su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2013 Pazar

Dereler göllerle buluşamazsa


Burdur Gölü
Türkiye’nin dereleri ve gölleri yanlış tarım ve su politikaları yüzünden yok oluşla karşı karşıya. HES’lerle dereleri, barajlarla da gölleri kurutuyorlar. Bunun örneklerinden biri de Türkiye'nin yedinci en büyük  gölü ve üçüncü en büyük tuzlu gölü olan Burdur Gölü. Isparta ve Burdur illeri sınırları içerisinde yer alan göl son 35 yılda sahip olduğu suyun yaklaşık üçte birini kaybetti. DSİ 182. Şube Müdürlüğü'nün rakamlarına göre gölün hacmi 1975'te 226 km2'den 150 km2'ye geriledi. Gölü besleyen akarsuların üzerine kurulan barajlar ve göletler, bu akarsuların Burdur Gölü'ne ulaşmasını engelliyor. Göl çevresinde açılan çok sayıda sondaj kuyusu da gölü besleyen yeraltı sularının azalmasına yol açıyor. Burdur gölü çevresinde yaşayan insanlar da dahil tüm canlıların yaşamı gölün varlığı sürdürmesine bağlı. Doğa Derneği bilim koordinatörü Süreyya İsfendiyaroğlu'nun aktardığına göre  gölde su seviyesinin düsmesi türleri etkiliyor. Göl eskisi kadar sağlıklı değil ve 15-20 yıl öncesinin türlerini besleyemiyor. Sülfür zengin, bor minerali barındıran gölün su seviyesinin düşmesi minerallerin değişimini getiriyor ve türler etkileniyor. Küresel ölçekte nesli tehlikede olan dikkuyruk popülasyonunun yaklaşık %80'i kışlamak için Burdur Gölü'nü kullanıyor. Burdur dişli sazancığı dünyada sadece Burdur Gölü'nde yaşıyor. Göl bir Ramsar Alanı, Doğal Sit Alanı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası. Tüm bu koruma statülerine dair merkezi ve yanlış su politikalarına feda ediliyor. Gölün kuruması türler kadar yöredeki tarımı da etkileyecek. Burdur'un nüfusunun % 60'ı tarımla uğraşıyor. Buğday ve arpa önemli ürünler, son yıllarda da meyvecilik gelişiyor. Öte yandan bölgenin yapısına uygun kuru tarımdan sulu tarıma geçişin (aynısı Konya için de geçerli) devlet eliyle teşvik edilmesi de gölü besleyen suların azalmasına yol açmış. Burdur Gölü kurursa 
Dikkuyruk
yörede iklim değişir. Nem azalır, yağışlar düzensizleşir, gece sıcaklıkları düşer, don olayları daha sık görülmeye başlanır. İklimin karasallaşması bölgedeki tarım ve hayvancılığa zarar verecek. Doğa Derneği alan koruma sorumlusu Okan Ülker, 80li yıllarda yöre halkının göl ile ilişkisinin koptuğunu, bunun da büyük oranda o dönem faaliyette olan SEKA ve şeker pancarı fabrikalarını gölü kirletmesinden kaynakladığını belirtiyor. Atık artırma tesislerinin devreye girmesinden sonra kirlilik önemli oranda azaldığını söyleyen Ülker halkın göl ile ilişkisini tekrar canlandırmak gerektiğini ve bunun su sporlarını geliştirerek yapılabileceğini ifade ediyor.  Gölün kuruması halk sağlığı açısından da tehlikelere yol açabilir. Göl aynası altından açığa çıkacak birikmiş maddeler rüzgarla taşınarak toz bulutlarına dönüşebilir, yani rüzgar erozyonu yaşanabilir. Toz bulutları, hakim rüzgar yönü doğrultusunda tarım alanları üzerinde yığılarak tarımsal verimliliği düşürebileceği gibi köylerd ve Burdur kent merkezinde yaşayanlarda üst solunum yolu rahatsızlıklarının artmasına yol açabililir. 1970'li yıllarda Antalya Elmalı'da bulunan Karagöl ve Avlan Gölü'nün kurutulmasıyla yaşanan ekolojik ve tarımsal tahribat ile Konya'da bulunan Ereğli Sazlıkları'nın kurutulması (1950-1983) sonucu başlayan rüzgar erozyonu Burdur Gölü için ders çıkarılabilecek örnekler. 

Dereler Burdur Gölü'ne özgürce aksın 



16 Mart 2013 Cumartesi günü Ankara, İstanbul, Urfa, İzmir ve Antalya'dan doğaseverler Doğa Derneği ve Atlas Dergisi ile birlikte Burdur'da Cumhuriyet Meydanı'nda buluştular. Burdur Gölü'nün yanlış tarım ve su politikaları sonucu ekolojik işlevini yitireceğine dikkat çekip gölün su hakkını vurguladılar. Bölgede inşa edilen irili ufaklı 23 baraj ve göletin, derelerin Burdur Gölü'ne ulaşmasını engellendiği söyleyen doğa korumacılar derelerin göl ile buluşmasını simgeleyen dev bir koreografi gerçekleştirdiler. Burdur Cumhuriyet Caddesi'nde Burdur Gölü ve çevresindeki dereleri (Borçay, Ulupınar, Bayındır, Kurna ve Çerçin) simgeleyen mavi bir kumaş taşınarak bir insan zinciri oluşturdu. İl dışından gelen doğa severler dereleri simgeleyen kumaşları, Burdurluların taşıdığı göl ile buluşturdular. "Burdur cennet olur dereler göle aksa" ve “Göl yoksa Burdur da yok, göl yoksa ürün de yok, göl yoksa hayat da yok” sloganları da etkinliğe eşlik etti. 2008-2012 yılları için hazırlanan Burdur Gölü Yönetim Planı'nda gölün hidrolojik seviyesinin dengelenmesi yer alıyordu fakat yapılan barajlarla ve yanlış sulama politikalarıyla gölün derelerce ve yeraltı kaynaklarınca beslenmesine engel oldular. Yönetim planının revizyonunun yapılacağı bugünlerde yapılan bu eylem ile gölün ihtiyacı olan suyun barajlardan nasıl bırakılacağı karara bağlanması bir talep olarak öne çıkıyor. Yerel yöneticiler, kurumlar ve milletvekilleri gölün kuruması tehlikesinin ve bunun altından yatan nedenlerin farkındayken DSİ'nin merkezi planlarında Burdurluların sesine kulak vermesi gerekiyor.
Burdur Cumhuriyet Meydanı

Cumhuriyet Meydanı'ndaki koreografiden sonra Cumhuriyet Parkı'nda Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz ile Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü basın açıklaması yaptılar. Yılmaz, Burdur Gölü kuruduğunda yöred yaşamın ve tarımın devam etmesinin zor olduğuna vurgu yaptı ve "Göl son 35 yılda üçte birini kaybetti, su seviyesi 12 metre düştü. Gölün kurumasının sebepleri, gölü besleyen yer üstü sularının baraj ve göletlerde tutulması, yer altı sularının ise sondaj kuyularıyla aşırı miktarlarda çekilmesi" dedi. Hemşehrilerine seslenen Ezgü ise Burdur Gölü'nde yüzme öğrendiğini ve çocukluğunu geçirdiğini, şimdi ise can çekişen bir göl görmekten üzgün olduğunu belirtti. "Doğa bir zincirdir, bunun bir halkası koparsa zincir dağılır. Burdur'da göl biterse yaşam biter. Zincirden halkalar biterse biz biteriz. Burdurlular biter " diyen Ezgü planlamaların çok dikkatli yapılması gerektiğini vurguladı.




1 Şubat 2013 Cuma

Yaklaşık 200 Ton İlaçlı Suyun Eğirdir Gölü’ne Ulaşması Engellendi


WWF-Türkiye 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde Eğirdir Gölü’nde gerçekleştirdiği örnek uygulamaların sonuçlarına dikkat çekiyor. Siemens Ev Aletleri ile işbirliği içerisinde Eğirdir Gölü çevresinde iyi tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması ve Göl’ün su kalitesinin iyileştirilmesi için devam eden pilot çalışmaların sonuçları umut verici.  

2008’den bu yana devam eden ve 2012 yılı itibarıyla ikinci aşaması başlayan Yedi Renkli Göle Yedi Renkli Hayat Projesi kapsamında, Göl’ün üzerindeki kirlilik baskısının başlıca nedeni zirali ilaç kullanımı olarak belirlendi. Bu doğrultuda Esinyurt pilot köy olarak seçildi ve 50 dekarlık elma tarlalarında örnek uygulama gerçekleştirildi. Kurulan bilgisayarlı hava tahmin ve erken uyarı cihazı ve tarımsal zararlılarla biyoteknik mücadele yöntemlerinden olan feromon çubukları sayesinde Göl çevresindeki aşırı tarımsal ilaç kullanımının azaltılması hedefleniyor. Bütün bu çalışmaların yanı sıra bölgede yaşayan çiftçilere, kadınlara ve çocuklara suyun önemi, akılcı kullanımı ve korunması konusunda kapsamlı eğitimler düzenleniyor.

2012 yılında gerçekleştirilen bu çalışmalar kapsamında erken uyarı sistemi ile 150 ton,  biyoteknik mücadele yöntemleriyle de 45 ton olmak üzere toplam 195 ton ilaçlı suyun Eğirdir Gölü’ne, yeraltı sularına ve toprağa karışması engellendi. Ayrıca feromon çubuğu ile desteklenen tarlalarda, elmadaki kurtlanma oranının 6,5 ila 10 kat azaldığı ve bunun genel verime %10’luk bir artış olarak yansıdığı görüldü.

2013 Mart ayı itibarıyla 500 dekara çıkarılacak olan pilot çalışma kapsamında toprak ve su tahlilleri yapılarak Eğirdir Gölü’nde iyi tarım uygulamalarını yaygınlaştırma çalışmaları devam edecek. Uygulama Gelendost ilçesinde yaygınlaştırıldığı takdirde her yıl yaklaşık 16.125 ton ilaçlı suyun doğal kaynaklara karışmasının engelleneceği öngörülüyor.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak “Bugün 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü ve ülkemizde birçok sulak alanda kuruma ve kirlilik başta olmak üzere çeşitli sorunlar yaşanıyor. Ülkemizin en büyük ikinci tatlı su gölü ve uluslararası öneme sahip bir sulak alan olan Eğirdir Gölü de bu sorunlarla karşı karşıya. Göl’ün sorunlarına kalıcı çözümler üretmek için ilgili paydaşların desteği ile 2008 yılından bu yana çalışıyoruz. Projemiz kapsamında gerçekleştirdiğimiz uygulamaların sonuçları, Göl’ün su kalitesinin iyileştirilmesi ve Türkiye’nin elma üretiminin %20’sini karşılayan bu bölgede tarımsal üretimin sürdürülebilirliği açısından son derece umut verici. Yaptığımız pilot uygulamalar, Göl’e ulaşan tarım kaynaklı kirliliğin %40’ı aşan oranda azaltılmasının mümkün olacağını gösteriyor. Bu doğrultuda pilot uygulamalarımızı yaygınlaştırarak, potansiyel bir Ramsar Alanı olan Eğirdir Gölü’nde su kalitesinin iyileştirilmesi için çalışmalarımıza devam edeceğiz.” dedi.

Daha Fazla Bilgi için:
Berivan Dural, İletişim Yönetmeni, WWF-Türkiye

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sultan Sazlığı Yaşıyor mu?

 Anadolu’nun kurutulan göllerine dikkat çekmek için Burdur Gölü’nden bisikletleriyle yola çıkan Suyun İzinde ekibi Ramsar sözleşmesince korunan 13 sulak alandan biri olan Sultan Sazlığı’na ulaştı. Havzalar arası su transferi ile alana su verilmesinin yanlış olduğu, Sazlığı kurutan drenaj kanallarının kapatılmadığı, alanda otlatma baskısı olduğu ve alanı besleyen Yay, Çöl ve Sobe göllerinin tamamıyla kurutulduğu belirlendi. Suyun İzinde ekibi bisiklet yolculuklarının "Göller" bölümünü  4 Ağustos 2012 Cumartesi günü Ankara'da Eymir Gölü'nden kuracakları "Kurutulan Göller Kampı"nda sonlandırıyor.


Suyun İzinde ekibinden orman mühendisi Fatih Taşkıran, Sultan Sazlığı'ndaki sorunları şöyle aktarıyor:  Anadolu’da Ramsar sözleşmesince korunan 13 alandan bir tanesi, 1. Dereceden doğal sit alanı ve tabiatı koruma alanı gibi koruma statüleri olan Sultan Sazlığı aynı zamanda önemli doğa alanı (ÖDA) ve önemli kuş alanı (ÖKA) olarak 301 kuş türü ve 428 bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Tatlı ve tuzlu suyu bir arada bulunduran nadir ekosistemlerden biri olan Sultan Sazlığı, Avrupa ve Asya üzerinden Afrika’ya giden göçmen kuşların göç yollarının kesiştiği bölgede yer alıyor. Nesli tehlike altında olan türler için üreme, beslenme ve konaklama alanı olan Sultan Sazlığı’nda 1940 yılında tarım alanı açmak ve sıtma ile mücadele için drenaj kanalları açılarak başlatılan kurutma çalışmaları 1970’lere kadar devam etmiş.1940’lı yıllardan beri alanda açılmış drenaj kanalları yer altı su seviyesinin düşmesine neden olmasına rağmen bu kanallar hala kapatılmadı. Sazlığı besleyen akarsular üzerine 1967 yılında Akköy, 1978 yılında da Kovalı ve Ağcaşar barajları kurularak bu önemli sulak kaderine terk edildi.
Sulak alanların korunması için uluslar arası sözleşmeler, anayasa, kanunlar  ve yönetmelikler olmasına rağmen alanları korumak için somut adımlar atılmamış ya da havzalar arası su transferi gibi yanlış uygulamalarla yetinilmiş. Hukuki mevzuattaki çelişkiler ve alanın yönetiminde söz sahibi kurumlar arasındaki eş güdümsüzlük alanın aleyhinde kullanılmış. Örneğin 1993 yılından önce planlanan Develi Kapalı Havzası Sulaması Projesi ÇED yönetmeliği kapsamı dışında tutuluyor. Sulak alanlarda ve alanların bulunduğu havzalarda uygulanacak politikalarda alanın korunmasına öncelik verilmeli ve alanda yaşayan yöre halkı için alternatif geçim kaynaklarının yaratılması teşvik edilmelidir. Sultan sazlığının bulunduğu Develi kapalı havzası da doğa turizmi(dağcılık, foto safari, kuş gözlemciliği gibi) ve organik tarım gibi alternatif geçim olanakları için önemli bir potansiyel taşımasına rağmen bölgede sulu tarım ve büyükbaş hayvancılığın teşvik edilmesi alan üzerindeki baskıyı arttırmıştır.
Sultan Sazlığı’na su getirilmesi bahanesiyle Seyhan havzasında yer alan Zamantı Nehri’nden 2009 yılında 11 km’lik bir tünel ile getirilen suyun da büyük bir bölümü Develi ovasında tarımsal sulama amacıyla kullanılmaktadır. Taşıma su ile değirmen dönmeyeceği gibi Seyhan havzasından su transfer edilmesi Çukurova’da bulunan ve Ramsar sözleşmesince korunan Yumurtalık Lagünleri ve Akyatan Gölü’nü de olumsuz etkileyecektir. Karar mercileri “sözde” sulak alanları korumak için bütünleşik havza yaklaşımı yerine havzalar arası su transferi yaparak Anadolu doğasında kalıcı tahribatlara neden olmaktan vazgeçmelidirler.
1986’da yılından beri Ovaçiftlikköy’de turizm işletmeciliği yapan Atalay Atasoy, tamamen kurutulmuş olan sazlığa suyun ve beraberinde kuşların gelmiş olmasının sevindirici olduğunu belirtti. Sultan Sazlığı’nın yaşadığı süreçlere tanıklık etmiş olan Atasoy alanın mevcut doğa turizmi potansiyelinin değerlendirilmediğine dikkat çekti. Kendi olanaklarıyla alana gelen turistlere rehberlik yaptıklarını vurgulayan Atasoy, alanda yıl boyunca 260’dan fazla kuş türünü gözlemenin mümkün olduğunu belirterek Türkiye’deki kuş gözlemcilerini, yaban hayatı fotoğrafçılarını ve doğaseverleri alana davet ediyor.
İletişim için:
Fatih Taşkıran     5056445255

3 Temmuz 2012 Salı

Büyük Atlama 8 Temmuz'da


  2005 yılından beri Avrupa’nın birçok ülkesinde, nehirlerin ortak yaşamımız için vazgeçilmez değerini göstermek, nehirlerle tekrar bir araya gelmek için temmuz ayının ikinci Pazar günü aynı saatte nehirlere ve onların beslediği göl ve denizlere atlıyoruz.
Geçen yıl Alakır, Burdur, Halfeti ve Hasankeyf’te atladık, bu sene daha çok nehirde, daha kalabalık atlayalım, “Özgür Nehirler İçin” sesimizi daha çok duyuralım istiyoruz.

Siz de nehirlerin özgür sularına karışın!
Büyük Atlama (Big Jump), nehirlerin yaşaması için tüm Avrupa'da 2005 yılından bu yana Temmuz'un ikinci pazar günü aynı saatte binlerce insanın nehirlere atlamasıyla gerçekleşen bir etkinlik. Geçtiğimiz yıl Büyük Atlama Avrupa’nın birçok ülkesinde 115 farklı alanda düzenlendi.
www.rivernet.org/bigjump

Büyük Atlama-İstanbul
 8 Temmuz 2012 Pazar 
Buluşma:  14:00 Burgazada İskele
Etkinlik: 16:00 Burgazada Kalpazankayalar
Facebook etkinlik sayfası:  http://www.facebook.com/events/350775138323849/ 
İstanbul İletişim: Mithat Marul- 0555 640 21 77 - mithatmarul@gmail.com

6 Aralık 2011 Salı

“Türkiye’de su krizini derinleştiren politikalar”paneli

Su Hakkı Kampanyası, dünyada ve Türkiye’de suyun özelleştirilmesinin, ticarileştirilmesinin tarihsel gelişimini, yarattığı sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel sorunları ve bu sorunların çözülmesine yönelik yine dünyada ve Türkiye’de alternatif arayışlarını ele alan bir araştırma kitabı hazırladı. Kitabı, “YENİ BİR SU POLİTİKASINA DOĞRU -Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler-” adıyla yayınlıyoruz.

Suyu en temel insan hakları arasında ve kamusal varlık olarak görmemek, kamusal hizmet alanı dışına çıkarmak, yönetimini ticarileştirmek, su kaynaklarını özelleştirmek; artan su faturalarına, su kaynaklarının borularla, şişelerle taşınmasına, tüm nehirlerin üzerine baraj ve HES’ler inşa edilmesine yol açarken; su krizinin ve suya erişimde var olan adaletsizliğin daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklar karşısında, Amazon Ormanı’nın içlerinde dünya üzerindeki üçüncü büyük Belo Monte barajının yapımını durduran, Erzurum, Loç, Senoz, Yuvarlakçay, Ordu’da yeni HES’lerin yapılmasına direnen, Yusufeli, Ilısu, Yortan ve Munzur barajlarının ekolojik, kültürel, sosyal yıkımlarına dikkat çeken, dünya çapında binlerce topluluk sadece günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için, temiz su ve sağlıklı yaşam koşulları için, suyun bir insan hakkı olarak tanınması, suyun tüm canlılar ve gelecek kuşaklar adına korunması için, su kaynaklarını hükümetlerin ve şirketlerin talanına karşı korumanın mücadelesini vermekteler.

10 Aralık Cumartesi günü “YENİ BİR SU POLİTİKASINA DOĞRU -Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler-” kitabının yazarı Dr. Akgün İlhan, Doç. Dr. Ali Kerem Saysel, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nden Ercan Ayboğa’nın katılımıyla “Türkiye’de su krizini derinleştiren politikalar” başlığı altında su sorununu ve alternatif çözüm önerilerini ele alacağız.

Panelde sizleri de aramızda görmekten büyük memnuniyet duyacağız.

“TÜRKİYE’DE SU KRİZİNİ DERİNLEŞTİREN POLİTİKALAR” PANELİ

Dr. Akgün İlhan (Barcelona Otonom Unv. ICTA)
Doç. Dr. Ali Kerem Saysel (Boğaziçi Unv. Çevre Bilimleri Enstitüsü)
Ercan Ayboğa (Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi)
Moderatör: Nuran Yüce (Su Hakkı Kampanyası)

Tarih: 10 Aralık 2011, Cumartesi, Saat: 14.00
Yer: Taksim Hill Otel-Sıraselviler Cad.No:5, Taksim/İSTANBUL

İrtibat Tel: +90 212 292 34 39 E-posta: bilgi@suhakki.org

20 Nisan 2011 Çarşamba

Gri Su Geri Kazanım Sistemi

Her geçen gün dünya ve ülkemizde su sıkıntısı artmaktadır. Su sıkıntısını en aza indirmemizin yollarından öncelikli olanı elimizdeki doğal su kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılmasından geçmektedir. Suyumuzu verimli kullanmanın en basit ve en etkili yolu, evlerimizde kullandığımız suları içme suyu ve içme suyu kalitesinde olmayan sular diye sınıflandırmaktır. Bu sayede içme suyu kalitesinde olmasına gerek olmayan suları geri kazanılmış sulardan kullanarak içme suyu tüketim oranımızı yarı yarıya azaltabiliriz. İçme suyu kalitesinde olmayan sulara örnek olarak tuvalet rezervuarları, çamaşır yıkama, bahçe sulama ve araba yıkama gibi genel temizlik işlerini gösterebiliriz.Suyun arıtılıp tekrar kullanılmasıyla ilgili bugüne kadar yapılan
çalışmalarda çeşitli teknolojiler kullanılmış ve en iyi teknolojinin membran biyoraktör (MBR) yöntemi olduğu ispatlanmıştır. Bu konuda ödül almış gri su geri kazanım sistemleri bulunmaktadır.

Gri su nedir?

Gri su, siyah su (tuvalet suyu) haricinde bir evden boşaltılan atık suların genel adıdır, yani duştan, küvetten, lavabodan, mutfaktan, bulaşık ve çamaşır makinesinden gelen sulardır. Gri su sabun, şampuan, diş macunu, yiyecek parçaları, pişirme yağı, deterjan ve saç gibi maddeleri içerir. Gri su evsel atık sular içinde en büyük orana sahiptir. Genellikle evsel atık suyun %50 – %80 ’i gri sudur.

Şekil. 1: Başlıca gri su kaynakları

Gri su geri kazanımının faydaları

Kullanım suyu olarak yüksek kaliteli içme suyunu kullanmak yerine, içme suyu kalitesinde olmayan arıtılmış gri su kullanarak içme suyu kullanım miktarımızı azaltırız ve böylece doğal su kaynaklarımızın korunmasına yardımcı olmuş oluruz.

• Yerinde arıtımı yapılan gri su ile kanalizasyona verilen atık su miktarı azalacağı için belediyeler tarafından yapılan ve yüksek fiyatlara maal olan arıtma sistemlerinin hacmi azalacaktır ve yatırım maliyetleri düşecektir.

• Gri su geri kaz

anım sistemleri içme suyu kullanım oranlarını azalttığı için şebeke suyu dağıtım maliyetlerinin de azalmasına sebep olacaktır.

• Gri su özellikle kurak bölgelerde bahçe sulama ve bitki yetiştirmek için değerli bir su kaynağıdır.

• Gri su, siyah sudan çok daha az miktarda Azot içerir. Atık suda bulunan Azot

un %90’ı siyah sudan gelir. Azot ise kirletme etkisi en ciddi ve sudan en ayrışması zor maddedir. Bundan dolayı gri suyun arıtılması siyah suya göre çok daha hızlı ve kolaydır.

• Gri su sulama suyu olarak kullanıldığında iyi bir gübre kaynağı ve besleyici su olma özelliği de taşır.

Tasarruf Potansiyeli

Gri su geri kazanımı konutlarda %50’ye varan oranlarda su tasarruf sağlar. Bu oran otel, yurt gibi ticari işletmelerde %60’ın üzerine çıkmaktadır. Binalarda kullanım suyu olarak arıtılmış gri suyun kullanılması su faturalarının fiyatlarının da %50’ye varan oranlarda düşmesine sebep olacaktır. Bu sırayla şebeke suyu dağıtım sisteminin yoğunluğunu azaltacak ve atık su miktarımızı da azalacaktır.

Çevresel Faydaları

Gri su sistemleri atıksu oluşumunun miktarını azaltmasına ek olarak doğal içme suyu kaynaklarımızı da korumamızı sağlar. Gri su siyah suya göre daha kolay ve hızlı bir şekilde arıtıldığı için gri su geri kazanım sistemleri klasik arıtma sistemlerine oranla daha az enerji tüketirler. Genel olarak düşük enerji sistemleri yüksek enerji harcayan sistemlere tercih edilmelidir. Ayrıca gri su geri kazanım sistemleri gri suyun bileşiğinden dolayı düşük seviyede karbon gazını atmosfere verir.

Ekonomik yönden değerlendirilmesi

Bireysel gri su geri kazanım sistemleri, basit ekipmanlardan oluşabileceği gibi yüksek teknolojiye sahip çok yüksek kalitede kullanım suyu sağlayan farklı metotlardan oluşabilmektedir. Depolama, ince filtrasyon, biyolojik arıtma, membrane filtrelerden süzme gibi işlemlerden geçirilen gri su yüksek kaliteli kullanım suyu olarak tuvalet rezervuarlarında, bahçe sulamada, çamaşır yıkama

da ve araba yıkama gibi kaba temizlik işlerinde kullanıldığında büyük ölçüde tasarruf sağlanılmasına katkıda bulunur.

Kalitesi İspatlanmış Arıtma Teknolojisi

Membran biyoreaktörler gelişmiş aktif çamur yöntemleri olarak nitelendirilir. Membranlardaki mikro gözenekler sayesinde katı sıvı ayrımı ileri seviyede yapıldığı için ikincil bir temizleme prosedürüne gerek duyulmamaktadır. Sistem, bir ön arıtma deposu ve MBR deposundan oluşmaktadır. Sistemin çalışma prensibi kısaca şöyledir, ön arıtma deposuna alınan su biyolojik olarak arıtıldıktan sonra gri su bakterisiz atık su elde etmek için özel vakumlama tekniği ile membran filtrelerden süzülerek partiküllerden, mikroplardan, bakterilerden ve virüslerden arındırılır. Membran biyoreaktör sisteminden elde edilen suyun kalitesi diğer sistemlere göre çok daha yüksektir. Ayrıca MBR sistemleri geleneksel arıtma sistemlerine göre daha kısa sürede arıtma işlemini gerçekleştirdiğinden dolayı sistem için daha küçük yere ihtiyaç duyulmaktadır.










Arıtılmış Suyun Kalitesi

Parametreler

Birim

Sonuç

BOİ

mg/L

< 5

KOİ

mg/L

< 30

AKM

mg/L

< 1

Bulanıklık

NTU

< 1

e-koli

1/100mL

Bulunamadı

Koliformlar

1/100mL

< 1

Virüslerin Engellenmesi

%

99,9999


Yazı:Nuray Oruçtut

1 Şubat 2011 Salı

Sulak Alanlarımız Tehdit Altında


2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü ile ilgili WWF-Türkiye'nin açıklaması:

Sulak Alanların Korunmasına Yönelik Uluslararası Ramsar Sözleşmesi’nin ilk olarak 1971 yılında imzaya açılmasının ardından geçen 40 yıl içinde Türkiye; kurutma, doldurma ve su sistemlerine müdahaleler nedeniyle sulak alanlarının yarısını kaybetmiş durumda. Yaklaşık 20 yıllık bir gecikmeyle 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi’ni imzalayan Türkiye, aradan geçen süre içerisinde 13 sulak alanını Ramsar alanı ilan etmiş olsa da, bunları korumaya yönelik uluslararası taahhütlerini yerine getiremedi. Özellikle 2010 yılında ülkenin en doğusundan en batısına kadar hızla yayılan HES furyası ve sulak alanları etkileyecek yasal düzenlemeler, Türkiye’nin geriye kalan sulak alanlarını da tehdit ediyor.

Enerji ihtiyacının karşılanmasında sürdürülebilir olmayan yolları seçen Türkiye, sulak alanlar başta olmak üzere bütün doğal kaynaklarını çevresel ve sosyal boyutu yeterince dikkate almadan yönetmekte ve geri dönüşü olmayan biçimde tüketmektedir.

2010 yılının Ağustos ayında Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik, sulak alanların ana arterleri olan akarsuları koruma dışında bırakmakadır. 25 Ekim 2010 tarihinde TBMM gündemine alınan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı, “Doğal Sit” statüsünü ortadan kaldırarak ülkemizdeki 1261 Doğal Sit Alanı’nda tahribatın önünü açmaktadır. Son olarak 29 Aralık 2010’da Meclis’te kabul edilen Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun 5. maddesinde yapılan düzenleme, yenilenebilir enerjiyi teşvik etmek adına milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları, muhafaza ormanları, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları gibi özel hukuksal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerle korunması taahhüt edilmiş alanlarda da yenilenebilir enerji yatırımlarına izin vermektedir.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak, “Sürdürülebilir kalkınma bugünün gereksinimlerinin geleceğin gereksinimlerini tehlikeye atmamak anlamına gelir. Tüm dünyada Ramsar Sözleşmesi’nin 40. yılının kutlandığı ‘2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde, HES yatırımlarının çığ gibi büyüdüğünü ve yeni yasal düzenlemelerin sulak alanlarımızı savunmasız bıraktığını görüyor, ülkemizin izlediği kalkınma yolunun sürdürülebilir olmaktan uzak olduğuna tanık oluyoruz,” dedi.

Tolga Baştak ayrıca, “Sulak alanların korunması ve etkin su yönetimine yönelik dünyaca kabul edilmiş, pek çok gelişmiş ülkede uygulanan çözümlerin Türkiye’de de devreye sokulması, gelecek nesillerden öte, bugün, yaşamın devamı için aciliyet kazanmış durumdadır”, dedi.

8 Mart 2010 Pazartesi

11 Ocak 2010 Pazartesi

HES Çığlıkları


Türkiye’nin dört bir yanından HES çığlıkları yükseliyor. Geçen hafta Antalya’nın Kumluca ilçesindeki Alakır nehri üzerindeki yapılacak HES’in doğaya etkilerini Alakır Nehri Özgür Aksın Platformu’nun görüntüleriyle vermiştik. Bu hafta da Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'ne bağlı Beyobası Beldesi'nde, Yuvarlakçay Irmağı üzerine kurulması planlanan HES’e karşı mücadele verenler, çalışmalarını Yeşil Gündem ile paylaştılar. HES yapımı için, içinde anıt ağaçların da bulunduğu binlerce ağacın kesildiğini ve bölgeye ait verilen raporlarda çelişkiler olduğunu bildiriyorlar. Eylemlerle, basın açıklamalarıyla, bilirkişi tutanaklarıyla, Meclis önergeleriyle ve davalarla HES inşaatının başlamaması için çalışıyorlar ve sahada gece-gündüz nöbet tutuyorlar. Destek vermek isterseniz web sitelerini ziyaret edebilir www.yuvarlakcay.org
İmza kampanyalarına katılıp görüşlerinizi bildirebilirsiniz. www.ipetitions.com/petition/yuvarlakcay. Bir de Facebook grupları var.
http://www.facebook.com/group.php?gid=207569637013.

Diğer yandan www.karadenizisyandadir.org sitesinde yapılan açıklamada Karadeniz’de yapımı devam eden hidroelektrik santraller (HES), uzmanların da dile getirdiği gibi bölgedeki doğal ve kültürel yaşamı tehdit ettiğine ve bölgede faaliyet gösteren şirketler yasa - hukuk tanımadığına dikkat çekiliyor. 23 Ocak Cumartesi Saat 12’de Kadıköy Beşiktaş iskelesi önünde “Karadeniz’in Sesi Kesecek HES’i” adı altında bir basın açıklaması gerçekleştirilecek.

Ayrıca bu haftasonu 16-17 Ocak 2010 tarihleri arasında Rize İkizdere’de gerçekleştirilecek ilk Genel Kurul Toplantısı’nın ardından çalışmalarına başlayacak olan Türkiye Su Meclisi, Türkiye’nin 81 ilinden doğa hakkı için mücadele eden sivil insiyatifleri bir araya getirecek. www.turkiyesumeclisi.net

2 Ocak 2010 Cumartesi

Alakır Özgür Aksın

Türkiye’nin dört bir yanındaki binlerce akarsunun ve derenin su kullanım hakları HES (Hidroelektrik Santral) projeleri yapılmak üzere özel şirketlere devredildi. Hukuki ve bilimsel temel dayanmayan bu projelerin yapılacağı yerlerde yaşayanlar, yaşam alanlarını ve su kaynaklarını korumak için çaba gösteriyorlar. Bu projelerden biri de Antalya’nın Kumluca ilçesindeki Alakır nehri üzerinde yapılmak isteniyor. Nehrin kaynağından sahile kadar, üzerinde yapılması öngörülen ve bir kısmınında yapımına başlanan 7 adet 'hidroelektrik santrali' ile (HES) (Alakır 1 HES,Alakır 2 HES,Kürce HES,Dereköy HES,Kuzdere HES,Balıklar HES,Çayağzı HES) tamamen yok edilmek isteniliyor. Alakır Nehri Özgür Aksın Platformu, bu katliama dur demek için mücadele ediyor. Alakır Nehri’nin tahribatından doğabilecek sonuçları öğrenmek için http://alakirnehri.blogspot.com adresindeki blogu ziyaret edebilirsiniz. Platform tarafından çekilen görüntüler doğa tahribatını gözler önüne seriyor.

23 Mart 2009 Pazartesi

Alternatif Su Forumu’ndan izlenimler


Alternatif Su Forumu’na (ASF) gitmek için Cumartesi sabahı 9:30’da Taksim’e çiktim. ”Türkiye’de ve Dünyada Su Politikaları” başlıklı açılış toplantısı 10:00’da başlayacaktı. Önce Dünya Su Forumu’na (WWF) gideceklerini düşündüğüm kalabalık bir yabancı grup da ASF’nin yapılacağı Santralİstanbul’a gitmek için servis bekliyordu. Ögrenci, aktivist, katılımcı dolu servisler ardı ardına kalktı. Yer bulamayanlar taksilerle Forum’a yetişti. Vardığımda katılımcılar kayıtlarını yaptırmış toplantı salonunun dışındaki standlara göz atıyorlar ve birbirleriyle konuşuyorlardı. Görebildiğim standlar şunlardı: Yeşiller, SODEV, Küresel BAK, Heinrich Boll, Sosyalist İşçi, International Rivers, ATTAC Su Koordinasyonu, Avrupa Kamusal Su Ağı, Express Dergisi ve Kitabevi. 10:30’da toplantı başladı. Yabancı katılımcıların çokluğu dikkat çekiciydi. Programda 7’si yabancı 11 konuk açıklanmıştı. Moderatörler her konuşmacının 7 dakikası olduğunu söyleyerek ilk sözü Avrupa Parlamentosu üyesi Roberto Musacchio’ya verdi. Musacchio, su hakkından ve suyun kamusal olmasından söze girerek, su mücadelesinin iklim değişikliğine ve özellikle Kopenhag sürecine bağlanması gerektiğini söyledi . Küresel su hareketinde sivil toplum örgütlerinin, işçi sendikalarının ve yerel yönetimlerin beraber çalıştığını söyleyerken su yönetimi için daha demokratik ve katılımcı bir modelin gerekliliğini vurguladı. Ardından sözü alan ÖDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras katılımcıların Newroz’unu kutladı ve « Kimliğimizi, tarihimizi su ile dolduruyorlar. Uluslararası sermaye ile toplumun çıkarlar çatışırsa ne olur ? Bizim cevabımız Alternatif Su Forumu oldu” dedi ve Newroz kutlamasına gitmek üzere forumdan ayrıldı. COMDA Mexican Committee for the Defense of Water Rights’tan Claudia Campero, 2006 yılında Mexico’da düzenlenen 4.WWF’ye karşı büyük bir koalisyon kurduklarını, sadece karşı çıkmakla kalmayıp suyun yönetimine dair önerilerini de sunduklarını belirtti. Campero, Meksika ile Turkiye’nin yıkıcı su politikalari ve özelleştirme konusunda benzeştiğine dikkat çekerek « Eğer Dünya Su Forumu Türkiye’ye geldiyse bu boşuna değildir, sizi politikalarınız nedeniyle ödüllendireceklerdir » dedi.

Movimenti dell’Acqua

World Water Contract’tan Emilio Molinari, suyun ekonomik bir meta haline geldiğini, çokuluslu şirketlerin su politikalarına ve WWF’ye karşı çıkmanın yolunun ASF olduğunu söyledi. « ASF’yi örgütlemeyip sorunları sadece WWF’de dile getirmiş olsaydık WWF’yi meşru kılmış olacaktık » diyen Molinari, su hareketinin alternatif forumları, yerel forumları ve yerel yönetimleri içine alabilmesinin önemine değindi. ASF’nin Kürt hareketinin su ile ilgili sorunlarını uluslararası bir topluluk önünde dile getirmesi için önemli bir fırsat olduğunu ve su hareketinin çokuluslu şirketlere karşı küresel ağlar (network) örgütlediğini belirten Molinari, Toprak hareketinin (MST, Via Campesina) Su hareketi ile birleşmesi gerektigini belirtti. (Bu kısımda çeviri ile iligili bir sorun vardı, olmayan İtalyancam ile bu şekilde not aldım belki biraz yorum katmış olabilirim bu cümleye). Molinari’nin değindigi son önemli nokta ise politikanın ilk basamaği olan yerel yönetimler ile birlikte bir network kurmanın gerekliliğiydi. Molinari Public-Public Partnership/Kamu-Kamu Ortaklığını savundu. (Bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Express dergisinin Su’ya ayırdığı Mart özel sayısında- - DSİ’de üst düzey görevlerde bulunmuş bir bürokrat ile yapılan söyleşide şunlar dile getirilmiş : Asıl tehlike üç P ! Birinci « p » public, yani kamu veya devlet. İkinci « p » private, yani özel. Üçüncü « p » de partner yani ortaklık. Yani kamu-ozel ortaklığı. Su konusunu bu modelle özel sektöre açma eğilimi var. Çok iyi biliyoruz ki, kamu özel ortaklıklarında zararı kamu öder ; kâr özel sektöre kalır. Molinari, toplumsal hareketler ile yerel yönetimleri iki kamu olarak değerlendirerek ortaklıkta buluşmalarını salık veriyor. Devletler ile ilişkiler ne olacak sorusunun cevabına da İspanya FNCA’dan (Foundation For a New Water Culture) Pedro Amojo’nun konuşmasında rastlamak mümkündü. Küresel bir su krizi ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlayan Amojo, dünya çapında bir ittifak ihtiyacından bahsediyor ve bu ittifakın sadece hareketlerle kısıtlı kalmamasını, yerel yönetimleri ve hükümetleri de – özellikle Latin Amerika hükümetlerini- kapsaması gerektiğini savundu. Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin 19 Mart tarihinde Radikal’de yayınlanan makalesinde bazı Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinin suyun bir insan hakkı olduğu ve kamusal olarak yönetilmesi gerekçesiyle Dünya Su Forumu’nun yayınlamak istediği Su Mutabakatı’ni reddetmeye hazırlandıklarını duyuruyordu. Amojo, sorunun su azlığı değil, suyun kalitesi ve ulaşılabilirliği olduğunu ileri sürdü ve « Neoliberal politikalar, özelleştirmeyi ve deregülasyonu dayatıyor ama piyasa su yönetimi için uygun bir araç değil. 21. yüzyılda modern alternatiflerimiz var. Temiz teknolojiler ve sürdürülebilirlik temelinde yeni kamusal katılım bunlardan iki tanesi »dedi.

İklim değişikliği ve su

Campaign Against Climate Change – İngiltere’den Jonathan Neale, bilimsel tahminlere göre 10-20 yıl içinde iklim değişikliğinin tepe noktasına ulasacağına söylerek sözlerine başladı. İklim değişikliğinin başlıca sonuçlarının açlık, mülteciler ve savaşlar olacağını iddia etti. Darfur ile bu sonuçlar arasında özdeşlik kuran Neale « Darfur 40 yıldır iklim değişikliğini yaşıyor, eger hızlı davranılmazsa Türkiye ve dünyanın birçok yeri Darfur gibi olacaktır » dedi. Neale’in çözüm önerilerini de sıraladı : Yenilenebilir enerjiler, binaların yalıtımı, toplu taşıma. « 2009 sonunda Kopenhag’da büyük bir gösteri düzenleyeceğiz, doğrudan eylem yapacağız. Ayrıca tüm başkentlerde de gösteriler düzenleyip Kopenhag’daki aktivistlerin yalnız olmadığını, tüm dünya icin konuştuklarını göstereceğiz » diyen Neale bunu bugünden örgütlemek için herkesten kartivizitini istedi ve kendisininkini de vereceğini söyleyerek konuşmasını tamamladı. Küresel BAK sözcülerinden ve Mor ve Ötesi grubundan Kerem Kabadayı, NATO ve WWF gibi demokratik ve şeffaf olmayan kuruluşların toplantıları düzenlendiğinde alınan aşırı güvenlik önlemlerine artık alıştıklarını katılımcılara iletti. Türkiye’de yıllardır kalkınma paradigması etrafında Türkiye’nin su zengini olduğu ve bölgede su kaynaklarına sahip olduğu için söz hakkının bulunduğu gibi bir mikro-emperyalist ülke portre çizildiğinden bahsetti. Kenya’dan Turkana Gölü Dostları’ını temsilen ASF’ye katılan Ikal Angelei, katılımcıları Afrika gerçeği ile bir kez daha yüzleştirdi. Angelei, insanların su bulabilmek için hergün 20 km yürüdükleri, çocukların okula gitme nedenlerinin bedava yemek olduğu bir yaşamı anlattı. Barajların ve iklim değişikliğinin tehdit ettiği Omo nehri yok olursa herkesin savaşmaya başlayacağını ve kazanın şanslı olacağını belirten Angelei, yağmacıların öksüz bıraktığı 3 aylık bebeğin durumunu ağlayarak anlattı.


Suyumuza ve tarihimize sahip çıkalım

Hasankeyf’i Yaşatma İnsiyatifi adına Diren Özkan, konuşmasına katılımcıların Newroz’unu kutlayarak başladı. “Farklılıklarımız ile biraradayız. Ortak mücadele kararlığını göstermek için buradayız. Birliktelikleri arttırmak ve birbirimizi anlamak için buradayız” diyen Özkan, Hasankeyflilerin hissettiklerini ve mücadelelerini paylaşmak için bir mektup okudu. Mektuptan aklımda kalanlar şunlar oldu:” Tarihimizi boğdurmayacağız. Ilısu Barajı, insan eliyle hazırlanmış bir Nuh tufanıdır”.Munzur’u Koruma Kurulu’ndan Yılmaz Yurdakul, baraj ve özelleştirme karşıtı hareket olarak WWF’in meşru olmadığını ve kendilerini bağlamayacağını söylemek için ASF’de olduklarını belirtti. Oldukça politik ve ajitatif konuşmasında vurguladığı konular şunlar oldu: “ Suya, ekmeğe ve tarihe sahip çıkacağız, su bir meta değildir ve şirketlere devredilemez”. Allianoi İnsiyatifi sözcüsü 1998’da başlatılan kazıların son 2 yıldır yapılamadığını iletirken Munzur ve Hasankeyf’e atfen “Birbirimizden kopmayalım, birbirimizle buluşalım” dedi ve bu ve benzeri toplantıları Allianoi’de 250 yıllık meşe ağacının altında yapmaya çağırdı. International Rivers örgütünden Peter Bosshard, WWF’de Riskli Barajlara Hayır (No Risky Dams) yazılı bir pankart açtıkları için gözaltına alınan ve sınırdışı edilen Kathrin Schneider ve Payal Parekh ile dayanışma gösteren Türkiyeli aktivistlere, avukatlara ve sivil toplum örgütü temsilcilerine teşekkür etti. Catherine’in Berlin’e ve Payel’in de Fransisco’ya döner dönmez WWF’ye karşı mücadelelerine devam edeceklerini belirtti. Açılış toplantısının belki de en önemli konuğu Birleşmiş Milletler (BM) Asamblesi Su Danışmanı Maude Barlow, WWF’de yaptığı basın toplantısının ardından gazeteciler tarafından abluka altına alındığı için ASF’ye gelmekte gecikti. ASF organizatorlerinden ve açılış toplantısının moderatörü Gökşen Şahin, Barlow’un belki de WWF’nin bir daha yapılamayacağını müjdeleyeceğini belirtti. Kendisini bekleyemeden Dünya Su Forumu’na gitmek için Santral İstanbul’dan ayrıldım. Aklımda kalan yerli konukların mücadele azmi, şevki ve kararlı konuşmalarıyla yabancı konukların su mücadelesinin nasıl yürütülmesi ve kimlerle biraraya gelinmesi gerektiğine dair düşünceleriydi. Hintli bir aktivistin şişelenmiş su satan makinenin üzerine iliştirdiği not ise halimizi özetler gibiydi. “Suyun özelleştirilmesinden bahsediyoruz ama şişelenmiş su satın almak zorunda kalıyoruz çünkü Alternatif Su Forumu’nda içme suyu yok.”

31 Ocak 2009 Cumartesi

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...