22 Eylül 2009 Salı
15 Eylül 2009 Salı
Permakültür: Sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı
Eylül ve Ekim aylarında Amerikalı permakültür uzmanı Penny Livingston Stark’ın katılımıyla iki permakültür (sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı) çalıştayı gerçekleşecek. Çalıştayların ilki 19-27 Eylül’de Fethiye Pastoral Vadi’de, ikincisi ise 8-11 Ekim’de İstanbul’da düzenlenecek. Sürdürülebilir bir yaşamın müjdesini veren permakültür, hayatlarımızı, yaşam alanlarımızı ve toplumlarımızı nasıl daha sürdürülebilir, sağlıklı ve keyifli kılacağımıza dair pratik çözüm önerileri sunuyor. Permakültür çalıştayları ile ilgili detaylı bilgi için http://surdurulebiliryasam.wordpress.com/ veya kolektifbilinc@gmail.com
Çalıştayları organize eden Filiz Telek permakültürle ilgili bir yazısını paylaşıyor bizlerle.
Permakültür: Sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı
Filiz Telek
*Bu yazı Penny Livingston –Stark’ın “So what’s permaculture?” yazısından alıntılarla hazırlanmıştır.
Yıllar önce Kanada’danın kırsalında yaşadığım dönemde Bill Mollison’un “Permakültüre Giriş” kitabıyla karşılaşmış ve böylece sürdürülebilir yaşam için bir tasarım sistemi olan permakültürle tanışmıştım. Yaşadığım yerde arkadaşlarımla deneysel bir permakültür bahçesi yaratmıştık o yaz. Oldukça sert bir toprak üzerinde karton kutu, gübre, mutfak atıkları ve bahçeden toplanan yapraklar ve otlardan oluşan organik bir katmanın (malç) içine tohumlarımızı ektikten sonra heyecanla sonucu beklemiştik. Kendi kendime, bu bahçeden ürün alırsak permakültür denen bu tasarım sistemini öğreneceğim ve paylaşacağım diye söz vermiştim. Bir kaç ay sonra bahçemiz tüm bereketiyle inanılmaz lezzetli sebzeler sunduğunda bize permakültürün gücüne inanmış ve bu işi öğrenmeyi kafama koymuştum...
İçinde bulunduğumuz küresel geçiş süreci[*]nde her birimize düşen sorumluluk ne? Pek çoğumuz dünyadaki endişe verici durumun fazlasıyla farkındayız. Bir yanda terörün tüm dünyada yarattığı gerilim, bir yanda yaşamları tüketmeye devam eden açlık ve fakirlik, bir yanda kendi türümüzün yaşam olasılığını tehdit eden ekolojik kriz. Kendi ekosistemini bilerek yokeden herhangi bir yaşam formu tehlikeli bir şekilde dengesini kaybetmiş demektir. Batı’nın materyalist, güç ve hırs odaklı bakış açısı tüm dünyaya yayılırken kaynakları tüketmeye ve hayatlarımıza anlam veren kutsal şeyleri katletmeye devam ediyor.
Böyle bir sürecin içinde, hem hayatlarımızda bolluk ve bereket yaratmak, hem doğayla yakın bir ilişki geliştirmek hem de karşı karşıya olduğumuz ekolojik krize çözümler üretmek mümkün mü? Giderek daha pahalı bir hale gelen fosil yakıtlar kullanılarak uzak ülkelerden ithal edilen gıdalara olan bağımlılığımızı nasıl azaltabiliriz? İhtiyaçlarımızı yaşadığımız yerlerdeki kaynaklardan karşılayabilir miyiz? Suyumuzu nasıl temizler, atıklarımızı kaynağa nasıl dönüştürür ve çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşamlarını güzellik, sağduyu, bilgelik ve sevgi ile nasıl daha zengin kılabiliriz? Permakültür aradığımız cevap olabilir mi?
Permakültür, şehirlerde ve kırsal alandaki insan yerleşimlerinde uygulanabilecek bir dizi ekolojik prensip ve yöntemlerden oluşan bir tasarım sistemidir. Permakültür prensipleri, gıda, enerji, barınak ve diğer materyal ve materyal olmayan ihtiyaçların karşılanması için hayli üretken sistemlerin tasarımını mümkün kılan bir zihniyetin gelişimini sağlar. Bu prensipler, doğanın ve doğal döngülerin dikkatli gözlemini temel alır ve her türlü coğrafya, iklim ve kültürde uygulanabilir.
Tazmanyalı Bill Mollison ve Avustralyalı David Holmgren permakültür konseptini 1970lerde yaratmışlar. O zaman sürdürülebilir kültüre karşılık gelen bir kelime olmadığından “kalıcı tarım” (permanent agriculture) kavramını ifade edebilmek için permakültür (permaculture) deyimini kullanmışlar; tarım ve kültür birbirini etkiledikleri için bu, zamanla “kalıcı kültür”e (permanent culture) dönüşmüş. Bir başka deyişle, insanlık olarak sınırsız bir süre için hem kendi ihtiyaçlarımızı hem de yeryüzünün ihtiyaçlarını gidererek nasıl yaşayabiliriz sorusunun ilhamıyla almış permakültür ismini bu akım. Permakültür ilk olarak Mollison tarafından 1981’de öğretilmeye başlandı. Permakültür tasarımcıları doğal ekosistemlerin dengesine, çeşitliliğine ve direncine sahip ve tarımsal olarak üretken ekosistemler tasarlarlar; tasarımlarında su kullanımı, barınak ve enerji sistemlerini ve yenilebilir ve farklı amaçlarla kullanılan yıllık ve çok yıllık bitkiler, su ürünleri ve hayvancılığı birbirini destekler şekilde bir arada kurgularlar.
Permakültür, eski yeni, farklı gelenek ve disiplinlerden teknikleri ve prensipleri buluşturan bir sistemdir; kabilelerin toprağı kullanış yöntemlerinden saman, taş, toprak ve bambu gibi doğal yapı malzemelerine ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geleneksel kullanımına kadar pek çok evrensel bilgiyi bünyesinde harmanlar.
Uluslararası olarak tanınan permakültür sertifikasını almak için iki haftalık yoğun tasarım kursuna katılmak gerekiyor. Bu kurslar Türkiye dahil tüm dünyada düzenlenmekte.
İçeriği kültürel, dini, politik ve ekonomik sınırları aşan permakültür kurslarına 1981 den beri binlerce insan katılmış ve global bir permakültür ağını oluşturmuşlar. Permakültür tasarımı yapan bütün bu insanların çalışmaları, en az iş gücü ve girdiyle verimliliği hedefleyen sürdürülebilir yaşam modelleri oluşmasını sağlamıştır.
Permakültürün etik anlayışıPermakültürün etik anlayışının temelini yeryüzünün korunması oluşturur. Bu anlayışa göre tüm yaşam sistemlerinin sürmesi, insanların, evcil hayvanların ve vahşi yaşamın varolmak için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişimleri ve ihtiyaçları ötesinde zenginliği, gücü ya da toprağı ellerinde tutmamaları gereklidir. “Fazlalığı paylaş” permakültürün kuralıdır. Doğayı gözlemlediğimizde genel kural olarak türlerin birbiriyle kooperasyon halinde olduklarını görürüz. Permakültür tasarımcıları bundan ilhamla standardizasyon ya da rekabet yerine kooperasyona değer verirler.
Permakültürün verdiği umut
Permakültür kavramı, ekolojik krizin farkındalığından doğdu. Permakültür, insanların kendilerini ölen bir sistemden bağımsız kıldıkları ve üzerinde yaşadıkları toprakları en temel ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları bir dünya vizyonu sunar bize. Permakültür ile tasarlanan bir sistemde giderek daha az iş gücüne gerek olacağından yaratıcılık ve sosyal sorumlulukla ilgili işlere daha çok zaman kalır. İnsanlar, yaşadıkları yerlerin ne kadar yakınında üretim yapılabilirlerse, o kadar doğal ormanı ve vahşi yaşamı yokolmaktan kurtarabiliriz.
[*] Geçiş süreci: İnsanlığın ve yeryüzündeki diğer canlıların varlığını tehlikeye sokacak derecede mekanistik; tüketim ve büyüme odaklı endüstriyel bir sistemden, doğayla uyumlu ve sürdürülebilir bir sisteme geçiş yaptığımız süreç.
Çalıştayları organize eden Filiz Telek permakültürle ilgili bir yazısını paylaşıyor bizlerle.
Permakültür: Sürdürülebilir yaşam alanları tasarımı
Filiz Telek
*Bu yazı Penny Livingston –Stark’ın “So what’s permaculture?” yazısından alıntılarla hazırlanmıştır.
Yıllar önce Kanada’danın kırsalında yaşadığım dönemde Bill Mollison’un “Permakültüre Giriş” kitabıyla karşılaşmış ve böylece sürdürülebilir yaşam için bir tasarım sistemi olan permakültürle tanışmıştım. Yaşadığım yerde arkadaşlarımla deneysel bir permakültür bahçesi yaratmıştık o yaz. Oldukça sert bir toprak üzerinde karton kutu, gübre, mutfak atıkları ve bahçeden toplanan yapraklar ve otlardan oluşan organik bir katmanın (malç) içine tohumlarımızı ektikten sonra heyecanla sonucu beklemiştik. Kendi kendime, bu bahçeden ürün alırsak permakültür denen bu tasarım sistemini öğreneceğim ve paylaşacağım diye söz vermiştim. Bir kaç ay sonra bahçemiz tüm bereketiyle inanılmaz lezzetli sebzeler sunduğunda bize permakültürün gücüne inanmış ve bu işi öğrenmeyi kafama koymuştum...
İçinde bulunduğumuz küresel geçiş süreci[*]nde her birimize düşen sorumluluk ne? Pek çoğumuz dünyadaki endişe verici durumun fazlasıyla farkındayız. Bir yanda terörün tüm dünyada yarattığı gerilim, bir yanda yaşamları tüketmeye devam eden açlık ve fakirlik, bir yanda kendi türümüzün yaşam olasılığını tehdit eden ekolojik kriz. Kendi ekosistemini bilerek yokeden herhangi bir yaşam formu tehlikeli bir şekilde dengesini kaybetmiş demektir. Batı’nın materyalist, güç ve hırs odaklı bakış açısı tüm dünyaya yayılırken kaynakları tüketmeye ve hayatlarımıza anlam veren kutsal şeyleri katletmeye devam ediyor.
Böyle bir sürecin içinde, hem hayatlarımızda bolluk ve bereket yaratmak, hem doğayla yakın bir ilişki geliştirmek hem de karşı karşıya olduğumuz ekolojik krize çözümler üretmek mümkün mü? Giderek daha pahalı bir hale gelen fosil yakıtlar kullanılarak uzak ülkelerden ithal edilen gıdalara olan bağımlılığımızı nasıl azaltabiliriz? İhtiyaçlarımızı yaşadığımız yerlerdeki kaynaklardan karşılayabilir miyiz? Suyumuzu nasıl temizler, atıklarımızı kaynağa nasıl dönüştürür ve çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşamlarını güzellik, sağduyu, bilgelik ve sevgi ile nasıl daha zengin kılabiliriz? Permakültür aradığımız cevap olabilir mi?
Permakültür, şehirlerde ve kırsal alandaki insan yerleşimlerinde uygulanabilecek bir dizi ekolojik prensip ve yöntemlerden oluşan bir tasarım sistemidir. Permakültür prensipleri, gıda, enerji, barınak ve diğer materyal ve materyal olmayan ihtiyaçların karşılanması için hayli üretken sistemlerin tasarımını mümkün kılan bir zihniyetin gelişimini sağlar. Bu prensipler, doğanın ve doğal döngülerin dikkatli gözlemini temel alır ve her türlü coğrafya, iklim ve kültürde uygulanabilir.
Tazmanyalı Bill Mollison ve Avustralyalı David Holmgren permakültür konseptini 1970lerde yaratmışlar. O zaman sürdürülebilir kültüre karşılık gelen bir kelime olmadığından “kalıcı tarım” (permanent agriculture) kavramını ifade edebilmek için permakültür (permaculture) deyimini kullanmışlar; tarım ve kültür birbirini etkiledikleri için bu, zamanla “kalıcı kültür”e (permanent culture) dönüşmüş. Bir başka deyişle, insanlık olarak sınırsız bir süre için hem kendi ihtiyaçlarımızı hem de yeryüzünün ihtiyaçlarını gidererek nasıl yaşayabiliriz sorusunun ilhamıyla almış permakültür ismini bu akım. Permakültür ilk olarak Mollison tarafından 1981’de öğretilmeye başlandı. Permakültür tasarımcıları doğal ekosistemlerin dengesine, çeşitliliğine ve direncine sahip ve tarımsal olarak üretken ekosistemler tasarlarlar; tasarımlarında su kullanımı, barınak ve enerji sistemlerini ve yenilebilir ve farklı amaçlarla kullanılan yıllık ve çok yıllık bitkiler, su ürünleri ve hayvancılığı birbirini destekler şekilde bir arada kurgularlar.
Permakültür, eski yeni, farklı gelenek ve disiplinlerden teknikleri ve prensipleri buluşturan bir sistemdir; kabilelerin toprağı kullanış yöntemlerinden saman, taş, toprak ve bambu gibi doğal yapı malzemelerine ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geleneksel kullanımına kadar pek çok evrensel bilgiyi bünyesinde harmanlar.
Uluslararası olarak tanınan permakültür sertifikasını almak için iki haftalık yoğun tasarım kursuna katılmak gerekiyor. Bu kurslar Türkiye dahil tüm dünyada düzenlenmekte.
İçeriği kültürel, dini, politik ve ekonomik sınırları aşan permakültür kurslarına 1981 den beri binlerce insan katılmış ve global bir permakültür ağını oluşturmuşlar. Permakültür tasarımı yapan bütün bu insanların çalışmaları, en az iş gücü ve girdiyle verimliliği hedefleyen sürdürülebilir yaşam modelleri oluşmasını sağlamıştır.
Permakültürün etik anlayışıPermakültürün etik anlayışının temelini yeryüzünün korunması oluşturur. Bu anlayışa göre tüm yaşam sistemlerinin sürmesi, insanların, evcil hayvanların ve vahşi yaşamın varolmak için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişimleri ve ihtiyaçları ötesinde zenginliği, gücü ya da toprağı ellerinde tutmamaları gereklidir. “Fazlalığı paylaş” permakültürün kuralıdır. Doğayı gözlemlediğimizde genel kural olarak türlerin birbiriyle kooperasyon halinde olduklarını görürüz. Permakültür tasarımcıları bundan ilhamla standardizasyon ya da rekabet yerine kooperasyona değer verirler.
Permakültürün verdiği umut
Permakültür kavramı, ekolojik krizin farkındalığından doğdu. Permakültür, insanların kendilerini ölen bir sistemden bağımsız kıldıkları ve üzerinde yaşadıkları toprakları en temel ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları bir dünya vizyonu sunar bize. Permakültür ile tasarlanan bir sistemde giderek daha az iş gücüne gerek olacağından yaratıcılık ve sosyal sorumlulukla ilgili işlere daha çok zaman kalır. İnsanlar, yaşadıkları yerlerin ne kadar yakınında üretim yapılabilirlerse, o kadar doğal ormanı ve vahşi yaşamı yokolmaktan kurtarabiliriz.
[*] Geçiş süreci: İnsanlığın ve yeryüzündeki diğer canlıların varlığını tehlikeye sokacak derecede mekanistik; tüketim ve büyüme odaklı endüstriyel bir sistemden, doğayla uyumlu ve sürdürülebilir bir sisteme geçiş yaptığımız süreç.
Haftanın Yeşil Gündemi
Denizin Tanıkları
GREENPEACE Akdeniz’in fotoğrafçı Aytunç Akad ile beraber hazırladığı ‘Denizin Tanıkları’ isimli fotoğraf sergisi açıldı. Sergi, geleneksel yöntemlerle avlanmaya devam eden kıyı balıkçılarının sorunlarını konu alıyor, onların öykülerini anlatıyor. Sergi, 4-15 Eylül arasında ‹stanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası Sergi Salonu’nda, 16- 30 Eylül arasında ise ‹DO Kadıköy ‹skelesi Sergi Salonu’nda yer alacak. Sergide fotoğrafların yanı sıra Necdet Özaktin’in çektiği balıkçı röportajlarından oluşan bir video gösterimi de yapılacak. Greenpeace, denizlerin zenginliği ve hayatlarını ona bağlı sürdüren balıkçıları yaşatmak için bu sergi ile beraber altı ay sürecek bir imza kampanyası başlatıyor. “Akdeniz için var mısın? Yok musun?” imza kampanyası, herkesi denizlerimizi ve balıkçılarımızın geleceğini korumak için harekete geçmeye çağırıyor. Greenpeace, dünya denizlerinin sağlıklı ve sürdürülebilir bir geleceğe sahip olabilmesi ve iyileştirilebilmesi için denizlerimizin yüzde 40 ‘ını kapsayacak bir geniş ölçekli deniz rezervleri ağı oluşturulması için kampanya yürütüyor. http://www.greenpeace.org.tr/
TEMA Vakfı, "Sırada Neresi Var?" başlığıyla yaptığı açıklamada, sel felaketlerinin önüne geçilmesi için şunları önerdi.•Ormansızlaşma ve bitki örtüsünün tahribine son verilmeli,•Sel ve heyelan tehlikesi bulunan alanlar ağaçlandırılmalı, bitki örtüsü korunmalı ve artırılmalı,•Başta ‹mar olmak üzere, Yeraltı Suları ve Kıyı Koruma yasaları yeniden düzenlenmeli,•Önceden önlem alabilmek için, sel başta olmak üzere Afet Eylem Planları hazırlanmalı,•Sorunun yaşandığı bölgelere ait sel ve erozyon haritaları çıkarılmalı,•Tespiti yapılan bölgelerin imar planları felaketlere göre yeniden düzenlenmeli•‹mar aflarına son vermeli,•Dere yatakları imara açılmamalı, kaçak yapılaşmaya göz yumulmamalı•Yol güzergâhları dere yatakları içinde yer almamalı,•Yol yapımlarında (özellikle Karadeniz bölgesinde) kıyılara ve eğimli arazilere müdahalede dikkatli olunmalı, önlem alınmalı,•Yerleşim yerleri, yol güzergâh seçimleri ve arazi kullanım planlamasında bilimsel çalışmalar göz önüne alınmalı, zemin etütleri yapılmalı•Yanlış tarım uygulamalarından ve arazi kullanımlarından vazgeçilmelidir.•Bölgesel ve ülkesel ölçekte arazi kullanımı planlaması yapılmalıdır.
14 Eylül 2009 Pazartesi
9 Eylül 2009 Çarşamba
ULUKIŞLA’DA SİYANÜRLÜ ALTIN MADENCİLİĞİ’NE KARŞI MİTİNGE DAVET
Bolkar Dağlarında Gümüştaş Şirketi altın arama faaliyetine başladı. Bu faaliyete başlaması ile yöremizde büyük bir huzursuzluk başladı. Bizler bölgemizde tarım ve hayvancılıkla geçiniyoruz. Ama siyanürle altın arama ve işletme faaliyeti sonucunda tarım ve hayvancılığımız bitecektir. Siyanürlü altın, bizleri topraksız, işsiz, ekmeksiz bırakacaktır. Doğamızı yok edecektir. Siyanürlü altın madenciliği için köylerimizin ortak malı olan topraklarımız il özel idaresi tarafından satılığa çıkartılmaktadır. Maden köyünden kovulan şirket, şimdi aşağıdaki köylerin başına çorap örmeye kalkıyor. Biz Ulukışla köylüleri altın madenciliğinin zararlarını biliyoruz. Bunun için aylardır mücadele ediyoruz. Biz bu topraklarda yaşamak istiyoruz. Şirketin bölgemizde satın alarak altın madenciliği yapmayı planladığı araziler ata topraklarımızdır. Biz bolkarın güleç insanları, borsalarınızın, kağıtlarınızın, kurlarınızın, altınlarınızın vahşet, savaş ve yıkım getirdiğini biliyoruz. Sizlerin karı bizim yoksulluğumuz olacaktır. Sizlerin kasasına depolanan altın, bizim havamızı ortadan kaldıracaktır. Suyumuzu yok edecektir. Kuşların sesini boğacaktır. Biz bu topraklarda, eşit ve özgür birer yurttaş olarak yaşamak istiyoruz. Bizlerin iradesine rağmen köylerimizde altın işletmesi kuramayacaksınız.Köylerimizin topraklarını yok edemeyeceksiniz. Bu bir meydan okumadır. Biz Niğdeliler, biz Ulukışlalılar, biz Türkiyeliler, biz dünyalılar 16 Eylül 2009 tarihinde saat 10.30’da Niğde İl Özel İdaresi önünde buluşuyoruz. Bu buluşma topraklarımızın altıncılara satışına dur demek içindir. Bu buluşma geleceğe verilmiş bir söz içindir. Bu buluşma inadına toprak ve inadına yaşam içindir. Toprak özgürlüğümüzdür. Özgürlüğümüz satılık değildir. Siyanüre karşı toprağına sahip çık. Bolkar dağları platformu olarak köy meclislerimiz çatısı altında düzenlenecek buluşmaya tüm duyarlı halkımızı ve basını davet ediyoruz.
BOLKAR DAĞLARI PLATFORMU
TARİH: 16.9.2009SAAT: 10.30
Buluşma Yeri: Niğde İl Özel İdaresi Önü
YER: Niğde Kent Meydanı
Kurumsal ve Kişisel Destekleriniz için: bolkarmeclis@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.
5 Eylül 2009 Cumartesi
Haftanın yeşil gündemi
Bisiklet dostları, iklim dostları, zam mağdurları; zamlara karşı çıkmak ve zamları geri aldırmak, belediyelerden bisiklet yolları istemek, iklim değişikliğine dikkat çekmek için birlikte pedal çeviriyor, akaryakıt almıyor. 4-6 Eylül’de bisikletleriyle sokaklardalar. Başlarını kim mi çekiyor? Canavar Koyun Orhan. Tanışmak için tıklayın. www.tegetgecmedi.org/
İmece Evi Ekolojik Köy hedefini İzmir-Dumanlıdağ 'da gerçekleştiriyor !!! Başka bir dünya mümkün diye yola çıkıp 2007 yılında Kazdağında çiftliklerini, derneklerini ve merkezlerini kurdular.2,5 yıllık deneyimlerinden sonra anayasalarını yazdılar şimdi sürdürülebilir, kendine yeten bir doğal yaşam köyü kurmak için İzmir Menemen’e bağlı Dumanlıdağ içinde yer alan Turgutlar köyüne yerleşiyorlar. 18 Eylül’den itibaren kapıları açık. Daha fazla bilgi için http://www.imeceevi.org/
Meyve Mirası, unutulan lezzetli tatları tekrar sofralarımıza getirmek için çiftçilerle ele ele verdi. Her Cuma, Bodrum pazarında atadan kalan yerli tohumlarla üretilmiş ürünler yerel çiftçiler tarafından üretiliyor ve satışa sunuluyor. Eski lezzetleri özlediyseniz yolunuzu Bodrum pazarının B-24 numaralı tezgahına düşürün. http://www.meyvemirasi.org/
8. İzmir Enternasyonal Fuarı’ndaki Büyükşehir Belediyesi Sokağı’nda, Sasalı Doğal Parkı’nın tanıtımını yapmak için getirilen hayvanlar parmaklıklar ardında teşhir ediliyor. Hayvanlar, doğal ortamlarına hiç de benzemeyen, rahat hareket etmelerine bile elverişli olmayan alanlarda tutuluyor. Tavşanlar, sincaplar, bir kaplumbağa ve oğlaklar aynı kafeste bulunurken, sağdan sola dönemeyecek kadar küçük bir alanda da eşek tutuluyor. Kaynak: http://www.yesilgazete.org/
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Haftanın yeşil gündemi
Yeşiller Partisi Tarım Çalışma Grubu, Hükümetin genetiği ile oynanmış organizmaların önünü açacak Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nı kamuoyu ile paylaşmamasından hareketle çevre ve insan sağlığına yönelik bir tehdit olan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusunda 22 Ağustos 2009 günü Şişli %100 Ekolojik Pazar'da bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada şu sözlere yer verildi."Hükümetin 10 yılı aşkın süredir sürüncemede bıraktığı Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nı, GDO’ lara izin verecek şekilde düzenlediğine dair şüphelerimiz, yasa taslağının kamuoyuyla henüz paylaşılmaması nedeniyle artıyor. Bir kez daha soyluyoruz, biyogüvenlik yasası -bu ülkenin insaninin- menfaatleri temel alarak oluşturulmalıdır. Bu da yasanın mutlak şekilde, GDO’ ların ülkeye girişinin ve ülkede ekiminin nasıl önleneceğinin belirlenmesi esaslarına dayalı olmalıdır. AKP hükümetine sesleniyoruz, bu millet GDO’ lu mahsulleri ve bu mahsullerden türetilen gıda ve gıda katkı maddelerini tüketmek istemiyor ve yapılan araştırmalar da ülkemizde % 90’ lara varan kesimin GDO tüketmek istemediğini açıkça ortaya koymuştur !".
Üst başlığı “80’den Sonra” olarak belirlenen Karaburun Bilim Kongresi 3-6 Eylül 2009’da Karaburun ve Mordoğan’da gerçekleştirilecek. Geçen yıl, kapitalizmin 1970’lerde başlayan son ve uzun yapısal krizini takiben beliren değişim/dönüşüm süreçlerini ele alarak başlatılan tartışm bu yıl, “80’den Sonra” Türkiye kapitalizmine odaklanarak tamamlanacak. Bu amaçla 2009 Karaburun Bilim Kongresi’nde, 1980’le birlikte Türkiye’de yaşanılan toplumsal dönüşüm süreçlerini tüm veçheleri ile tartışmaya açmayı hedefleniyor. Karaburun Bilim Kongresi’nde, seçilmiş bildirilerden oluşan oturumlara, davetli konuşmacıların yer aldığı panellere, kolektif tartışmanın yürütüldüğü forumlara ve çalışma gruplarının hazırlayacağı çeşitli faaliyetlere (atölye çalışmaları, forumlar, film gösterimleri, sergiler, vb.) yer verilecek. http://www.kongrekaraburun.org/
Her yıl düzenlenen Yeşil Bozcaada Buluşması, bu yıl 27 Ağustos - 30 Ağustos tarihleri arasında, Bozcaada’nın Ayazma-Sulubahçe sahilinde gerçekleşecek. Çevre mücadeleleri, endüstriyalizm, permakültür ve ekoköyler, sosyal ekoloji, Marx ve ekoloji gibi konuların tartışılacağı buluşmada atölye çalışmaları, mini konserler, gece yürüyüşleri, müzik ve rüzgar güllerini ziyaret gibi çeşitli etkinlikler de düzenlenecek.
Üst başlığı “80’den Sonra” olarak belirlenen Karaburun Bilim Kongresi 3-6 Eylül 2009’da Karaburun ve Mordoğan’da gerçekleştirilecek. Geçen yıl, kapitalizmin 1970’lerde başlayan son ve uzun yapısal krizini takiben beliren değişim/dönüşüm süreçlerini ele alarak başlatılan tartışm bu yıl, “80’den Sonra” Türkiye kapitalizmine odaklanarak tamamlanacak. Bu amaçla 2009 Karaburun Bilim Kongresi’nde, 1980’le birlikte Türkiye’de yaşanılan toplumsal dönüşüm süreçlerini tüm veçheleri ile tartışmaya açmayı hedefleniyor. Karaburun Bilim Kongresi’nde, seçilmiş bildirilerden oluşan oturumlara, davetli konuşmacıların yer aldığı panellere, kolektif tartışmanın yürütüldüğü forumlara ve çalışma gruplarının hazırlayacağı çeşitli faaliyetlere (atölye çalışmaları, forumlar, film gösterimleri, sergiler, vb.) yer verilecek. http://www.kongrekaraburun.org/
Her yıl düzenlenen Yeşil Bozcaada Buluşması, bu yıl 27 Ağustos - 30 Ağustos tarihleri arasında, Bozcaada’nın Ayazma-Sulubahçe sahilinde gerçekleşecek. Çevre mücadeleleri, endüstriyalizm, permakültür ve ekoköyler, sosyal ekoloji, Marx ve ekoloji gibi konuların tartışılacağı buluşmada atölye çalışmaları, mini konserler, gece yürüyüşleri, müzik ve rüzgar güllerini ziyaret gibi çeşitli etkinlikler de düzenlenecek.
17 Ağustos 2009 Pazartesi
Haftanın yeşil gündemi
- BODRUM Ekolojik Tarım ve Yaşamı Destekleme Derneği’nin önderliği ve denetiminde, Konacık Belediyesi’nin desteğiyle Bodrum Organik Gıda Halk Pazarı 5 Ağustos Çarşamba günü Konacık Belediyesi yanı Büyük Çadır'da kuruldu. Derneğin kurucu üyelerinden Bihter Mutlu, sadece yaz ayları için değil kış aylarında da her çarşamba organik pazarın kurulacağını belirtti.
- MAÇAHEL, Ağustos ayında önemli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Türkiye'de suyun akılcı kullanımı konusunda çözüm önerileri üretmek isteyen sivil toplum kuruluşları ilkini 27-28 Haziran 2009’da İstanbul Haliç Üniversitesi’nde düzenledikleri Arama Konferansları’nın ikincisini Maçahel Vakfı'nın davetiyle 14 Ağustos 2009 tarihinde Macahel'de yaptılar. Konferans'ta Doğu Karadeniz'in farklı vadilerindeki HES projeleri ve Hasankeyf, Munzur, Allinoi, Uluabat Gölü gibi pek çok alanı tehdit eden baraj projelerine karşı bu alanların korunması için harcanan çabalar ve edinilen tecrübeler paylaşıldı.Ayrıca Macahel Vakfı’nın düzenlemekte olduğu sempozyumlar serisinin 2.si, 15 Ağustos 2009’da Organik Tarım konusunda yapıldı. Sempozyuma bilim insanları, yöredeki işletmeciler ve üreticiler ve ilgili kamu kurumlarındaki yöneticiler katılarak Macahel’de Organik ürün ve bal üretimi konusunda bilgiler sunacaklar. Sempozyum içerisindeki sunumların yanısıra yöredeki üreticiler ve teknik insanların birlikte belirlenecek konuları değerlendirecekleri çalıştay yapıldı. Ayrıntılar için http://www.macahel.org.tr/
- GREENPEACE siber-eylem ile sesini duyurma hazırlığında. Türkiye’de nükleer santral kurulmasını istemeyenler için internet sitelerinden Bakanlar Kurulu üyelerine ulaştırmak üzere şu çağrıyı hazırladılar. “Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun, Atomstroyexport- Inter RAO- Park teknik konsorsiyumunun teklifini teknik kriterler açısından yeterli bularak onayladığını öğrendim. Şimdi son kararı verecek olan sizlersiniz. Bir vatandaş olarak, nükleer enerjinin Türkiye’nin enerji konusundaki ihtiyaçlarını karşılamadığını düşünüyorum. Eğer nükleer santral teklifini kabul ederseniz, Türkiye’nin hem çevresel hem de ekonomik bir felakete doğru yol almasına neden olacaksınız. Enerjide dışa bağımlı olmayan, iklimin korunması için çalışan bir Türkiye için temiz ve çevre dostu bir enerji sistemi oluşturmak istiyorsanız yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine yatırım yapmalısınız". Katılım için: http://www.greenpeace.org.tr/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)