19 Ekim 2010 Salı

Türkiye'de Enerji Verimliliğinin durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü

Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin düzenlediği,“Türkiye’de Enerji Verimliliğinin Durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü” başlıklı raporunun sunulduğu toplantı 9 Ekim 2010 günü İstanbul Beyoğlu'nda gerçekleştirildi.

Yeşilgüç Enerji ve Çevre Danışmanlığı şirketinden Tülin Keskin ve Marmara Belediyeler Birliği danışmanı Halil Ünlü tarafından hazırlanan rapor, Heinrich Böll, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü,Center for Monitoring and Evaluation (Sırbistan), Center for Ecology and Energy (Bosna Hersek) ve Center for Progressive Technologies (Çek Cumhuriyeti) ile ortaklaşa yürütülen "STK'ların ve Belediyelerin Enerji Verimliliği Kapasitelerini ve Networklerini Güçlendirmek” başlığı adı altında Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen 2 yıllık projenin ilk çıktısı olarak sunuldu.

Açılış konuşmasını yapan Heinrich Böll'den Ulrike Dufner, dört ülkede yürütülen bu projenin amacının enerji verimliğiliğini karar vericiler ve kanaat önderleriyle tartışmak olduğunu söyledi ve enerji verimliliğine ilişkin uygulamalarda belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının başlıca paydaşlar olduğunu vurguladı. Toplantının moderatörlüğünü üstlenen Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin Türkiye'de, enerji verimliliği gibi alanlarda Türkiye'nin durumunun genelde yurtdışındaki projeksiyonlardan elde edildiğini; bu raporun Türkiye'ye özgü veri ve altyapı oluşturması açısından bir örnek teşkil ettiğini söyledi.

Raporun "Türkiye'de Enerji Verimliliği" bölümünü yazan Tülin Keskin sunumunda geniş bir perspektiften Türkiye'nin enerji dengesini ve enerji verimliliğini değerlendirdi. Türkiye'nin birincil enerji tüketimi %100'den fazla artığını ve bu artış ile OECD ülkelerinde ilk sırada olduğunu belirten Keskin, 2008 yılında 106 milyon TEP olan birincil enerji tüketiminin 2009'da eknomik kriz ile birlikte 99.5 milyon TEP'e düştüğünü ve enerji ithalatının 20 milyar azaldığını ekledi.
Keskin’in sunumundan bazı önemli veriler ve saptamalar:
2008 yılında ülkede enerji talebinin %92’si fosil yakıtlardan (%32 doğalgaz, % 30 petrol, %30 kömür) oluştu.
Türkiye’de enerji talebi artıyor ama enerji üretimi görece sabit kalıyor. Türkiye % 73 oranında ithal enerjiye bağımlı.
2008 yılında yerel enerji üretiminin %57 kömür iken rüzgarda %1,5 seviyesine yeni ulaşıldı. Hidroliğin payı ise % 17.
Türkiye’de 170 kin konut jeotermal enerji ile çalışıyor ve 5 milyon kişiye ulaşabilecek potansiyel var
Türkiye’de 13 milyon güneş kollektörü var ama sadece sıcak su için kullanılıyor.
2007 toplam nihai enerji tüketiminin %39’u sanayiden, %36’sı konuttan, %20’si ise ulaşımdan kaynaklanıyor. Ekonomik kriz halkın enerji tüketimini vurmadı, sanayiyi vurdu. Konutlarda enerji tüketimi arttı.
Enerji Verimliliği Kanunu 2007’de çıktı. Eğitim-bilinçlendirme faaliyetleri başladı. Kobilere ve endüstriyel kuruluşlar için sınırlı hibe programları mevcut
Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü’nün “Enerji Verimliliği, Statüsü ve Gelecek Planlaması” dökümanında endüstride %15, inşaat sektöründe % 35 ve ulaşım sektöründe % 15 asgari enerji tasarrufu potansiyeli belirtilmiş. Tülin Keskin bu rakamaların alt eşikler olduğunu ve daha üzerine çıkabileceğini vurguladı (Konutta %50-60 oranında)
Enerji Verimliliği aynı zamanda bir istihdam alanı. 8 milyon binanın 2017’ye kadar enerji kimlik belgesi alması iş alanı yaratacak.
Türkiye için enerji tasarrufu önerileri
Enerji politikalarındaki arz yanlı bakış değişmeli
Karbon emisyonu azaltım senaryosu, enerji verimliliği ile ilişkilendirilmeli
Enerji verimliliği hedefleri ve stratejileri belirlenmeli
Enerji verimliliğinin teşvik edilmesi
Belediyeler enerji verimliliği politikalarında aktif rol olmalı.


Marmara Belediyeler Birliği danışmanı Halil Ünlü raporda yazdığı “Enerji Verimliliği ve Yerel Yönetimler” başlıklı bölümü sundu. Ünlü, dünya nüfusunun yarısının kentlerde ve 2010 kent nüfusunun %75’inin ise düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşadığını belirterek konuşmasına başladı.
Ünlü’nün sunumundan bazı önemli veriler ve saptamalar:
Uluslarararsı Enerji Ajansı'nın verilerine göre dünya enerji tüketiminin %60 ile 80'i kentlerde gerçekleşiyor.
Türkiye’de 2008’de nüfusun %75 kentlerde belediye sınırları içinde. Bu da 53, 6 milyon kişiye denk geliyor.17.9 milyon kişi de kırsal kesimde yaşıyor.
Karbon emisyonlarının %80’i, fosil yakıtlardan geliyor.
Kentlerde binalar (sanayi tesisleri, işyeleri, konutlar) seragaza etkisi yapan en önemli kaynağıdır.
Sürdürülebilir kentler 3-E kuralı vardır: Ekoloji, Ekonomi, Eşitlik
Eko kent: kısa mesafelerin kenti olarak da bilinir. Ulaşımda öncelik sırası şöyledir: Yaya, bisiklet, topluma taşıma ve motorlu araçlar

Kent yönetiminde belediyelerin enerji verimliliğinde üstlenebileceği roller nelerdir?
Enerji verimliliğinde başarıda temel odaklar kentler olmalı
Belediyeler kentsel hizmetlerin sunucusudurlar. Planlama, imar, ruhsatlandırma, altyapı konut, ulaşım gibi
Belediye kentin enerji envanterine göre planlama yapmalı, şeffaf olmalı.
Tüzel kişiliği ve bütçesi olan belediyeler tüketim ihtiyaçlarında yeşil alım yapabilir, konut projelerinde enenrji verimliliği dikkate alabilir.
Örneğin TOKİ, ihale ettiği yapım ve onarım işlerinde enerji verimliliği şartı koyabilir.
TOKİ kendi bina ve tesislerinde enerji verimliliğini sağlayabilir.
Ulaşım araçlarında temiz enerji kullanılabilir.
Suyun tasarruflu kullanımını sağlanabilir..
Yaya ve bisiklet yolları ve toplu taşıma olanakları arttırılabilir.Enerji Verimliliği konusunda halkı bilinçlendiri etkinlikler ve eğitici faaliyetler organize edilebilir.
İstanbul da 10 bin kamu binası var, bunların 1000’i belediyeye ait. Bunlara yönelik bir enerji verimliliği programı geliştirebilir.
Kentlerin toplam enerji tüketimi ve tasarruf potansiyelleri, yenilenebilir enerji potansiyeli belirlenmeli
Yerel bazda uygulanabilir enerji verimliliği politikaları, yenilenebilir enerji programlarıyla uyumlu hale getirilmeli

Kaynak:
Türkiye’de Enerji Verimliliğim Durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü (2010) M. Tülin Keskin & Halil Ünlü, Heinrich Böll Stiftung Derneği Tükiye Temsilciliği








18 Ekim 2010 Pazartesi

Moda Sahili'ne Hançer

Dev “Corner Otel”e Hayır Platformu, Moda sahilinde hızla yükselen Corner Otel özelinde İstanbul’da hızla devam eden İmar Rantları’na karşı 23 Ekim 2010 Cumartesi günü Kadıköy İskele Meydanı, Atatürk Anıtı önünde bir basın açıklaması yapacak. Tüm Kadıköylüler ve İstanbullular davetli.
Saygılarımızla,
Kerem ATEŞ
Platform Basın Sözcüsü

8 Ekim 2010 Cuma

Çevrecinin Paradoksu

Neden çevresel sıkıntılarımız daimi olarak artarken, insan refahı dünya çapında iyileşiyor?

Yazı: Leo Hickman
Çeviren: Deniz Aytekin
3 Eylül 2010 Guardian


Son günlerde –özellikle buralarda– petrol ve su rezervlerinin tükenmesi, ormanların yok oluşu, kaynakların tükenmesi ve bu gibi sorunlardan yakınan birçok konuşmacıya şahit olsak da bu kişilere sunulan hazır cevaplardan biri de yaygın olarak bilinen adıyla ‘Çevrecinin Paradoksu’.

Tartışma şöyle: ‘Neden kaynakların tükenmesine ve ekosistemlerin düşüşe geçmesine rağmen insanlığın refahı dünya çapında yükselişte?’

Rasyonel İyimser isimli kitabın yazarı Matt Ridley gibi insanlar, çevrecilerin insanlığın içinde bulunduğu durum hakkında gereğinden fazla karamsar olduklarını savunuyorlar. Sonuçta biz becerikli, uyum sağlayabilen, oldukça zeki bir türüz ve şu an önümüze sunulan endişelerin üstesinden gelmenin de ötesine geçebiliriz (tabii kendimizi serbest pazar baskısından kurtarabilirsek).

Bu görüşün tam karşısında ise Çöküş adlı kitabın yazarı Jared Diamon gibi düşünenler var. Onlara göre önceden var olmuş ve aşırı kaynak tüketimi nedeniyle doğal kaynaklarını tüketip tarih sahnesinden silinen geçmiş uygarlıklardan ders almalıyız.

BioScience dergisinin son sayısında bu paradoksu inceleyen muhteşem bir makale bulunuyor (Scientific American): Çevrecinin Paradoksunu Çözmek. McGill Üniversitesi’nden Ciara Raudsepp Hearne’in başını çektiği bir bilim adamı ekibi tarafından kaleme alınan yazı; paradoksun altında yatan, çakışan mevzuları ayrıntılı bir biçimde inceliyor. Makalenin editoryal girişi içinde bulunulan durumu gözler önüne seriyor:

Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi’nin de dahil olduğu çalışmalar, ekosistemlerin birçok ekosistem işlevi üretme kapasitelerinin düştüğü sonucuna vardı. Ekosistem işlevlerinin düşmesinin insanlar için daha düşük refah anlamına gelmesi bekleniyordu. Fakat okur yazarlık, yaşam beklentileri ve gelir gibi birçok ölçümde kullanılan metrik değerlendirme İnsan Gelişim Dizini (Human Development Index) 1970’lerin ortalarından bu yana hem zengin hem de fakir ülkelerde belirgin bir artışa işaret ediyor. Dizin, farklı uygunluk ölçekleriyle de güçlü bir biçimde uyumlu. Bazı kişisel güvenlik ölçekleri yükselen trende karşı düşse de refahtaki genel iyileşme reddedilemez gibi görünüyor. Bu paradoks ekosistemin bize sundukları hakkındaki endişelerimizi abarttığımız anlamına mı geliyor?

Yazarlar ardından çevrecinin paradoksunu açıklamaya yarımcı olabilecek dört hipotez sunuyorlar. Bu hipotezler özetle şöyle:

İnsan refahının tehlikeli boyutları yeterli şekilde ele alınmamıştır ve insan refahı seviyesi aslen düşüştedir. İnsan refahının yükselişte olduğunu gösteren ölçümler yanlış ya da eksiktir.
Gıda üretimi gibi işlevler; sağlanan ekosistem işlevlerinin en belirgin olanlarıdır; bu yüzden kişi başına düşen gıda miktarı arttığında diğer alanlarda düşüş olmasına rağmen insan refahı da artıyor gibi görülecektir.
Teknoloji ve sosyal gelişim; insan refahı artık ekosistem işlevlerine daha az bağlı hale getirmiş, insan refahını ekosistemlerin var olan durumundan ayrıştırmıştır.
Ekosistem işlevlerinin düşüşü ile insan refahının bundan etkilenmesi arasında zamansal bir boşluk bulunmaktadır. Bu yüzden günümüzde gerçekleşen düşüşlerin etkilerinin insan refahı üzerindeki etkisi henüz ölçülebilir boyuta gelmemiştir.

Yazarlar, insan refahının ortalamada yükselişte olduğunu gösteren çok fazla kanıt olduğunu söyleyerek ilk hipotezi eliyorlar. Tahmin edilebileceği gibi yazarlar ikinci hipotezi destekliyorlar. Üçüncüde, var olan kanıtların ‘ayrıştırma’ hipotezini destekleyecek kadar güçlü olmadığına karar veriyorlar.

Ama belki de –en azından benim için– en çekici hipotez dördüncü. Çevrecinin paradoksu tükenebilir kaynaklarımızı azaltmamızla insanlığın bu durumdan olumsuz etkilenmesi arasındaki zamansal boşlukla açıklanabilir mi? Eğer açıklanabilirse, bu boşluk ne kadar bir zaman dilimine karşı geliyor? Düşüşe geçmemiz –zamanı geldiğinde ya da gelirse– hızlı mı yavaş mı olacak? Bu soruların cevapları tüm dünyada Diamond’ların mı yoksa Ridley’lerin mi haklı olduğunu şüphesiz ortaya çıkartacak.

Bu zamansal boşluk aklıma geldiğinde Wallace ve Gromit’in maceralarını anlatan Oscar ödüllü çizgi film The Wrong Trousers’dan bir sahneyi düşünmeden edemiyorum. Wallace’ın kurnaz köpeği Gromit, takip etmekte olduğu elmas hırsızı pengueni yakalayabilmek için, içinde bulunduğu trenin önüne olabildiğinde hızlı bir şekilde ray döşer. Bunu bir metafor olarak kullanacak olursak, insanlar raydan çıkmadan yeterince hızlı bir şekilde, önlerine ray döşeyebilirler mi? Düşüşümüzü, sonumuzu durmadan erteleyebilir miyiz? Makalenin yazarları bunu yapabilme şansımızın globalleşme arttıkça azaldığını söylüyor gibiler:

Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaklaşan düşüş için giderek artan kanıtlar bulunuyor fakat belirli bir sisteme –ya da işleve–özgü düşüşlerin kendi arlarındaki etkileşimde bulunarak küresel insan refahına yapacakları etki konusunda bilgimiz daha sınırlı. Yerel ya da bölgesel düşüşler; zorunlu göç ve kaynak yarışı gibi ile ilgili kademeli problemler yaratarak küresel insan refahına etkide bulunabilir. Ya da pazar güçleri ve ticari kurallar kaynak marketlerinde hızlı destabilazyona sebep olarak 2008’deki gibi, şaşırtıcı bir şekilde dünyayı saran birden fazla gıda, petrol ve ekonomi krizine yol açabilir. 2008’de yaşanan küresel ekonomik kriz, küresel ekonominin kendi içinde ne kadar bağlantılı olduğunu ve küresel sistemlerin beklenmedik ve absürt şekilde çökme kapasitelerini de gözler önüne sermişti.

Yüksek derecede uyum sağlama kabiliyetine sahip toplumlar geçmişte başka bölgelerden ekosistemler aktararak, bazı bölgelerde ekosistem işlevlerinin stoklarını genişleterek, olumsuz etkileri başka bölgelere aktararak ve ekosistem işlevlerini daha verimli biçimde kullanarak çevresel bozulma ile baş edebildiler.

Yine de bulgular küresel arenadaki tükenmeye yüz tutmuş kaynaklar gibi gelecekteki bir adaptasyon sürecinin de daha farklı ve muhtemelen daha güç olacağını gösteriyor. Önceden göçe ve kaynakları aktarmaya uygun olan seçenekler günümüzde insanoğlunun biyosferi kullanma yoğunluğuna bağlı olarak giderek azalıyor.

Her akademik makale de olduğu gibi bu makalede de gerekli uyarı ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğine dair ibarelere yer verilmiş. BioScience yazı işleri müdürü Timothy M. Beardsley’in de editoryasında belirttiği gibi:

Yazarların vardığı sonuçlar, ellerindeki verilerin coğrafi olarak bir araya getirilmesi nedeniyle sınırlıdır. BioScience ileriki bir sayıda yazarların değerlendirmeleri hakkında açıklamalara yer verecektir. Buna rağmen makalenin; insanlığın refahı, tarım, teknoloji ve ekosistem işlevlerini etkileyen zamansal boşluklar konusundaki araştırmalar için güçlendirici bir yeri vardır.

Karar verildi: Bu kesinlikle daha incelikli ve detaylı araştırma ve tartışmaya ihtiyaç duyulacak bir konu.


Kaynak:
http://www.guardian.co.uk/environment/blog/2010/sep/02/environmentalist-paradox-wellbeing-resource-depletion



6 Ekim 2010 Çarşamba

10/10/10'da GDO'suz Pikniğe Çağrı

2010 dünyada sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı, sel, kuraklık gibi doğal afetlerin hayatımızı tehdit ettiği bir yıl. Hepimizin artık harekete geçme zamanı geldi. İklim krizine yeter demek ve sesimizi duyurmak için Amerikali cevreci ve akademisyen tarafından baslatilan, 350.org öncülüğünde 10/10/10'da 184 ulkede 6000'i aşkın etkinlik düzenleniyor. Kimi çatısına güneş paneli koyuyor, kimi yürüyüş düzenliyor, kimi ağaç dikiyor, kimisi de rüzgar enerjisi projesi başlatıyor. Slow Food/ Fikir Sahibi Damaklar da 10/10/10'da iklim degisikliginden en cok etkilenen alanlardan biri olan tarıma işaret ederek, GDO’suz bir piknik organize ediyor. Endüstriyel tarım yerine organik ve sürdürülebilir tarımı savunmak , dev şirketler yerine küçük çiftçiyi desteklemek , tek bitki tarımı yerine tarımsal biyoçeşitliliği desteklemek ve ne yiyeceğimize kendimiz karar vermek için GDO'suz bir buluşma/piknik yapmak üzere sözleştik. Pazar günü İstanbul’da Maçka Parkı’nda 10:00-12:00 saatleri arası düzenlenecek pikniğe herkes davetli.

NEDEN “350” VE NE ISTIYORUZ?


Bilim insanları ve iklim uzmanları, artık atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık olması gerektiğini söylüyor.Atmosferdeki mevcut karbondioksit miktarı ise milyonda 392 parçacık ve her yıl yaklaşık 2 ppm artıyor. Bu oran güvenli sınırın çok üzerinde!!! Hatta bilim insanları, 392 ppm’in gezegen tarihinin en yüksek değeri olduğunu söylüyorlar. Şu an uçurumun kenarında bulunuyoruz, atmosferdeki karbondioksit miktarı hızlı bir şekilde milyonda 350 parçacığa inmezse bu yıl içinde iklim değişikliğinden kaynaklanan felaketler, önümüzdeki yıllardadaha da artarak devam edecekler.(http://www.350.org/)

28 Eylül 2010 Salı

WWF Türkiye 3. Köprüye itiraz dilekçesini verdi


WWF-Türkiye 3. Köprü İtiraz Gerekçeleri


1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı (ÇDP)’ında 3. Köprü Projesi’nin yapımına imkan tanımak amacıyla yapılan plan notları değişikliği ve 3. Köprü Projesi’nin halihazır haritalara işlendiği bir ulaşım planı niteliği taşıyan 1/25.000 Ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu (İstanbul 3. çevre yolu ve bağlantı yolları dahil) planı, 1 Eylül 2010’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde askıya çıkarılarak bu konudaki gündemi yeniden hareketlendirmiş ve 1 Ekim Cuma günü sona erecek olan itiraz sürecini başlatmıştır.


İnsanların doğa ile uyum içinde yaşadığı bir gelecek kurmak için çalışan ve ülkemizin önde gelen doğa koruma kuruluşlarından biri olan WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince 17.06.2010 tarihinde onaylanarak 01.09.2010 tarihinde askıya çıkarılan 1/25.000 Ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu (İstanbul 3. çevre yolu ve bağlantı yolları dahil) planına aşağıdaki nedenlerle itiraz etmektedir.


WWF-Türkiye, itiraz dilekçisini ilgili kuruma yönlendirmiştir. Siz de itiraz dilekçelerinizi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Şehir Planlama Müdürlüğüne hitaben gönderebilirsiniz.

İstanbul’un elde kalan son doğal alanlarının tam ortasından geçen 3. Köprü ve bağlantı yolları, iki kıtayı birbirine bağlayan noktada yer alan uluslararası öneme sahip orman ekosistemlerinin, nadir fundalıklar ve diğer habitatların bütünlüğünü parçalayacak ve milyonlarca yaşlı ağaç başta olmak üzere diğer bitki ve canlı türünün ve genetik kaynaklarımızın kaybına yol açacaktır. Doğal yaşam ortamlarının, yapılacak yol ağıyla daha küçük parçalara bölünmesi, insanı doğadan ve sağlıklı yaşamdan daha da uzaklaştıracak, doğal afetleri arttıracaktır. Oysa ülkemiz, başta Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası sözleşme ile tüm insanlık ve gelecek kuşaklar adına biyolojik çeşitliliğimizi korumayı taahhüt etmiştir.
Köprü ve bağlantı yolları için yapılacak kamulaştırma işlemi sonucunda hattın geçeceği bölgede 680 ha doğal sit alanı, 931 ha tarım alanı ve 2,5 milyondan fazla ağaç barındıran 1453 ha’lık orman alanı tamamen yok olacaktır. Elde kalan tarım alanları da yapılaşma ile hızla yitirilecek; gıda güvenliğimiz olumsuz etkilenecektir. İstanbul ormanlarının adım adım yok olması, yüzlerce yıldır tutulmuş olan karbonun serbest kalmasına ve karbon emisyonlarının artmasına yol açarak iklim değişikliğinin tetiklenmesine neden olacaktır. “Sıfır Ormansızlaşma”nın hedeflendiği bir dünyada sürdürülebilir ulaşım alternatifleri yerine, köprü ve bağlantı yollarının, elde kalan ormanlarımızın yok olmasını hızlandıracak şekilde konumlandırılması ulusal iklim stratejisiyle de çelişmektedir.
İçme suyu havzalarından geçecek olan Otoyol, küresel iklim değişikliği ve kuraklıktan giderek daha fazla etkilenecek olan İstanbulluların temiz su temini imkanlarını tehdit etmektedir. İçme suyu havzalarının otoyollar ve kentleşmenin kirletici etkisiyle kullanılamaz hale gelmesi, temiz suyu içme teminini daha da zorlaştıracak, yakın ve uzak akarsuların İstanbul’a taşınması projelerinin çevresel maliyetleri ise daha büyük olacaktır.
2. köprü örneğinde yaşandığı gibi yasa dışı yapılaşma tehditi ile karşılaşıcak; orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle bu alanların orman sınırları dışına çıkarılması yönünde baskılar artacaktır. 2B alanları, özel ormanlar ve tarım alanları bu süreçten ilk etkilenecek olan yerlerin başında gelmektedir. Örneğin, Anadolu Yakası’nda TEM Otoyolu’nun geçtiği bölgede, orman niteliğini yitirdiği gerekçesiyle 11.856 hektar alan orman sınırları dışına çıkarılmıştır. 3. köprü ve bağlantı yolları güzergahı da kentsel gelişmeyi aynı şekilde olumsuz etkileyecek; mutlak surette korunması gereken alanların plansız yapılaşma işgaline uğraması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, emlak sektöründe bu beklentinin yarattığı hareketlenme şimdiden yaşanmaktadır.

Planların kademeli birlikteliği ilkesi doğrultusunda üst ölçekli plan kararlarına uygun olarak hazırlanması gereken bu plan ölçeği itibariyle hala yürürlükte olan 1980 tarihli 1/50.000 ölçekli İstanbul Nazım İmar Planına aykırıdır.

24 Eylül 2010 Cuma

Demokrasi Eğitimi Projesi için katılımcılar aranıyor

Türkiye Genç Yeşilleri'nin yürüttüğü ana konusu göç, işsizlik ve AB gençlik politikaları olan “Tell your story about migration and unemployment” projesinin 7-8 Ekim 2010 tarihlerinde Bursa'da gerçekleşecek ön faaliyeti “demokrasi eğitimi” için katılımcılarını arıyor!!!

Projenin İçeriği

Gençlik projesi Türkiye, Belçika ve Almanya'dan 7 gençlik organizasyonun ortaklığında Bursa'da ve Brüksel'de gerçekleştirilecektir. İlk faaliyet 7-8 Ekim tarihleri arasında Bursa'da, ikinci faaliyet 9-12 Kasım tarihlerinde Brüksel'de gerçekleştirilecektir.
7-8 Ekim tarihlerinde Bursa'da demokrasi ve gençlerin karar alma mekanizmalarına aktif katılımının sağlanması konulu bir eğitim programı gerçekleştirilecektir. Eğitimde mevcut durumla ilgili interaktif çalışmalar ve workshoplar yapılacaktır.
Eğitim süresince katılımcı grupların birbiri ile etkileşim içinde bulunarak deneyim paylaşımında bulunması, sorunların tespit edilmesi ve çözümlerin tanımlanması sağlanırken, diğer yandan katılımcılar, gençlik politikaları ve demokratik süreçte gençlerin rolü, AB politikaları, kurumları ve uygulanan metotlar hakkında bilgi edinme fırsatına sahip olacaklardır. Genç katılımcılar bu proje ile, göçün yarattığı kent sorunları, çok kültürlülük, ekonomik ve sosyal problemleri konuşabilecekler ve gençler üzerinde ki etkisi hakkında somut çıktılar ve çözüm önerileri geliştirebileceklerdir.
Bu kapsamda projenin ön faaliyeti olan demokrasi eğitimi Bursa'da düzenlenecektir. Gençlerin karar alma mekanizmlarına katılımının ana tema olacağı eğitim 2 gün sürecektir. Bursa'daki eğitimin sonunda elde edilecek çıktılar ise projenin ana faaliyeti olan Brüksel'deki toplantının programını oluşturmak için kullanılacaktır.
Eğitim Programı
Eğitim programı 2 gün sürecek, 4 workshop üzerinden yürüyecektir:
Workshop 1: Demokrasi nedir?- Kendi demokrasini yarat
Workshop 2: Adım adım gençlik meclisi
Workshop 3: Mevcut sistemde karar vericiler ve demokrasi unsurları
Workshop 4: Rol play game
2 gün boyunca bu workshopların yanısıra belediye ziyareti, şehir turu, gençlik meclisi sunumu, gençlik programı tanıtımı, gelecekteki ortak çalışmalar da eğitim programına dahildir. Ve tabi eğitimin ilk günü yapılacak tanışma partisini unutmamak gerekir!
Çalışma Metotları:
Gençler, yerel ve AB düzeyinde karar alma mekanizmaları ve geliştirilecek işbirlikleri ve politikalar konusunda, workshoplar, ortak organizasyonlarla deneyim paylaşma ve simulasyonlar ile konu üzerine politika geliştirme imkanına sahip olacaklardır.
Atölye çalışmalarında “demokrasi nedir?” gibi temel sorulara cevap bulunmaya çalışılacaktır. Role play oturumlarında, katılımcıların edindikleri bilgileri pekiştirebilmesi için dramatize yapılacaktır.
Başvurmak için:
Eğer proje ilginizi çektiyse, konuyla ilgili paylaşmak istediğim tecrübelerim var diyorsanız, lütfen ekteki başvuru formunu doldurunuz ve 30 Eylül 2010 tarihine kadar genclikvedemokrasi@gmail.com adresine gönderiniz. Eğitim ücretsidir!

Not: katılımcı sayısı sınırlı olacaktır.

22 Eylül 2010 Çarşamba

18 Eylül 2010 Cumartesi

Taiji'den İstanbul'a: Yunuslara Özgürlük

Eylül ayı ile birlikte Japonya’nın Taiji kentinde yunus katliamı başladı.Geçen yıldan bu yana The Cove (Koy) belgeseli izleyenler bu katliamın iç yüzünü gördükleri gibi, katliamı durdurmak için nasıl bir mücadele yürütüldüğüne de tanık oldular. Filmde anlatıldığı üzere yakalanan ama katledilmeyen yunusların bir kısmı dünyanın çeşitli yerlerindeki yunus gösteri merkezlerine satılıyorlar. Yani Taiji’de yakalanan bir yunus katledilmediyse İstanbul’a hayatını bir tutsak olarak geçiriyor olabilir. Facebook’taki Yunus Parkları Kapatılsın grubu tüm bu durum karşısında duyarlı insanları Türkiye’nin Japon Büyükelçiliği’ne seslerini duyurma çağrısı yapıyor. Bu linke tıklayarak http://www.facebook.com/note.php?note_id=465775209107 Türkçe ve İngilizce metinleri gönderebilirsiniz veya kendi metninizi yazabilirsiniz. Ağustos ayında çeşitli şirketlerin İstanbul’daki bir yunus parkına bilet promosyonu düzenlemeleri ve gelen tepkiler üzerine geri almaları hakkında Yeşil Gündem’de yazdığım yazıya http://goo.gl/tkdt ulaşıp iletişime geçen Fisun Turkhaz Agar, kızı Eylül ile birlikte Koy belgeselini üzüntüyle izlediklerini ve Eylül’ün “yavru yunusun kendini kayaliklara atmasını gördükten sonra” birşeyler yapılmalı diyerek çabaladığını yazdı. Fisun Hanım, çocukların devlet yetkililerine ve büyükelçiliklerine mektup gönderme etkinliği düzenlenebileceği veya halihazırda böyle bir etkinlik varsa katılabileceğini belirtmişti. Aşağıda bu çerçevede yazdıkları mektubu bulabilirisiniz. Bugüne kadar 1.699.044 kişi Taiji’deki katliamı durdurmak için söz verdi. Siz de aralarına katılın.


Sayın Büyükelçi Nobuaki Tanaka,

Ben Japon kulturune saygi duyan bir Turk kadiniyim. Bazi geleneklerinize bagliliginiz, geleneklerinizi sarsmaz bir sadakatle uygulayasiniza hayran-dim...-dim diyorum, cunku gectigimiz aylarda ulusal kanallarimizdan birinde yayinlanan belgeselde yunuslarin, her cocugun asik oldugu, o Dunya sevimlisi yunuslarin, ulkenizde Taiji'de her yil 1 Eylul itibariyle binlercesinin katledildigini gordugumde inanamadim, inanmak istemedim. Ustelik bu belgeseli 6 yasindaki kizim Eylul de izledi. Belgeseldeki bir sahne simdi bile aklindan cikmiyor "kucuk bir yunusun kayaliklara kendini carparak intihar etmeye calismasi". Ben ulkem ile Japonya arasindaki 2010 Turkiye Japonya Dostluk Yili ile pekistirilen iyi ve guzel duygularin bozulmasini istemiyorum.

Lutfen Dunya capindaki bu itirazlari gozonune aliniz ve yeryuzundeki en zeki canlilardan olan yunuslarin bir katliam ile yokedilmesine bir son veriniz. Ben kizimin ve diger tum cocuklarin gozlerindeki yasin artik silinmesini isitiyorum. Ve kizima "evet Eylul o kadar cok istedinki yunuslar artik katledilmiyor" diyebilmeyi istiyorum.

Ben Japon kulturu dendiginde Sakura'yi hatirlamak istiyorum, sulari kanla kipkirmizi olmus Taiji'yi degil!

Fisun Turkhaz Agar-Eylül Agar




Foto:Children's Ocean Art Gallery (Oceanic Preservation Society)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...