Eylül ve Ekim aylarında Amerikalı permakültür uzmanı Penny Livingston Stark’ın katılımıyla iki permakültür (sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı) çalıştayı gerçekleşecek. Çalıştayların ilki 19-27 Eylül’de Fethiye
Pastoral Vadi’de, ikincisi ise 8-11 Ekim’de İstanbul’da düzenlenecek. Sürdürülebilir bir yaşamın müjdesini veren permakültür, hayatlarımızı, yaşam alanlarımızı ve toplumlarımızı nasıl daha sürdürülebilir, sağlıklı ve keyifli kılacağımıza dair pratik çözüm önerileri sunuyor. Permakültür çalıştayları ile ilgili detaylı bilgi için
http://surdurulebiliryasam.wordpress.com/ veya
kolektifbilinc@gmail.comÇalıştayları organize eden Filiz Telek permakültürle ilgili bir yazısını paylaşıyor bizlerle.
Permakültür: Sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı
Filiz Telek
*Bu yazı Penny Livingston –Stark’ın “So what’s permaculture?” yazısından alıntılarla hazırlanmıştır.
Yıllar önce Kanada’danın kırsalında yaşadığım dönemde Bill Mollison’un “Permakültüre Giriş” kitabıyla karşılaşmış ve böylece sürdürülebilir yaşam için bir tasarım sistemi olan permakültürle tanışmıştım. Yaşadığım yerde arkadaşlarımla deneysel bir permakültür bahçesi yaratmıştık o yaz. Oldukça sert bir toprak üzerinde karton kutu, gübre, mutfak atıkları ve bahçeden toplanan yapraklar ve otlardan oluşan organik bir katmanın (malç) içine tohumlarımızı ektikten sonra heyecanla sonucu beklemiştik. Kendi kendime, bu bahçeden ürün alırsak permakültür denen bu tasarım sistemini öğreneceğim ve paylaşacağım diye söz vermiştim. Bir kaç ay sonra bahçemiz tüm bereketiyle inanılmaz lezzetli sebzeler sunduğunda bize permakültürün gücüne inanmış ve bu işi öğrenmeyi kafama koymuştum...
İçinde bulunduğumuz küresel geçiş süreci
[*]nde her birimize düşen sorumluluk ne? Pek çoğumuz dünyadaki endişe verici durumun fazlasıyla farkındayız. Bir yanda terörün tüm dünyada yarattığı gerilim, bir yanda yaşamları tüketmeye devam eden açlık ve fakirlik, bir yanda kendi türümüzün yaşam olasılığını tehdit eden ekolojik kriz. Kendi ekosistemini bilerek yokeden herhangi bir yaşam formu tehlikeli bir şekilde dengesini kaybetmiş demektir. Batı’nın materyalist, güç ve hırs odaklı bakış açısı tüm dünyaya yayılırken kaynakları tüketmeye ve hayatlarımıza anlam veren kutsal şeyleri katletmeye devam ediyor.
Böyle bir sürecin içinde, hem hayatlarımızda bolluk ve bereket yaratmak, hem doğayla yakın bir ilişki geliştirmek hem de karşı karşıya olduğumuz ekolojik krize çözümler üretmek mümkün mü? Giderek daha pahalı bir hale gelen fosil yakıtlar kullanılarak uzak ülkelerden ithal edilen gıdalara olan bağımlılığımızı nasıl azaltabiliriz? İhtiyaçlarımızı yaşadığımız yerlerdeki kaynaklardan karşılayabilir miyiz? Suyumuzu nasıl temizler, atıklarımızı kaynağa nasıl dönüştürür ve çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşamlarını güzellik, sağduyu, bilgelik ve sevgi ile nasıl daha zengin kılabiliriz? Permakültür aradığımız cevap olabilir mi?
Permakültür, şehirlerde ve kırsal alandaki insan yerleşimlerinde uygulanabilecek bir dizi ekolojik prensip ve yöntemlerden oluşan bir tasarım sistemidir. Permakültür prensipleri, gıda, enerji, barınak ve diğer materyal ve materyal olmayan ihtiyaçların karşılanması için hayli üretken sistemlerin tasarımını mümkün kılan bir zihniyetin gelişimini sağlar. Bu prensipler, doğanın ve doğal döngülerin dikkatli gözlemini temel alır ve her türlü coğrafya, iklim ve kültürde uygulanabilir.
Tazmanyalı Bill Mollison ve Avustralyalı David Holmgren permakültür konseptini 1970lerde yaratmışlar. O zaman sürdürülebilir kültüre karşılık gelen bir kelime olmadığından “kalıcı tarım” (permanent agriculture) kavramını ifade edebilmek için permakültür (permaculture) deyimini kullanmışlar; tarım ve kültür birbirini etkiledikleri için bu, zamanla “kalıcı kültür”e (permanent culture) dönüşmüş. Bir başka deyişle, insanlık olarak sınırsız bir süre için hem kendi ihtiyaçlarımızı hem de yeryüzünün ihtiyaçlarını gidererek nasıl yaşayabiliriz sorusunun ilhamıyla almış permakültür ismini bu akım. Permakültür ilk olarak Mollison tarafından 1981’de öğretilmeye başlandı. Permakültür tasarımcıları doğal ekosistemlerin dengesine, çeşitliliğine ve direncine sahip ve tarımsal olarak üretken ekosistemler tasarlarlar; tasarımlarında su kullanımı, barınak ve enerji sistemlerini ve yenilebilir ve farklı amaçlarla kullanılan yıllık ve çok yıllık bitkiler, su ürünleri ve hayvancılığı birbirini destekler şekilde bir arada kurgularlar.
Permakültür, eski yeni, farklı gelenek ve disiplinlerden teknikleri ve prensipleri buluşturan bir sistemdir; kabilelerin toprağı kullanış yöntemlerinden saman, taş, toprak ve bambu gibi doğal yapı malzemelerine ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geleneksel kullanımına kadar pek çok evrensel bilgiyi bünyesinde harmanlar.
Uluslararası olarak tanınan permakültür sertifikasını almak için iki haftalık yoğun tasarım kursuna katılmak gerekiyor. Bu kurslar Türkiye dahil tüm dünyada düzenlenmekte.
İçeriği kültürel, dini, politik ve ekonomik sınırları aşan permakültür kurslarına 1981 den beri binlerce insan katılmış ve global bir permakültür ağını oluşturmuşlar. Permakültür tasarımı yapan bütün bu insanların çalışmaları, en az iş gücü ve girdiyle verimliliği hedefleyen sürdürülebilir yaşam modelleri oluşmasını sağlamıştır.
Permakültürün etik anlayışıPermakültürün etik anlayışının temelini yeryüzünün korunması oluşturur. Bu anlayışa göre tüm yaşam sistemlerinin sürmesi, insanların, evcil hayvanların ve vahşi yaşamın varolmak için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişimleri ve ihtiyaçları ötesinde zenginliği, gücü ya da toprağı ellerinde tutmamaları gereklidir. “Fazlalığı paylaş” permakültürün kuralıdır. Doğayı gözlemlediğimizde genel kural olarak türlerin birbiriyle kooperasyon halinde olduklarını görürüz. Permakültür tasarımcıları bundan ilhamla standardizasyon ya da rekabet yerine kooperasyona değer verirler.
Permakültürün verdiği umut
Permakültür kavramı, ekolojik krizin farkındalığından doğdu. Permakültür, insanların kendilerini ölen bir sistemden bağımsız kıldıkları ve üzerinde yaşadıkları toprakları en temel ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları bir dünya vizyonu sunar bize. Permakültür ile tasarlanan bir sistemde giderek daha az iş gücüne gerek olacağından yaratıcılık ve sosyal sorumlulukla ilgili işlere daha çok zaman kalır. İnsanlar, yaşadıkları yerlerin ne kadar yakınında üretim yapılabilirlerse, o kadar doğal ormanı ve vahşi yaşamı yokolmaktan kurtarabiliriz.
[*] Geçiş süreci: İnsanlığın ve yeryüzündeki diğer canlıların varlığını tehlikeye sokacak derecede mekanistik; tüketim ve büyüme odaklı endüstriyel bir sistemden, doğayla uyumlu ve sürdürülebilir bir sisteme geçiş yaptığımız süreç.