerinden Cemil Arıkan’ın yanında aldık ve biraz daha umutlandık.

Çılgın Proje Demişken: Yeni Kentler, Riskler, Olanaklar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya attığı Çılgın proje büyük bir iştahla tartışılma başlandı. Tartışmayı doğru yapabilmek için, konuyu ekolojik ilkeler bağlamında ele alabilmek gerekiyor.

Reklamla Sürdürülebilirlik Arasında Özgün Bir Yol: Ecomedia
ABD’nin köklü televizyon kanallarından CBS’in alt kuruluşu olan Ecomedia’nın Başkanı Paul Polizotto, reklamla sürdürülebilirlik arasında özgün bir ilişki kurmayı başaran Ecomedia’nın macerasını anlattı.

“Kâğıt Son Derece Sürdürülebilir Bir Üründür”
Sürdürülebilir ormancılık endüstrisinin öncü kurumlarından UPM’nin Orta Avrupa Çevre Destek Uzmanı Heini Lehti sürdürülebilir kâğıt üretiminin püf noktalarını EKOIQ dergisine anlattı.

Güzel Anayasa Cümlelerinin Ötesinde Ekolojik Vatandaşlık
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ayşen Candaş, asıl olanın şatafatlı anayasa maddeleri değil, onun arkasında durabilecek ekolojik vatandaşlık bilinci olduğunu öne sürüyor.

Nükleer Çağın Sonuna Doğru

Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Nükleersiz bir enerji üretiminin hayaleti…

“One Minute! Kömür Değil, Güneş Paneli Dağıtacağız”

21 Haziran 2015’te seçimleri kazanan Ekolojik Hareket Partisi (EHP) Genel Bakanı Ahmet Güneş, ilk “hayal mahsulü” röportajını EKOIQ dergisine verdi.

Sürdürülebilirlik… İnsan Hakları… Madde Bağımlılığı

Mikado Danışmanlık’tan Serra Titiz, insanların “madde bağımlılıkları” bitmeden kurtulmamızın mümkün olmadığını anlatıyor.

Türkiye Ormanlarına Sürdürülebilirlik Geliyor!
İşte gerçek bir sürpriz ve harika bir gelişme: Orman Genel Müdürlüğü dünyanın en köklü orman sertifikalandırma kuruluşlarından FSC’ye başvurdu. Bir aksilik olmazsa sonbaharda sertifikalı ürünler Türkiye pazarına da sunulmuş olacak.

Yarın Ne Yiyeceğiz?
Bu önemli sorunun yanıtını, Belçika’da yayınlanan ekoloji dergisi Imagine Demain le Monde’dan (Geleceğin Dünyasını Düşle) aktarıyoruz.

AB Çevre Hukuku Hangi İlkelere Dayanıyor?

Doğa, insan ve gelişme arasındaki dengenin nasıl oluşturulacağı tartışılmaya devam ederken EKOIQ AB’de çevre hukukunun oluşumunu masaya yatırıyor.

Pompa Deyip Geçmemek Lazımmış

Meğer pompalar toplam elektrik harcamalarının yüzde 20’sini emen kocaman bir kara delikmiş. Biz de bunu Alman pompa devi Wilo’nun Tuzla’daki LEED sertifikalı yeşil binasını ziyaretimizde öğrendik.

Organik Cumhuriyetin Başkentinde

Dünyanın en büyük organik gıda şirketi HİPP’in global cirosu 600-650 milyon euro. Polonya Gdansk yakınlarındaki 24 bin dönümlük Podangen çiftliği bu dev organik cumhuriyetin başkenti gibi...

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

Daha fazla bilgi için

Barış Doğru (Genel Yayın Yönetmeni) baris@ekoiq.com

Balkan Talu (Editör) balkan@ekoiq.com

Tel: (0216) 412 72 13 /118

Abonelik için

Neslihan Öztürk

Tel: (0216) 412 72 13 /111-112

1 Temmuz 2011 Cuma

Ekolojik direnişten Su Perisi’ne mektuplar


Kışladağı’ını oydular

İçine siyanür doldurdular

Halkı halka kırdırdılar

Uyan insanoğlu uyan

Muammer Sakaryalı’nın, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Kışladağ’dan mektup var” ( Su Perisi’ne Mektuplar) adlı kitabı Uşak Kışladağ’da siyanürle altın işleme madenciliğine karşı verilen yaşam mücadelesini anlatıyor. Sakaryalı, İnay Köyü Vicdan Hareketi adına otuzdört mektup yazmış. İnay’ın antik zamanlardaki adı Nais ya da İnais’miş ve Nais/İnais Helence’de “Su Perisi” anlamına geliyormuş. Aslında mektupların içeriği tanıdık. Kitabı okurken her sayfada aklınıza Bergama siyanürlü altına direniş, Kütahya’daki süyanür havuzları , Bolkar Dağları’nda, Çal Dağı’nda, Kaz Dağı’nda, Artvin Cerattepe’de altın madenlerine karşı gelenlerin başından geçenleri hatırlıyorsunuz. Hikaye 1990’ların ortasında altıncı şirketin Kışladağ’a gelmesiyle başlıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan kamulaştırmadan sonra şirketin köy topraklarında su yolu inşaatına girişilmesiyle protestolar başlar. Danıştay, Kışladağ altın madenini kapatan yürütmeyi durdurmaya karar verir, maden Çevre Bakanlığı talimatıyla açılır. İşletmede 7 yıl boyunca 70 bin ton siyanür kullanılacak ve “Siyanür liçi yöntemiyle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirleyecektir.

27 Haziran 2006 günü Eşme’de yüzlerce insan hastanelere başvurur. Doktorlar kimyasal zehirlenme teşhisi koyarlar. “27-28 Haziran’da bölgeye yoğun yağmur yağmış ve rüzgarın yönü altın madeninden Eşme’ye doğrudur. Muhtemelen siyanürlü sıvının ph dengesi 10.5-11 arasında tutulamamıştı ve siyanür liç alanından atmosfere çok fazla hidrojen siyanür karışmış ve rüzgar yö

nü doğrultusunda yayılmıştır.”(s:60) Tabip Odası devreye girer ve gönüllü kişilerden kan örnekleri alınmaya başlar ama bu girişim durdurulur ve kanlara el konulur. Yetkilililer de yurttaşlardan kan, saç veya tırnak örneği alıp siyanür analizi yaptırmazlar.”Bakanlar, valiler, Uşak milletvekilleri konuşmadı, konuşturulmadı, sustular, sustular. Hala susuyorlar! ( s: 65) 15 gün sonra da tesisin resmi açılış törenini dönemin Enerji Bakanı yapar. 30 Temmuz 2007’de altın madeninde her zamankinden farklı bir patlama gerçekleşir ve ertesinde 300’e yakın koyun telef olur. Koyunlar üzerinde siyanür toksikasyonu araştırması yapılmamıştır. Olayın üzeri örtülür. Tüm bu olup bitene karşı direnen köylüler, çevreciler ve biliminsanlarının desteğiyle Vicdan Hareketi’ni oluştururlar. “Kelimenin gerçek anlamında ‘sivil denetim’ görevi yapan; sahtekarlığın evrenselleştiği bir dünyada kendi bulunduğu yerden gerçeklerin açığa çıkartılmasını sağlamaya çalışan ve onları dile getiren; Kışladağ altın madeninin tahribatına karşı havayı, suyu, toprağı, tüm canlı yaşamını savunan; “sürdürülebilir kalkınma”yı değil sürdürülebilir yaşamı savunan; yaşamı savunanlarla dayanışan ve bu düşüncelerle bir araya gelen köylülerin hareketidir (s:230). Elbette köylülerin örgütlenmesi hoş karşılanmaz. Hemen “terörist”, “vatan haini” ilan edilir, Alman vakıfları için çalıştıkları iddia edilir. Eylemlerde gözaltına alınırlar, şiddet görürler, haklarında dava açılır. Maden işletmesindeki sarı sendikanın saldırısına uğrarlar, ordu komutanları madeni ziyaret edip destek verir, şirketin baskısına, yerel basının sansürüne maruz kalırlar. İnay Köyü’nün 12 Eylül rejimi tarafından en çok eziyet edilen köylerden bir olmasından hareketle madene karşı mücadele sırasında köylülerin toplumsal hafızasına göndermler yapılmış ve direnenler 12 Eylül öncesini geri getirmekle suçlanırlar. Çevreye sahi çıkmanın ülkemizdeki bedeli budur. Birçok çevre mücadelesi gibi Kışladağ’daki mücadele de sona ermez. Sayıca küçük bir grubun toplumun geniş kesimlerinden gördüğü destekle, davalarla, protestolarla, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürüp gider

. Aslında insanlığa büyük miras bırakırlar. Çevre hareketinin deneyimlerinin yazıya dökülmesi, doğaya sahip çıkanların ortak bir kollektif hafızasını oluşturulması açısından çok önemli. Kalkınmacı ideolojinin devasa dişlilerini durdurmaya çalışmanın ve sürdürülebilir bir toplum yaratmanın dinamikleri bu tür mücadelelerde gizli. Hukuksuzluğun, örgütlenmenin, doğa tahribatının, doğaya sahip çıkmanın hikayesini anlatan Kışladağ’dan Su Perisi’ne yazılmış mektuplar, yaşama sahip çıkmaya çalışanları, mücadelelerini ortaklaştırmaya davet ediyor.

Kışladağ'dan Mektup Var

(Su Perisine Mektuplar)

Muammer Sakaryalı

Yeni İnsan Yayınları / Ekoloji Dizisi


26 Haziran 2011 Pazar

İstanbul'da sürdürülebilir balıkçılık

İstanbul'da 500 yıldır aynı yöntemle balıkçılık yapıldığını biliyor muydunuz? Endüstriyel balıkçılığın dünya balık stokları için en büyük tehdit haline geldiği günümüzde atadan dededen kalma geleneksel avcılık yöntemlerinin hala uygulanıyor olduğunu görmek ve sürdürülebilir balıkçılığa örnek verildiğini bilmek sevindirici. Bölgesel Çevre Merkezi - REC Türkiye, Venedik Uluslararası Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve Agroinnova–Turin Üniversitesi ortaklığında; İtalyan Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı mali desteği ile gerçekleştirilen Karadeniz Bölgesi için Sürdürülebilir Kalkınma Seminer Dizisi çerçevesinde gerçekleştirilen eğitimde öğrendim dalyan balıkçılığın. Sol tarafta minyatür bir modelini görebileceğiniz dalyanlar antik çağdan bu yana kullanılıyor. TDK sözlüğüne göre dalyan: Deniz, göl ve ırmakların kıyılarına yakın yerlerde ağ ve kazıklarla oluşturulan büyük avlanma yeri. Dalyanda Nisan-Temmuz aylarında avlanılıyor. Meşe ağaçlarından yapılan direkler denize döşeniyor ve ağlar geriliyor. Dalyan direğinde bir nöbetçi oluyor, balık sürülerinin ağa girdiğini gördüğünde arkadaşlarına haber vererek dalyanın ağzı kapatılıyor ve balıklar ağlar çekilerek tekneye alınıyor. Dalyanlar,deniz dibinin eğimine göre 10 ile 35 metre derinliğe kuruluyor.Geleneğe göre elde edilen gelirin %60'ı işletmeciye kalırken %40 ise dalyanda çalışanlarca payl aşılıyor. İstanbul'da 1960lı yıllarda 50'ye yakın dalyan kurulurken bugün bu sayı üçe düşmüş. Yine o yıllarda orkinos, torik avlanırken günümüzde genelde kefal, gümüş, istavrit, çaça avlanıyor ve Kumkapı'daki balık haline gönderiliyor.
Rumelifeneri'ndeki dalyan 500 yıldır aynı yere kuruluyor. Yıllık 6-7 ton balık avlanılan dalyan balıkçılığına yönelik en büyük tehdit kirlilik. Diğer yandan kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye göç sırasında İstanbul Boğazı'ndan geçen balıkların yakalandığı dalyanlar, av yasağında balıkların yumurtlama döneminde kurulduğu için balıkların üremesini de engelleyebiliyor. Yapılması gerekenlerin başında geleneksel yöntemlerde dahil olmak üzere sürdürülebilir balıkçılığın örneklerinin incelenmesi ve teşvik edilmesi geliyor. Organik tarımdaki uygulamaya benzer bir şekilde sürdürülebilir balıkçılık ürünlerinin sertifikalanması ve üreticiye de ek bir gelir sağlanarak aşırı balık tüketiminin ve israfın değil adil ve sürdürülebilir balıkçılığın önünün açılması düşünülebilir. Son dönemde Greenpeace ve Slow Food Fikir Sahibi Damak'ların kampanyaları sayesinde kamuoyu, balıkların geleceği ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Hatta bu farkındalık sayesinde balık avlanma boylarının tartışıldığı Su İstişare Kurulu'nda sivil toplum kuruluşları ve tüketiciler de masaya oturabildiler. Evdeki yemek masasından, halden, tekneden, dalyandan, internetten hepimizin yapabileceği çok şey var. Yeter ki üşenmeyelim.





.

21 Haziran 2011 Salı

Slow Food Devrimi Türkçe'de


SLOW FOOD DEVRİMİ
Yeni Bir Yaşam ve Yemek Kültürü
Yazar:
Carlo Petrini & Gigi Padovani
Çeviren:Çağrı Ekiz
Karton kapak, Munken kağıt, iplik dikiş, 13x18 cm, 326 sayfa
Slow Food hareketinin sembolü “salyangoz“dur. Hayat içinde sürekli yiyerek yavaş, temkinli ama kararlılıkla ilerleyen salyangoz, cüssesinden beklenmeyecek mesafeler aşar ve geçtiği
yerlerde izini bırakır. Tıpkı simgesi salyangoz gibi, Slow Food hareketi de yola çıktığından beri inanılmaz mesafeler kat etmiş,
1986’da İtalya’da küçük bir grupken, bugün 132 ülkede yaklaşık
100 bin üyesiyle dünyanın en etkili gastronomi hareketine
dönüşmüştür. Slow Food Devrimi’nde “temiz, adil, sağlıklı gıda” prensibiyle endüstriyel gıdalara ve beslenme biçimlerine karşı
mücadele veren ve unutulmaya yüz tutan yeme içme geleneklerinin, tarım yöntemlerinin ve biyoçeşitliliğin korunması
için çalışan bu hareketin heyecan verici macerasını okuyacaksınız.

Vandana Shiva ve Defne Koryürek'in önsözleriyle



Sinek Sekiz Yayınevi

Sürdürülebilir Yaşam Kitapları


10 Haziran 2011 Cuma

Ekolojik Şehircilik: Yerel Yönetim Politikaları, Tasarım Yaklaşımları

Hollanda Mimarlik Enstitüsü (The Netherlands Architecture Institute (NAI) Gezici Çalıştaylar Programı /Debates on Tour Program
13 Haziran 2011 / SALT Beyoğlu. Istanbul.

Hollanda Mimarlik Enstitusu (NAI), Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali – Making City (2012), SALT, Istanbul Bilgi Universitesi ve Urban 4 işbirliği ile İstanbul’ da 13 Haziran tarihinde ikinci Gezici Çalıştaylar (Debates On Tour) programını organize etmektedir. Programın amacı ekolojik şehircilik anlayışı üzerinden ilerleyen farklı tasarım, uygulama ve yerel yönetim yaklaşımlarının Hollanda – Ranstad ve İstanbul üzerinden örneklendirildiği bir tartışma platformu yaratmaktır. Bu amaçla her iki bölgede konu üzerine çalışmalar yapmış uzmanlar bir araya getirilecektir. Etkinliğe çeşitli uzmanlık alanlarından katılımcılar ve öğrenciler davetlidir.
Küratörler: Asu Aksoy (IABR), Chris Luth (NAI), Ceren Sezer (Urban4)

Ekolojik Şehircilik: Yerel Yönetim Politikaları, Tasarım Yaklaşımları
Bu çalıştay büyüme ve gelişme rotasına girmiş kentlerin çevrelerinde yer alan tarım alanları üzerinde büyük baskı oluşturarak tarım ekonomisi ve arazi yapısını hızlı bir dönüşüm sürecine zorladığı olgusundan yola çıkmaktadır. Bu tür verimli araziler genelde su havzaları ve ormanlık alanlara bitişiktir ve tarım arazilerinde meydana gelen değişim tüm ekolojik sistemi olumsuz yönde etkilemektedir. Planlama ve yönlendirme kurum ve mekanizmalarının hızla gelişen kentleşme sürecini denetleyemediği durumlarda kent-dışı çevre üzerindeki baskılar daha da büyüktür. Kentsel büyüme kontrolsüz bir yayılma şeklinde ilerlediğinde bu süreç emisyonların etkisini arttırır ve ekolojik denge büyük bir bedel öder. Bildiğimiz gibi kentlerin ekolojik etkisi geniş kapsamlı bir başlık olan kentsel emisyonlar başlığı altında incelenmektedir. Karbon dönüşümüne etki eden iki ana kategori bulunmaktadır: aerosol emisyonları, sera gazı emisyonları ve katı atıklar; toprak kullanımına dair değişiklikler. BM Habitat’a göre ‘kentleşme toprağın kullanımını değiştiren bir süreçtir. Geçirimsiz yüzeyler yaratarak, sulak alanları doldurarak ve ekosistemi parçalayarak karbon dönüşümünde orantısız etkiye neden olmaktadır’. Kentler geliştikçe CO2 emisyonlarını emme potansiyeline sahip arazileri gasp ederek kentin ekolojik dengesini ayakta tutan tarım arazileri, su havzalarıve ormanlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bu çalıştayda mega kentsel büyüme koşulları altında ekolojik sürdürülebilirliği sağlama konusunu ele alacağız. Bilindiği gibi dünya nüfusunun çoğunluğu artık kentlerde yaşamaya başlamıştır ve kentsel yaşam formları İstanbul gibi mega kentler şeklini alabileceği gibi, Randstad örneğinde olduğu gibi bir çok kentinbirbirine yaklaşarak bir kentsel bölge rejimleri oluşturduğu yoğunlaşmalar olabilecektir. Cevap arayacağımız soru yenilikçi tasarım ve yönetişim stratejileri ve pratikleri sayesinde kentlerin ekolojik olarak kabul edilebilir büyüme sağlayarak emisyonların azaltılmasına katkı sağlayıp sağlayamayacağı olacak. Bu konuları İstanbul ve Randstad örnekleriyle ele alacağız.

PROGRAM
13:30 - 13:45 / Hollanda Mimarlık Enstitüsü’nün Açılış Konuşması
Küratörler: Chris Luth (NAI), Asu Aksoy (IABR, İstanbul Bilgi Üniversitesi) ve Ceren Sezer (Urban4, TU Delft)
13:45 - 14:10 / Konuşmacı: Özdemir Sönmez (Planlama Koordinatörü, Istanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi)
Konu: İstanbul’un Büyümesi ve Ekolojik Dengeleri
14:10 – 14:35 / Konuşmacı: Uğur İnan (Şehir Planlama Müdürü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi)
Konu: Büyüyen İstanbul’da Ekolojik Problematik ve Planlama Yaklaşımları
14:35 - 15:00 / Konuşmacı: Arjen van der Burg
(Şehir Plancısı, Hollanda Çevre Bakanlığı Kıdemli Strateji Uzmanı)
Konu: Hollanda’nın Yeşil Kalbi (The Green Heart) ve Ekolojik Mesele
15:00 – 15:30 / Tartışma - Değerlendirme – moderatör Zeynep Enlil
(Öğretim Üyesi, Yıldız Teknik Üniversitesi / Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü)
15:30 - 15:45 / Kahve Arası
15:45 – 16:10 / Konuşmacı: Cem Çelik (Mimar, Şehir Plancısı, Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)
Konu: Kentsel Tarım ve Ekolojik Sürdürülebilirlik: Arnavutköy
16:10 – 16:35 / Konuşmacı: Dirk Sijmons
(Peyzaj Mimarı / H+S+N Peyzaj Mimarlık Ofisi, TU Delft Peyzaj Mimarlığı Bölümü hocası)
Konu: Ekolojik kentleşme için tasarım stratejileri: Hollanda’dan örnekler
16:35 – 17:05 / Tartışma - Değerlendirme II – Moderatör Gülnur Kadayıfçı (Şehir Plancısı Yüksek Mimar, Arnavutköy Belediyesi Projeler Dairesi Müdürü)
17:05 – 17:20 / Kahve Arası
17:20 – 17:45 / Konuşmacı: Bart Pijnenburg (Tarım/Kent ilişkisi uzmanı, Mensenland)
Konu: Kentsel tarım için stratejiler, yaklaşımlar, oluşumlar: Hollanda’dan örnekler
17:45 – 18:10 / Konuşmacı: - Barış Gençer Baykan
(Bahçeşehir Üniversitesi / Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Merkezi)
Konu: İstanbul’da Kentsel Tarım için Değerlendirme
18:10 - 19:00 / Tartışma - Değerlendirme III - moderatör: Ömer Madra
(Yapımcı, Açık Radyo)
19:00 - 20:30 / Belgesel Gösterimi: Requiem for Detroit - Program sonu

6 Haziran 2011 Pazartesi

Çevre yoksa oy da yok!

Türkiye’de gündemdeki en önemli konu nedir sorusunun cevabı kuşkusuz pek çokları için üç hafta sonra yapılacak seçim. Bir yandan seçim tahminleri, partilerin politikaları veadaylar konuşulurken, diğer yandan seçmenler baraja takılmadan kaygıları temsil edilebilir mi edilemez mi hesapları yapıyor. Yaklaşan seçim hararetle tartışıladursun, bu tartışmalarda en dikkat çekici noktalardan biri çevre konusunda sağır edici bir sessizlik olması. Oysa birkaç ay önce çevre meseleleri gündeme epey bir gümbürtüyle ve ‘acil’ statüsüyle girmişti. Fukuşima’daki nükleer kazanın üzerinden sadece iki ay geçti. Nükleer sızıntının çocuklar dahil bütün insanları, toprağı, okyanusu ve doğmamış nesilleri çok uzun süre ortadan kaldırılamayan bir kirliliğe maruz bıraktığı aşikar da, Akkuyu ve Sinop’a yapılması AKP hükümeti tarafından hevesle planlanan nükleer santrallerin riskiyle bizim nasıl yaşayacağımız belirsiz. Tüm Anadolu’da yapılan ve yapılmakta olan hidroelektrik santrallerin ekolojik dengeyi bozmaktan yerel geçim kaynaklarını yok etmeye, su rejimlerine müdahaleden insansızlaştırmaya varan ciddi boyutlarda sorunlara yol açtığını anlatmak için yollara düşen insanların ‘Büyük Anadolu Yürüyüşü’ hâlâ sürüyor. Daha birkaç gün önce Kütahya’da gümüş madeninde baraj çökmesi sonucu yeraltı sularına siyanür karıştı.
Siyasal bir tercih olarak çevre
Bütün bunlara rağmen çevre siyasetçilerin gündeminde değil. Ancak seçmen için bunu gözardı etmenin yaşamsal sonuçları var. Enerji, ulaşım, şehirleşme gibi konularda siyasetçil
er politika yaparken insan hayatından ve doğada yaratılan tahribattan hiç dem vurmuyorlar. Bunun son örneği Başbakan’ın açıkladığı ‘çılgın’ Kanal İstanbul projesi. Seçim öncesinde oy kaygısıyla açıklanan projenin, asıl tartışılması gereken yönü, gerçekleşmesi halinde yaratacağı ekolojik tahribat açısından nasıl bir çılgınlık olacağı. Bu tartışmaların yapılmaması, seçmenlerin çevreyle ilgili kaygılarının siyasi tercihlerini etkilememesi ve bu kaygıların siyaseten temsil
edilmemesi anlamına geliyor. Bunun değişmesi elzem. Çünkü ancak o zaman siyasetçiler daha ekolojik bir anlayışla politika yapmak durumunda kalacaktır. Bu ekolojik anlayış, en temelde insanlığın kaderinin doğanın kaderiyle birebir örtüştüğünün ve insanın parçası olduğu ekosistemin tahribatının, insan yaşamını da dolaysız ve geri dönülmez biçimde etkilediğinin fark edilmesini gerektiriyor.Tabii seçmenlerin çevreyle ilgili kaygıları olmadığı için siyasal tercih
lerini bu yönde yapmadıkları öne sürülebilir. Bu alanda yok denecek kadar az sayıda araştırma ve kamuoyu anketi yapıldığı için, Türkiye toplumunun çevreyle ilgili hangi kaygıları olduğu bilinmez, toplumun zaten çevreyi bir değer olarak görmediği yaygın bir kabuldür. Oysa çok y
eni açıklanan araştırma sonuçları kabullerimizi sorgulamamızı gerektiriyor. A&G’nin Greenpeace için Nisan ayında yaptığı araştırma Türkiye’nin nükleer santral istemediğini somut bir şekilde ortaya koydu (www.greenpeace.org). Nükleer enerji santralleri konusunda bugün bir referanduma gidilmesi durumunda halkın yüzde 64’ü nükleer santral kurulmasına “hayır” diyor. Enerji ihtiyacımızı karşılamak için riske girmeyip temiz kaynaklara yönelmemiz gerektiği görüşünde olanların oranı ise yüzde 84,2. Peki partilerin tabanları nükleere nasıl bakıyor? AKP’ye oy vereceklerin yüzde 41.5’i, CHP’ye oy vereceklerin yüzde 86.2’si, MHP’lilerin yüzde 77.6’sı, BDP’lilerin ise yüzde 73’ü nükleer santral istemiyor. Nitekim bu anketin yayınlandığı tarihten sonra siyasi partiler nükleer konusunu seçim gündemine sokmamak adına daha temkinli adımlar atmaya başladılar.
Ekolojik yıkım
Türkiye’nin yürüttüğü tepeden, modernleşmeci politikaların yerelde ne tür ekolojik yıkımlara neden olduğunu artık görmek zorundayız. Ülkedeki çevre sorunlarının bir haritasını çıkarsak herhalde çok az boş yer kalır. Özellikle enerji ve maden politikaları, doğa ile çatışmanın en şiddetli tezahür ettiği alan. Planlanan 1700 HES’in ve 47 termik santralin, Sinop’ta ve Akkuyu’da yapılacak nükleer santrallerin, onlarca bölgede yapılan kimyasal madenciliğin yaşamı ne derece sürdürülemez kılacağı; iklim, tarım, sağlık, göç gibi konularda ne sonuçlar doğuracağını biliyor muyuz? Ekonominin büyümesi için nelerden vazgeçmeye hazırız?

Ekolojik anayasa
İnsan ile insan arasındaki çatışmayı düzenlemeyi öngören anayasaların, günümüzün ağır ekolojik krizleri ışığında insan-doğa ilişkisini tanımlayan ve doğanın haklarını tanıyan bir şekilde yeniden yapılandırılması gündeme geliyor. Bazı hukuk otoriteleri doğanın hak talebinde bulunamayacağı düşüncesinden hareketle doğanın bir hak öznesi olamayacağını savunsa da birçok ülkede insan merkezli değil, ekoloji merkezli Anayasa yapma girişimleri sürdürülüyor. Türkiye’de de Ekolojik Anayasa Girişimi iklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğanın önlenemeyen tahribine karşı hangi anayasal önlemler alınabilir, doğayla uyumlu bir varoluş nasıl sağlanabilir, böyle bir varoluş için vatandaşların doğaya karşı yükümlülükleri ne olmalıdır, sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar üretmek için çalışmalarına devam ediyor (www.ekolojikanayasa.org).

Dolayısıyla ekolojik bir anlayış benimsemek, seçime kadar olan süreyi kapsayan sadece kısa vadeli bir siyasal gündem için değil, uzun vadede çevreyle barışık bir toplum yaratmak için gerekli. İşe 12 Haziran seçimlerinde suyumuza, havamıza, toprağımıza, gıdamıza yönelik tehditlere çözüm üretecek milletvekillerini Meclis’e göndermekle başlayabiliriz.

Barış Gençer Baykan, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi
Hande Paker, Bahçeşehir Üniversitesi siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

1 Haziran 2011 Çarşamba

Annelerden Organik Sohbetler


‘Çocuklar için iyi olan, çevre için de iyidir’ fikrinden yola çıkarak, anneleri sağlıklı ve çevreyle dost seçimler konusunda bilgilendirmek amacıyla düzenlenen Annelerden Organik Sohbetler, 4 Haziran 2011 Cumartesi saat 11:30’da Forum İstanbul’da gerçekleştirilecek.

Pembe Candaner’in moderatörlüğünde gerçekleşecek olan oturumda Klinilk’ten Dr. Pınar Dayanıklı, Haber Türk’ten Damla Çeliktaban, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek, Blogcuanne.com yazarı Elif Doğan, yesilist.com’dan Ergem Şenyuva ve Kapbula Organik Şeyler’den Tuba Tuna Yalçuva oturuma katılacak olan annelerle bilgi ve deneyimlerini paylaşacak.

Her ne kadar ataerkil bir aile yapısına sahip olsak da ülkemizde ev ekonomisi denince akla ilk anneler gelir. Çünkü evde neye ihtiyaç var ya da yok, en iyisini anneler bilir. Marketten ne alınacak, hangisi kaliteli, hangisi ucuz... Yani aslında tüketimde en çok söz sahibi olan annelerdir. Peki ama anneler marketten aldıklarını ne kadar yakından tanıyor, organik gıdalar ve katkı maddeleri hakkında neler biliyor?

Gerçekten de yediklerimiz ve kullandıklarımız hakkında işlevleri dışında çok az bilgimiz olduğu bir gerçek. İşte tam da bu konuyla ilgili, dopdolu bir buluşma 4 Haziran Cumartesi günü Forum İstanbul’da gerçekleşiyor. Saat 11.30’da başlayacak olan Annelerden Organik Sohbetler, anne ve anne adaylarının, kendileri ve aileleri için daha sağlıklı, organik ve doğayla dost tüketici seçimleri yapmaları konusunda bilinçlendirmeyi hedefliyor.

Yeşilist, Blogcuanne.com ve Kapbula Organik Şeyler işbirliği ve Forum İstanbul’un desteğiyle düzenlenen Annelerden Organik Sohbetler’de gıdadan giyime, deterjandan ev eşyasına kadar annelerin evi ve ailesi için yaptığı tüketim tercihleri masaya yatırılacak. Tüketilen ürünlerde bulunan kimyasallar, ürün içerikleri, katkı maddeleri, organik ve sağlıklı beslenme gibi konular tüm ayrıntılarıyla tartışılacak, annelerin sorularına yanıt aranacak. Buluşmanın ardından katılımcılar ekolojik ve organik hediyelerle uğurlanacak.

Bilgi İçin; Nuray Büyükbaş
Team İletişim ve Danışmanlık
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...