Moderatörlüğünü SAAPE/LDC Watch'tan Rachita Sharma Dungel'in yaptığı panelde ilk olarak söz alan Kiribati Climate Action Network’ten Pelenise Alofa, kendi kalkınma anlayışlarıyla Batı tipi kalkınma anlayışları arasında fark olduğunu belirten Alofa, Pasifik’te fakirliğin batı tipinden farklı anlamları oldu ğu; fakirliğin gıda, giyecek ve barınma yoksunluğu olarak tanımladıklarını anlattı. Hindistan cevizi üretimi ve balık avcılığına dayalı ekonomide yeterince para kazanamadıkları çünkü AB’nin mümkün olan düşük fiyata ürünlerini aldığını ve ayrıca iklim değişikliğinin tuzlu su sokulumunu arttırdığını ve bunun da hindistan cevizi ağaçlarını öldürdüğünü belirtti.
Assosa Environmental Protection Association’dan (Etiyopya) Mengisu Beyessa iklim değişikliğine sebep olan seragazı emisyonlarının sadece %1’inin en az gelişmiş ülkeler tarafından üretilidiğini ama en çok etkilenenlerin kendileri olduğunu söyledi. Etiyopya’da yapılan çevre değerlendirmelerinde iklim değişikliğinin tarım, sağlık, eğitim gibi alanları da etkilediğinin belirlendiğini ifade etti. Third World Network’ten Meena Raman, BM İklim Değişikliği Müzakereleri'nin ortak fakat farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde seragazı emisyonlarının azaltılması için bağlayıcı bir anlaşma yapmak için başladığını, gelinen son noktada eksikleri olan Kyoto’nun bile ortadan kaldırılmak istendiğini, gelişmiş ülkelerin zayıf ve bağlayıcı olmayan bir rejimi dayattıklarını savundu. Post- Koyoto ifadesinin bu çerçevede yanlış olduğunu, 2012’de ilk taahhüt döneminin bittiğini belirtti. İklim müzakerelerinde gelişmiş ülkelerin küçük gruplar içinde kararlar aldıkları ve şeffaflığın tehlikede olduğunu söyledi. Ekonomik rekabetin iklim değişikliğini önleyecek bir anlaşmanın yapılmasının önüne geçtiğini belirten Raman Aralık 2011’de Güney Afrika’nın Durban kentinde yapılacak 17. Taraflar Konferansı’nda G77 ve AB’nin bağlayıcı bir anlaşmadan yana ortak tavır almaları gerektiğini ileri sürdü.
Jubilee South/Asia-Pacific Movement Debt &Development örgütünden, Lidy Nacpil, “İkli Borcu” kavramını açıklayarak konuşmasına başladı. Atmosferde herkesin eşit hakkı olduğunu, gelişmiş ülkelerin son 100 yıldır atmosferin dengesini bozacak seragazların salımından sorumlu olduğunu ve gelişmiş ve en az gelişmiş ülklere iklim borcunu ödemeleri gerektiğini söyledi. İklim borcunun sadece para transferi ile ödenemeyeceğini, emisyonlarda büyük kesintilere gitmeleri gerektiği ve teknoloji transferinin de önemli olduğunu vurguladı. İklim finansmanında miktarın gerekenden az olmasını ve borç olarak yapılandırılmasını iki önemli sorun olarak ortaya koyan Nacpil ayrıca paranın büyük kısmının karbon kredileri üzerinden mitigasyona gittiğini, EAGÜ için acil olan adaptasyona daha az kaynak ayrıldığını ifade etti. Attac Togo & Pan-African Climate Justice Alliance'dan Abi Samir 2009 yılına kadar Afrika ülkelerinin iklim müzakerelerinde ortak bir pozisyonu olmadığından hareketle PACJA'yı kurduklarını anlattı. İklim değişikliğinin şu an Afrika'da ffilen yaşandığını ve 2 derecelik bir sıcaklık artışının Afrika'nın GSYH'nın % 7'sine mal olacağını belirtti. Son olarak söz alan Sierra Leone Friends of the Earth örgütünden Abubaker Sesay iklim değişikliğini bir soykırım olarak niteledi. G-8 ülkelerinin en büyük emisyon salıcılar olduğunu ama bu ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele için gerçekçi ve elle tutulur önlem almaktan kaçındıklarını savundu.
|
13 Mayıs 2011 Cuma
En az gelişmiş ülkeler ve iklim adaleti
10 Mayıs 2011 Salı
İklim Değişikliği Bahçeşehir Üniversitesi’nde tartışılıyor.
Panel çerçevesinde “Hükümetler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları iklim değişikliği ile mücadelede izledikleri yollar nelerdir?”, “İklim değişikliğine uyumda hangi politikaları izleyecekler?”, “Türkiye iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek? Etkin iklim ve çevre politikalarına sahip olmanın önündeki engeller nelerdir?”, “Yurttaşlar bireysel veya kollektif olarak iklim değişikliği ile mücadelede neler yapabilir?” gibi sorulara cevap aranacak. İklim müzakereleri, yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği konularının da masaya yatırılacağı etkinlik 13 Mayıs 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:
- Borusan Holding Enerji Müdürü Kemal Özbelli
9 Mayıs 2011 Pazartesi
Çalıştay: Başka Bir Organik Tarım Mümkün mü?
Düzenleyenler:
Tarih ve Saat:
Yer: Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Seminer Salonu Bornova İzmir
İlişki için: Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Bornova İzmir
Eposta:
Telefon: 232 3111441
Organik tarım üretimi Türkiye’de ilk defa Avrupa ülkelerinin organik ürün talebi ile başladı. İzmir merkezli olarak başlayan bu hareket hala da daha çok ihracat odaklıdır. Tamamen ticari amaçlı başlayan bu gelişim henüz iç pazarda kendisine doğru dürüst bir yer bulamamıştır. Ülkemizde de dünyaya paralel olarak “endüstriyel organik tarım” diyebileceğimiz daha çok büyük üreticilerce ve hatta şirket çeşitlerine dayanan, monokültür tarzında ve biyoçeşitliliğe önem vermeyen bir üretim biçimi de yavaş yavaş gelişmektedir. Agroekolojik ilkelere pek önem vermeden, büyük tarım ilaçları ve gübre üreticilerince üretilen ve konvansiyonel muadillerinden daha da pahalı ilaç ve gübreler giderek kullanmaya başlanmaktadır. Üreticilere ilk yıllarda verilen primler sıfırlara doğru çekilmeye başlanmıştır. Sertifikasyon da üreticilerin maliyetlerini arttıran önemli bir unsurdur. Bunun ötesinde çiftçiler grup olarak sertifikasyon almaktadırlar. Bu maliyeti düşürüyor olsa da girdi ve pazarlama şirketlerine bağımlılığı arttırmaktadır. Bu haliyle tüketicilerin ödediği göreli yüksek fiyatlar, tüketimin daha çok eğitimli üst gelir gruplarında sıkışmasına yol açmaktadır. Bütün bu gelişmelere karşı yerel tohumlara, sosyal sertifikasyona, şirket ilaç ve gübreleri yerine agroekoloji ilkelerine ve evde, işletmede hazırlanan ilaç ve gübrelere, süpermarketler yerine kooperatifler veya doğrudan pazarlamaya dayanan alternatif arayışlar hem ülkemizde hem de dünyada belirmeye başlamaktadır.
Bir günlük bu çalıştayda akademisyen, üretici, satıcı, kooperatifçi ve profesyoneller olarak bir araya gelerek ülkemizde ve dünyadaki gelişmeleri inceleyerek ülkemiz için sonuçlar çıkarmaya çalışacağız.
Henüz program tam kesinleşmemekle birlikte öğleden önce Türkiye’de bu bağlamda alanda gerçekleşmiş ve çalışmalarına devam eden alternatif uygulamalar kısa sunuşlar halinde dinlenecektir. Bunlar arasında formal bir organik sertifikasına gerek duymadan çiftçileri gruplar halinde örgütleyerek Üniversite çalışanlarına çevre dostu ürünleri aracısız ulaştıran Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi deneyimi, Gönen’de yerel buğday üretiminden ekmek üretimine kadar çevre, çiftçi ve tüketici dostu bir sistem örgütleyen Gönen grubu, çiftçileri örgütleyerek bilge köylü tarımı modelini yaymaya çalışan Üretici Sendikaları grubu ve Bayındır, Dernekli Köyünde permakültür uygulayan Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği ve ekolojik tarımda şirket tarım ilaçları ve ev yapımı ilaçlar konusunda konuşacak olan Ziraat Mühendisi Dr. Füsun Tezcan bulunmaktadır.
12-15 Mayıs 2011 tarihleri arasında İzmir’de organik fuarı da var. Belki bazılarınız ona da katılmak istiyor olabilir. Fuar hakkında bilgi almak için www.ecolgyizmir.com adresine bakabilirsiniz.
Eğer çalıştayımıza katılmak isterseniz lütfen email veya telefonla bildirin
4 Mayıs 2011 Çarşamba
Sürdülebilir Binalarda Bugün ve Gelecek
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİNALARDA BUGÜN VE GELECEK
10-11 Mayıs 2011
10-11 Mayıs tarihinde British Council ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü işbirliğinde 10-11 Mayıs Ankara da “Sürdürülebilir Binalarda Bugün ve Gelecek” konulu konferans düzenlenecektir.
Söz konusu konferansta; Ülkemizde Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği ile başlamış olan sürece uluslararası deneyimlerin aktarılması ve bu alandaki fikirler tartışılacaktır.
Bu çerçevede ilk gün, bugünün çalışmalarına ışık tutacak, performans kıyaslama göstergeleri ve izleme metotları konusundaki gelişmeler yerli ve yabancı konuşmacılarla aktarılacaktır.
Diğer taraftan dünyada yakın gelecekte görmeye başlayacağımız sürdürülebilir bina konseptindeki gelişmeler ve öngörülen politikalar Türkiye için yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle konferansın ikinci gününde sürdürülebilir binalar konusunda tanınmış tasarımcıların ve uzmanların sunuşları ile dünyadaki deneyimler ve Türkiye’deki gelişmeler dinleyicilerle paylaşılacaktır.
Tarih: 10 -11 Mayıs 2011
Yer: 10 Mayıs 2011
Eser Yeşil Binası Turan Güneş Bulvarı Cezayir Caddesi 718. Sokak No: 14
Yıldız, 06550 Çankaya
İnşaat Mühendisleri Odası
Necatibey Caddesi No:57
Teoman Öztürk toplantı Salonu
Kızılay Ankara
Binanızın enerji verimliliğini test etmek için tıklayın
http://www.britishcouncil.org/turkey-science-current-projects-ministry-public-works.htm
3 Mayıs 2011 Salı
EKO IQ’nun 9. sayısı çıktı!
Türkiye’nin ilk “Yeşil İş ve Yaşam” dergisi EKOIQ’nun Mayıs-Haziran 2011 sayısı çıktı. EKOIQ, dokuzuncu sayısında Fukuşima felaketinden sonra ana dosya olarak nükleer enerji tartışmasını gündemine alıyor. Nükleer enerji gerçekten de küresel ısınmanın panzehiri olabilir mi? Steward Brand, James Lovelock, Amory Lovins, Andrew Winston gibi uzmanlar tartışıyor. Peki, kazalar neden oluyor?
Sürdürülebilir turizmin ilkeleri ilk olarak 1992 Rio Konferansı’nda tanımlanmaya başlandı. İlk zirve ise yirmi yıl sonra 2002 yılında yapıldı. Önümüzdeki yıllarda yeşil turizmin büyük bir patlama yapması bekleniyor. Hazır yaz yaklaşırken EKOIQ Ekoturizm dosyasını okurlarıyla paylaşıyor. Uzun yıllardır birçok yürüyüş yolunun rotasını çizen Ersin Demirel’in deneyimleri ise zihnimizi açıyor.
Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.
EKOIQ’nun 9. Sayı (Mayıs-Haziran) İçeriği:
22- Şirketlerin Yeşil Dönüşümü
Sonunda post globalleşme dönemine girdik. Regülasyon, kıtlık, tüketici davranışı ve inovasyon… Yeni iş modellerini ateşleyecek başlıklar artık budur…
Türkiye’nin en önemli stratejik iletişim ve itibar yönetimi uzmanlarından biri olan Salim Kadıbeşegil, sosyal sorumluluk kavramının bugüne kadar yaşadığımız sosyal sorumsuzluğun açık seçik bir kanıtı olduğunu söylüyor.
Tarihi 1872’e kadar uzanan Popular Science Dergisi, 2010 yılının yeşil inovasyonlarını inceledi. En iyi 6 yeşil teknolojik icat EKOIQ’da…
Nükleer enerjiyle ilgili tartışmalar bitecek gibi gözükmüyor. Bu arada, dünyada birçok nükleer tesis çalışmaya devam ediyor, yenileri için anlaşmalar yapılıyor. Peki, nükleer enerjinin geleceği var mı?
50-Çocukları Değiştir, Dünya da Değişir
Avrupa Komisyonu’nun öncülüğünde yıllardır birçok Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen Avrupa Birliği Sürdürülebilir Enerji Haftası (EUSEW), Santral İstanbul’un organizasyonuyla bu sene Türkiye’de gerçekleştirildi.
56-Yabancı Müşterilerin Sürdürülebilirlik Taleplerine Hazır mıyız?
Büyük firmalar iş süreçlerini sürdürülebilirlik kurallarına göre uyarlamaya karar verdiler. Tedarikçilerden de aynı şeyi bekliyorlar. Peki, Türkiyeli şirketler bu sürece ne kadar hazır?
60-Torunlarımız da Tatil Yapabilsin Diye: Ekoturizm
2002 yılından beri sürdürülebilir turizmin ilkeleri belirlenmeye çalışılıyor. Ama asıl olan kitle turizminin sürdürülebilirlik ilkelerin benimsemesi…
68-Karbondioksite Röveşata
Almanya Bundesliga’da takımlar iklim değişikliğinde bir adım öne geçmek için de mücadele ediyorlar. Başı ise 1. FCV Mainz 05 çekiyor.
World Resource Institute ve Embarq’ın Türkiye ayağı SUM’ın, 6-8 Nisan tarihleri arasında düzenlediği “Sürdürülebilir Ulaşım 2011 Sempozyumu”nda insan merkezli ulaşımın ilkeleri ortaya kondu.
76-Yeşil Bir Ekonomiye Doğru
UNEP tarafından hazırlanan 626 sayfalık “Yeşil Bir Ekonomiye Doğru” başlıklı rapor, tüm sektör yöneticilerinin başucu kaynağı olmalı.
80-“Bisikletle 6 Trilyon Cebimizde Kalabilir!”
Bisikletliler Derneği Genel Başkanı Murat Suyabatmaz, bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu topluma ve devlete kabul ettirmeye çalışıyor.
88-Sürdürülebilirlik Raporları Ne İşe Yarıyor?
KPMG ve Futerra’nın küresel çapta hazırladığı “Sürdürülebilirlik Raporları 2010 Anketi” çok çarpıcı sonuçlar içeriyor.
98- Evladiyelik İnsan Yerleşimleri: Permakültür
Kendine yetebilen, dışarıdan enerjiye ihtiyaç duymayan; bütün çıktıları kendi içinde kullanılabilen, dolayısıyla atık üretmeyen sistemler kurmak mümkün müdür? Permakültür, bu soruya “Evet” diye yanıtlıyor.
106- Sürdürülebilir Bir İş Modeli Mümkün mü?
Bugünkü ekonomik sistem daha çevreci bir yöne mi evrilecek yoksa sistem içi iyileştirmelerle uğraşmak sadece zaman kaybı anlamına mı geliyor?
Sıfır karbon emisyonlu, sağlıklı ve zevkli bir tatil mümkün. Türkiye’de birçok yürüyüş rotasının oluşmasına önayak olan Ersin Demirel anlatıyor.
116-Geri Dönüşüm İçinYeni Çözümler
Atık ve geri dönüşüm uygulamaları için özel olarak tasarlanan 30’un üzerinde makineden oluşan Wastemaster serisiyle hizmet veren SİF JCB İş Makineleri Endüstriyel Ürün Müdür Yardımcısı Ayşegül Çetinel’le birlikte Dönkasan Kâğıt Geri Dönüşüm tesisini ziyaret ettik.
Prof. Dr. John Harte, uzun yıllardır insan faaliyetlerinin biyoçeşitlilik üzerine etkilerini araştırıyor. Harte, iklim değişikliği ve enerji kaynakları üzerine deneyimlerini EKOIQ ile paylaştı.
Greenpeace Akdeniz İletişim Sorumlusu Deniz Sözüdoğru, Rusya ile imzalanan nükleer anlaşma metinin çok önemli sorunlar içerdiğine dikkat çekiyor.
Haberler: Ekolojik Eczane Levhası, Havalimanında Geri Dönüşüm Rüzgârı, HES’ler Balıkları da Tehdit Ediyor…
Kitap: “Ekolojik Borç: Küresel Isınma ve Milletlerin Zenginliği”, “Ültimatom”, “Permakültüre Giriş”
29 Nisan 2011 Cuma
Abesle iştigal proje ve gerçekler
Şimdi gelelim en son proje önerisine. Size çok basit dilde anlatayım. Karadeniz'i bir tatlı su havuzu olarak düşünün. Nedeni de basit çünkü bu havuza giren tüm sular (nehir veya yağmur suyu) tatlı su. Peki o zaman Karadeniz neden tatlı su havuzu değil? Çünkü Çanakkale ve İstanbul Boğazı altından gelen ve belirli eşikleri belirli rüzgar koşulları altına aşan tuzlu ve de dolayısı ile yoğun Akdeniz suları Karadeniz’i bugünkü tuzluluk seviyesine getirdi. Geçmişi o kadar da taze ki en son hali 3500 senelik ve bildik tarihi de 12.000 senecik.
Durduk yerde neden Karadeniz havuzu diyorum değil mi? Karadeniz'i az tuzlu bir havuz diye düşünün hem de Akdeniz'den ortalama 30 cm yüksek. İşte bu nedenle bu havuzun fazla suyu Boğazlardan akar durur ama havuza giren su belli ve doğanın açtığı bu kısıtlı musluktan çıkan su belli. Yani Karadeniz havuzunu boşaltan bir musluk vardı. Ama doğanın yarattığı bir musluk ve dengesini ancak son 3500 senedir sürdüren bir musluk.
Şimdi siz bir ikinci musluk takmayı planlıyorsunuz hem de 25 metre derinlikte, yani musluk sadece Karadeniz'in suyunu Marmara'ya akıtabilecek ama alttan girmesi gereken su bu yeni kanala giremeyecek. Doğanın dengeleri bozulacak ve ne olacak?
Ne olur biliyormusunuz, ah keşke bilebilsek.
Ama her ne olursa hiçbir zaman geri dönüşü olmaz, doğal dengeler bozuldu mu geri dönüş maalesef yok.
Akıl mantık basit. Havuza takılı bir musluk vardı şimdi ikinci musluğu takmayı planlıyorsunuz. Eh iyi de havuza gelen su miktarı artmayacak ki. Yani Tuna, Dinyeper Dinyester siz musluk taktınız diye debisini arttırmayacak ki? Diğer bazı kanalları örnek göstermek demek Karadeniz'in Marmara'nın oşinografik gerçeklerini bilmemek demektir. Böyle bir sisteme sahip bir deniz yerkürede yok, sadece bizde ama değerini bilirsek elbette. Ben talebelerime derslerde Marmara'yı anlatırken onu sağlıklı Akdeniz ve sağlıksız Karadeniz'in astımlı doğan çocuğu derim. Yani doğuştan solunum zorluğu çeken bir deniz ve de dikkat edilmesi şart olan bir deniz. Onu kurtaran Karadeniz'den gelen ve jet akım halinde Boğazdan Marmara'ya çıkan ve 25 metrelik üst tabakayı 3 ayda bir değiştiren Karadeniz suyu. O çıkışta öyle harika işler yapıp alt tabakadaki suyu yukarı çekiyor ki sormayın gitsin. Marmara'ya oksijen pompalayan ise Çanakkale'den gelen alt su. Takın bu sisteme tek taraflı bir musluk ve seyreyleyin olacakları. Ben karada olacaklardan bahsetmiyorum denizdekiler benim uzmanlık alanım.
Başka tarafları da var elbette bence bu proje hiçbir zaman yapılamaz çünkü sınır aşan sular gibi sınır aşan deniz bu, debisi ile rejimi ile oynayamazsınız. Şimdi Almanya Avusturya Tuna'üzerinde muazzam bir baraj kursa suyu akıtmasa ne olur. Karadeniz'in felaketi olur. Altta verilen su bütçesi alt üst olur.
Kiminiz bu hoca da her şeyi biliyor demişsinizdir. Ama ben aşağıda verilen ve Marmara Denizinin bütçesini çıkartan ekibin parçasıydım. İstanbul Boğazının altını 4 defa al bayrak rengi kırmızıya boyayan (Rhodamin boyası ile) ekibin başı idim. Yani İstanbul Kanlizasyon Deşarj projesinin gerçekleşmesinde, Haliç'in temizlenmesinde emeğim, alın terim çoktur. Ve de dediklerim doğrudur. Havuza ikinci musluk takarken havuzun daha hızlı boşalacağını da hesaplamalısınız öyle iki mimara ısmarlama ile olmaz bu işler. Keşke iş, en boy yükseklik ve debi ile hallolabilseydi. Ben size hemen şimdiden diyeyim. Karadenizin su rejimini değiştirirseniz size hesap sorarlar daha da dos doğrusu yaptırmazlar. Hani neden boğaza köprü yaparken 64 metre yapmak zorunda kalıyoruz, 50 yapsak neden olmuyorun cevabı gibi. İşte aşağıda Marmara’nın su ve tuz bütçesi, öyle şappadanak ortaya çıkan bir şey değil, kaç kişinin alın teri var ve bu sistemi sürdüren yegane güç Karadenize giren ama sadece Boğazdan çıktığı hesap edilen tatlı su. O da %95 Tuna suyu, yani Tuna'nın debisi bizim için hayati öneme sahip. Siz durduk yerde Karadeniz havuzuna giren tatlı suyun debisini arttırmadan havuzu tek muslukla boşaltmak yerine bir musluk daha takarsanız sistem alt üst olur.
Aslında bunu anlamak için ne bilim adamı olmak gerek ne de alim, basit havuz problemi hani şu ilk okul çocuklarına çözdürülen cinsten.
Saygılarımla,
Prof Dr A. Cemal Saydam
ODTÜ Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi(Emekli)
Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi
28 Nisan 2011 Perşembe
Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri
kıda bulunarak “türetim” yapmış olan kişiler... Konuşmada potansiyel ‘türeticileri’ balkonlarında, apartmanlarının ya da evlerinin bahçelerinde, şehrin çeperlerinde üretime ve paylaşıma davet eden oluşumlardan bahsedildi. Sistemin sadece ekolojik gıda değil yeni bir değer sistemi yaratma gücü de vurgulandı. Konuşmanın sonunda ise üniversitelerin bu alanda hem bilimsel araştırma hem de “türetme” yönünden öncülük yapmaları istendi.
“Yerelliği ve basitliği idrak etmeliyiz”
Slow Food / Fikir Sahibi Damaklar kurucu lideri Defne Koryürek öncelikle insanın basit birer organizmadan ibaret ve dünyanın bir ortağı olduğunu idrak etmesi gerektiğini belirterek konuşmasına başladı. Yerelliği anlamanın önemiyle ilgili ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan lüfer örneğini verdi. Yerelliği ve basitliği özümsemedikten sonra ekonomiler kurmanın sonuç vermeyeceğini belirten Koryürek “Denizimize, havamıza, suyumuza bakmamız gerekiyor; hergün eve satın aldığımız gıdanın miktarına bakmamız gerekiyor; ürettiğimiz çöpün miktarına bakmamız gerekiyor.” dedi
eri gıdadan nasıl etkilenebileceğini anladıkları zaman ekolojilerine uygun tüketim metodlarını ister istemez geliştireceklerini ifade etti.
Bir Umut Derneği’nden Utkan Yetimoğlu, yaklaşık beş yıldır sürdürdükleri üreticiden tüketiciye ekolojik ürün dayanışma ağını anlattı. Üretici köylüden alınan zeytinlerin İstanbul’da 20 ilçeye dağılmış gönüllülerin desteğiyle yaklaşık 1000 dar gelirli işçi ailesinden oluşan tüketici ağlarına elden dağıtarak ya da eve teslim edildiğini belirtti. Ürünlerin kimyasal kullanılmadan üretilmesi ve üreticiye adil fiyat verilmesi gibi kriterleri gözettiklerini ifade etti.“Ekolojik gıdaya ulaşmak herkesin hakkı”
Yetimoğlu’nun aktardığına göre Marmaris Turunç bölgesinde yaklaşık 20 bin kızılçam ağacını yok edecek maden çıkartma işlemine yapılacak hazırlıkların bal firması tarafınd
an destek görmesi üzerine bölgedeki bal üreticileri firmayla çalışmak yerine Bir Umut’un dayanışma ağına dahil olmuş ve böylece dernek aracılığıyla üreticilerinden alınan bal bir yıldır İstanbul’daki tüketiciye doğrudan ulaşır olmuş. Kent çeperlerindeki arazilerde tarımsal üretim yapılmasını sağlamak amacıyla Avcılar-Firuzköy’de, Emanetçiler Derneği’nden geleneksel tohum temin ederek imece usulü üretim yapmaya başladıklarını belirten Yetimoğlu biraradalığın ve dayanışmanın çoğalmasıyla hayatın daha da kolaylaşacağına inandığını söyledi.
ikro ölçekte sürdürülebililirliği sağlayacak mekanizmaların tarif edilmesi ve bu sistemlerin artıları ve eksileri değerlendirmesinin önemli olduğunu ifade ederek başladı.Makro ölçekte de sorunun köylünün ve şehirlinin nasıl mutlu olmayı hayal ettiği üzerinden tartışılması gerektiğini söyleyen Birder “Köylünün mutluluk anlayışını değiştiriyorsanız, ekolojik ve yerel gıdaya erişim şansınız azalır. Köylünün hayali üretimden aldığı başka bir noktaya geçmekse orada bir sorun vardır. Sosyal ve kültürel değerlerin erozyona uğramamasını sağlamak zorundayız. Bunu nasıl sağlayabiliriz? Ucuzlaştırılmş topraklar el değiştiriyor, köylü borçlanıyor. Devletin ve özel sektörün köylünün borçluğununu arttırmaması gerekiyor. Genç nesil köylerden kopuyor, şehirlere göçüyor. Yerel tohum, biyoçeşitlilik ortadan kalkıyor” diyen Birder bu şartlarda yerel gıda üretiminin devam etme şansının olmadığını savundu.
“Üreticilerin sorunlarını aşmak için kooperatif kurduk”
- Üyelerin tarımsal üretimine destek olabilmek, bilgi aktarmak, ürünlerini pazarlamak.
Anadolu’nun zenginliği olan yerel çeşitlerin korunması, geliştirilmesi, yaşamını sürdürmesi ve ıslahı içinçalışmak.
- Genetiği değiştirilmiş, patentli ve hibrit tohum kullanmamak.
Küçük işletmelerin doğa dostu yöntemlerle tarımsal faliyetlerini sürdürmeleri için çaba göstermek.
“Yanlış hayatlar doğru yaşanmaz”
Bayramiç Yeniköy’den Nermin Kaplan, Çanakkale’nin Bayramiç ilçesindeki Yeniköy’de ekolojik-köy girişimi toplantılarında bir araya gelen 8 kişilik bir kollektif olduklarını, 45-50 dönüm tarıma elverişli bir araziyi kullandıklarını ve yerel üretime destek verdiklerini ifade etti. Muratlar köyündeki kadınların salça, bulgur, erişte, ekmek gibi yerel üretimlerini sipariş üzerine tüketicilere ulaştırdıklarını ve üretimlerinde Havran kızılcası, sarı buğday gibi yerel tohumları kullandıklarını belirtti.
Tarımdaki dönüşümü kişisel tarihi üzerinden anlatan Kaplan “Köy kökenliyim, köyde doğdum, üniversiteye gelinceye kadar Muğla-Köyceğiz’de küçük çiftçi bir ailenin yanında yetiştim. 80’lere kadar doğal hayatın ve tarımın çok daha az girdiyle sürdürüldüğü, tohumun üretilen üründen alındığı, ertesi sene onun ekildiği bir süreçti. 83 sonrası ithal tohumlar, kısır tohumlar, GDO’lu tohumlar girmeye başladı. Geleneksel üretim yapan köyler hızla boşalır oldu”dedi. Panelde değinilen küçük dönüşümleri önemli bulan daha büyük değişimler için merkezi politikalar gerekliliğini savundu.
“İstanbul’da 180 kent bahçesinde tarım yapacağız”
Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur kent bahçeciliğinin dünyada son 20-25 yıldır popüler hale geldiğini çeşitli ülkelerden örneklerle anlattı. “Küba'nın başkenti 2,2 milyonluk Havana'da, şehirlilerin tükettiği besin maddelerinin % 80’i kent bahçelerinde üretilmiş. Moskova'da yaşayanların üçte ikisinin kent bahçesi var. Kanada'nın Montreal kentinde geçen yıl kent bahçelerinde 80 ton üretim yapılmış. Şanghay'da 2500 kilometrekarelik alan yine kent bahçesi.” İstanbul’da bu sene 180 bahçede 4 ton sebze üretmeyi hedefledikleri belirten Timur bahçelerde ekilecek geleneksel tohumları çifçitlerden temin edeceklerini, semt toplantıları yaparak insanların ne kadar bahçesi var, neler ekecekler ve diğer ihtiyaçlarının tesbitini yapacaklarını öte yandan ekmeyi, biçmeyi bilmeyenler için bir eğitim düzenleyeceklerini belirtti. Timur, İstanbul’da dar gelirli aileler bütçelerinin %40-60’ını gıdaya harcadıklarını ve bir evin arkasında 30 m2 bahçe varsa ve doğru ekim yapılırsa aileye yetecek kadar üretim yapılabileceğini ifade etti.
Panelin ardından katılımcılardan gelen aşağıdaki sorular çerçevesinde konuşmacılar görüşlerini bildirdiler.
-Kentte hangi suyla tarım yapılabilir?
-“Köylüyü yerinde tutacak” unsurlar nelerdir, bunun için nasıl politika geliştirilmeli?
-Kutu sistemi nasıl işler, küçük çiftçiye katkısı nedir?
-Yerel ekolojik gıda sisteminde üretici tüketici arasındaki sosyal ilişkinin görevi nediri nedir?
-İsyan etmeyen, talep etmeyen toplumda bu hareket nasıl yaratılabilir? Nasıl devam eder?
-Şehir bahçeleri konusunda toplumsal dönüşümü hızlandırmak adına hastaneler, bakımevleri, kimsesiz çocukların kaldığı yerler gibi ya da kamusal alanların bahçelerinde ortak bir çalışma yapılamaz mı?
-Bu sistemlerin sürdürülebilirliği adına önemli bir hedef kitle olan ilk öğretim düzeyindeki çocuklara ne tür projeler yapılıyor?
İlgili web siteleri:
Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü: http://on.fb.me/jM3r6V
Slow Food Fikir Sahibi Damaklar: http://www.fikirsahibidamaklar.org/
Toprakana Yerel Ürün Kooperatifi: http://www.toprakana.com.tr/
Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi: berinerturk@gmail.com
Birlikte Umut Derneği Üreticiden Tüketiciye Ürün Dayanışması: utkan.yetimoglu@gmail.com
Bayramiç Yeniköy- http://www.bayramicyenikoy.com Yeryüzü Derneği: http://www.yeryuzudernegi.org/
21 Nisan 2011 Perşembe
20 Nisan 2011 Çarşamba
Gri Su Geri Kazanım Sistemi
Gri su nedir?
Gri su, siyah su (tuvalet suyu) haricinde bir evden boşaltılan atık suların genel adıdır, yani duştan, küvetten, lavabodan, mutfaktan, bulaşık ve çamaşır makinesinden gelen sulardır. Gri su sabun, şampuan, diş macunu, yiyecek parçaları, pişirme yağı, deterjan ve saç gibi maddeleri içerir. Gri su evsel atık sular içinde en büyük orana sahiptir. Genellikle evsel atık suyun %50 – %80 ’i gri sudur.
Şekil. 1: Başlıca gri su kaynakları
Gri su geri kazanımının faydaları
• Kullanım suyu olarak yüksek kaliteli içme suyunu kullanmak yerine, içme suyu kalitesinde olmayan arıtılmış gri su kullanarak içme suyu kullanım miktarımızı azaltırız ve böylece doğal su kaynaklarımızın korunmasına yardımcı olmuş oluruz.
• Yerinde arıtımı yapılan gri su ile kanalizasyona verilen atık su miktarı azalacağı için belediyeler tarafından yapılan ve yüksek fiyatlara maal olan arıtma sistemlerinin hacmi azalacaktır ve yatırım maliyetleri düşecektir.
• Gri su geri kaz
anım sistemleri içme suyu kullanım oranlarını azalttığı için şebeke suyu dağıtım maliyetlerinin de azalmasına sebep olacaktır.
• Gri su özellikle kurak bölgelerde bahçe sulama ve bitki yetiştirmek için değerli bir su kaynağıdır.
• Gri su, siyah sudan çok daha az miktarda Azot içerir. Atık suda bulunan Azot
un %90’ı siyah sudan gelir. Azot ise kirletme etkisi en ciddi ve sudan en ayrışması zor maddedir. Bundan dolayı gri suyun arıtılması siyah suya göre çok daha hızlı ve kolaydır.
• Gri su sulama suyu olarak kullanıldığında iyi bir gübre kaynağı ve besleyici su olma özelliği de taşır.
Tasarruf Potansiyeli
Gri su geri kazanımı konutlarda %50’ye varan oranlarda su tasarruf sağlar. Bu oran otel, yurt gibi ticari işletmelerde %60’ın üzerine çıkmaktadır. Binalarda kullanım suyu olarak arıtılmış gri suyun kullanılması su faturalarının fiyatlarının da %50’ye varan oranlarda düşmesine sebep olacaktır. Bu sırayla şebeke suyu dağıtım sisteminin yoğunluğunu azaltacak ve atık su miktarımızı da azalacaktır.
Çevresel Faydaları
Gri su sistemleri atıksu oluşumunun miktarını azaltmasına ek olarak doğal içme suyu kaynaklarımızı da korumamızı sağlar. Gri su siyah suya göre daha kolay ve hızlı bir şekilde arıtıldığı için gri su geri kazanım sistemleri klasik arıtma sistemlerine oranla daha az enerji tüketirler. Genel olarak düşük enerji sistemleri yüksek enerji harcayan sistemlere tercih edilmelidir. Ayrıca gri su geri kazanım sistemleri gri suyun bileşiğinden dolayı düşük seviyede karbon gazını atmosfere verir.
Ekonomik yönden değerlendirilmesi
Bireysel gri su geri kazanım sistemleri, basit ekipmanlardan oluşabileceği gibi yüksek teknolojiye sahip çok yüksek kalitede kullanım suyu sağlayan farklı metotlardan oluşabilmektedir. Depolama, ince filtrasyon, biyolojik arıtma, membrane filtrelerden süzme gibi işlemlerden geçirilen gri su yüksek kaliteli kullanım suyu olarak tuvalet rezervuarlarında, bahçe sulamada, çamaşır yıkama
da ve araba yıkama gibi kaba temizlik işlerinde kullanıldığında büyük ölçüde tasarruf sağlanılmasına katkıda bulunur.
Kalitesi İspatlanmış Arıtma Teknolojisi
Membran biyoreaktörler gelişmiş aktif çamur yöntemleri olarak nitelendirilir. Membranlardaki mikro gözenekler sayesinde katı sıvı ayrımı ileri seviyede yapıldığı için ikincil bir temizleme prosedürüne gerek duyulmamaktadır. Sistem, bir ön arıtma deposu ve MBR deposundan oluşmaktadır. Sistemin çalışma prensibi kısaca şöyledir, ön arıtma deposuna alınan su biyolojik olarak arıtıldıktan sonra gri su bakterisiz atık su elde etmek için özel vakumlama tekniği ile membran filtrelerden süzülerek partiküllerden, mikroplardan, bakterilerden ve virüslerden arındırılır. Membran biyoreaktör sisteminden elde edilen suyun kalitesi diğer sistemlere göre çok daha yüksektir. Ayrıca MBR sistemleri geleneksel arıtma sistemlerine göre daha kısa sürede arıtma işlemini gerçekleştirdiğinden dolayı sistem için daha küçük yere ihtiyaç duyulmaktadır.
Arıtılmış Suyun Kalitesi
Parametreler | Birim | Sonuç |
BOİ | mg/L | < 5 |
KOİ | mg/L | < 30 |
AKM | mg/L | < 1 |
Bulanıklık | NTU | < 1 |
e-koli | 1/100mL | Bulunamadı |
Koliformlar | 1/100mL | < 1 |
Virüslerin Engellenmesi | % | 99,9999 |