Bahçeşehir Üniversitesi - Betam
2 Ocak 2013 Çarşamba
Türkiye’nin AB Çevre Mevzuatı’na uyumu: 15 yılda neredeyiz?
Bahçeşehir Üniversitesi - Betam
13 Nisan 2012 Cuma
AB-Türkiye İklim İşbirliği
Oturumun ikinci panelisti Avrupa Komisyonu İklim Eylemi Bölüm Direktörü Laurence Graff Avrupa Birliği'nde Emisyon Ticareti sistemini anlattı. Emisyon ticareti sisteminin AB emisyonlarının %50'sini kapsadığını ama her sektörde aynı şekilde etkili olamadığını söyledi. Emisyon ticareti sistemi sayesinde 2010'da 2005'e göre emisyon izinlerinde %8'lik bir azaltım olduğu ama resesyonun da bunda etkili olduğunu belirtti. AB'nin Türkiye ile karşılıklı, bölgesel ve uluslararası düzeylerde işbirliği yapabileceğini ifade ederek sözlerini tamamladı.Ardında sözü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İklim Değişikliği Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü Mehrali Ecer aldı. Ecer, özetle Türkiye'nin karbon piyasalarında deneyiminin sınırlı ama beklentisinin büyük olduğunu söyledi. Türkiye'de ilk kez 2005 yılında gönüllü piyasalarda karbon ticareti projesi gerçekleştiğini 2010'da da Karbon Kayıt Sistemi'nin başlatıldığını ifade etti. Türkiye'de yapılan 178 projeden 103'ünün HES'ler üzerinden yapılması HES karşıtlarının HES'lerin sadece enerji için değil karbon ticareti için de yapıldığını savunmalarını doğrular nitelikteydi. Ecer, sera gazı emisyonlarının takibi hakkında taslak bir yönetmelik hazırlandığını, 2500 tesisin sera gazı izleme ve raporlama sistemine tabi tutulacağını anlattı. 2019'a kadar AB ile mevzuat uyumunun tamamlanacağı, uygulama ise ancak üyelik ile başlanacağını ifade etti. Son panelist İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği genel sekreteri Engin Güvenç'ti. Özel sektörü iklim değişikliğe ile mücadeleye ortak etmek için yeni yatırım ve istihdam alanları ve teşvikler tanımlanması gerektiğine değinen Güvenç, enerji ve atık sektöründeki şirketlerin iklim alanında öncülük yaptıklarını ama diğer sektörlerin de buna dahil edilmesi gerektiğini söyledi. Özel sektör enerji verimliliği, karbon piyasaları gibi fırsatları gördüğü ölçüde yeşil ekonomiyi benimsiyor. Şirketlerin yeni kar alanları görmedikçe iklim politikalarına katılmayacakları aşikar.
Son panelde AB temsilcileri, Çevre ve Şehircilik ve Enerji Bakanlığı'ndan yetkililer ve TEMA temsilcisi vardı. TEMA Genel Müdürü Serdar Sarıgül, Türkiye'nin vakit geçirmeden sera gazı emisyonu hedefi koyması gerektiğini ifade etti. Vakıf web sitesinde bu toplantı ile ilgili açıklama yayınladı ve ayrıca 24 Nisan 2012'de iklim değişikliği ile ilgili İstanbul'da bir toplantı düzenlediklerini ilan etti.
14 Ekim 2011 Cuma
AB İlerleme Raporu'nda Çevre
Avrupa Birliği Türkiye 2010 yılı İlerleme Raporu’nu açıkladı. 27. Fasıl olan “Çevre” ile ilgili gelişmeleri aşağıda Avrupa Birliği Genel Sekreterliği çevirisiyle okuyabilirsiniz. Raporun tüm çevirisi için tıklayınız.
Yatay mevzuatta sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin kapsamı genişletilmiş ve ÇED Direktifi büyük ölçüde iç hukuka aktarılmıştır. Ancak, halkın katılımına ve sınır ötesi istişarelere yönelik usuller tam olarak uyumlu hale getirilmemiş ve uygulanmamıştır. Sismik etkinliğin yüksek risklere yol açabileceği ve bugüne kadar hiçbir ÇED veya Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) çalışmasının yapılmadığı Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıyısında inşa edilmesi planlanan Türk-Rus nükleer güç santrali projesine ilişkin olarak ulusal ve uluslararası kamuoyunun artan kaygıları bulunmaktadır. Türkiye Bulgaristan ile, iki ülkenin sınırı boyunca inşa edilecek AB destekli Nabucco boru hattı projesinin çevresel etki değerlendirmesinin sınır aşan yönlerini düzenleyen bir anlaşma akdetmek üzere görüşmelere başlamıştır. SÇD Direktifinin iç hukuka aktarılması erken aşamadadır.
Hava kalitesi konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Bazı sıvı yakıtların kükürt muhteviyatına ilişkin mevzuat AB müktesebatıyla tamamen uyumlu hale getirilmiştir. Atık yakma yönetmeliği
Atık yönetimi konusunda iyi düzeyde ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye, 2009-2013 dönemi için ulusal atık yönetimi planını
Su kalitesi konusunda çok sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Su kirliliğinin kontrolüne ilişkin mevzuat, izin usullerini düzenlemek amacıyla değiştirilmiştir. İlgili kurumlar arasında koordinasyonu artırmak ve AB müktesebatına daha fazla uyum için stratejiler ve politikalar geliştirmek amacıyla su kalitesi yönetimi konusunda üst düzey bir yönlendirme komitesi kurulmuştur. Su yönetimine ilişkin kurumsal çerçeve bölünmüştür ve nehir havzası düzeyinde
örgütlenmemiştir. Bir dizi havza koruma eylem planı taslağı hazırlanmış olup, bu planlar ilerde nehir havzası yönetim planlarına dönüştürülecektir. Su konularıyla ilgili sınır aşan istişareler hâlâ çok erken aşamadadır. Türkiye Yunanistan ile, Meriç nehir havzası yönetiminde artırılmış işbirliği öngören bir ortak deklarasyon imzalamıştır.
Doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. TBMM’ye sevk edilen ve Türk Natura 2000 ağına faydalı katkılar sağlayabilecek birçok alanın mevcut koruma düzeyinin kaldırılmasına neden olacak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı endişelere neden olmuştur. Ulusal biyo-çeşitlilik stratejisi ve eylem planı ile kuşlar ve habitatlara ilişkin uygulama mevzuatı henüz
Türkiye, sera gazı envanterini sunmuş, ancak beşinci ulusal bildirimini bugüne kadar sunmamıştır. 2012 sonrası anlaşmaya ilişkin uluslararası iklim müzakerelerinde, Türkiye son zamanlarda AB pozisyonlarıyla uyumlu hareket etmeme eğilimindedir. Türkiye, kendisini Kopenhag Mutabakatı ile de ilişkilendirmemiştir. Türkiye’nin, sera gazı salımı artışını alışılageldik senaryo temelinde, 2020 için öngörülen
Genel olarak, daha fazla uyum yönünde ilerleme kaydedilmiştir. Çevre alanındaki hazırlıklar erken aşamadadır. Türkiye, yatay mevzuat, hava ve su kalitesi, endüstriyel kirlilik, kimyasallar ve idari kapasite konularında sınırlı ilerleme kaydetmesine karşılık, atık yönetimi konusunda iyi düzeyde ilerleme sağlamıştır. Türkiye, iklim değişikliği konusunda çok sınırlı ilerleme kaydetmiş ve doğa koruması konusunda ilerleme kaydetmemiştir. Türkiye, bu alanda, farklı düzeydeki idari makamlar arasındaki çalışmaları koordine etmek için gerekli mekanizmalar oluşturmak suretiyle idari kapasite konusunda ilerleme kaydetmiştir. Çevre alanındaki yatırımların artırılması gerekmektedir.
6 Haziran 2011 Pazartesi
Çevre yoksa oy da yok!
Ekolojik anayasa
İnsan ile insan arasındaki çatışmayı düzenlemeyi öngören anayasaların, günümüzün ağır ekolojik krizleri ışığında insan-doğa ilişkisini tanımlayan ve doğanın haklarını tanıyan bir şekilde yeniden yapılandırılması gündeme geliyor. Bazı hukuk otoriteleri doğanın hak talebinde bulunamayacağı düşüncesinden hareketle doğanın bir hak öznesi olamayacağını savunsa da birçok ülkede insan merkezli değil, ekoloji merkezli Anayasa yapma girişimleri sürdürülüyor. Türkiye’de de Ekolojik Anayasa Girişimi iklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğanın önlenemeyen tahribine karşı hangi anayasal önlemler alınabilir, doğayla uyumlu bir varoluş nasıl sağlanabilir, böyle bir varoluş için vatandaşların doğaya karşı yükümlülükleri ne olmalıdır, sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar üretmek için çalışmalarına devam ediyor (www.ekolojikanayasa.org).
Dolayısıyla ekolojik bir anlayış benimsemek, seçime kadar olan süreyi kapsayan sadece kısa vadeli bir siyasal gündem için değil, uzun vadede çevreyle barışık bir toplum yaratmak için gerekli. İşe 12 Haziran seçimlerinde suyumuza, havamıza, toprağımıza, gıdamıza yönelik tehditlere çözüm üretecek milletvekillerini Meclis’e göndermekle başlayabiliriz.
1 Kasım 2010 Pazartesi
AP Yeşiller Grubu'nun İstanbul toplantısından izlenimler
Toplantıda, Avrupa Parlementosu’ndan Yeşil milletvekilleri kürsüde, konuşma yapacak Türkiye entelijansiyasının temsilcileri kendilerine ayrılan mikrofonlu masalarda kürsünün önünde, izleyiciler ise arkadaydı. İçeride konuşulanları duymayan biri büyük bir dava görülüyor sanabilirdi. AB Yeşilleri hakim; Tükiye’den akademi, basın ve sivil toplum temsilcileri kah savcı kah avukat; suçlu ise değişen oranlarda Türkiye, Avrupa Birliği ve Avrupa Yeşilleri idi. AP Yeşiller Grubu Eş Başkanı Daniel Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu –TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Helene Flautre ve AP eski Yeşiller milletvekili Joost Lagendijk kolaylaştırıcılık görevi üstlendiler. Türkiye’den akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve politikacılar kendilerine ayrılan süre içerisinde Türkiye- AB ilişkileri ekseninde kendi cephelerinden sorunlara dikkat çektiler. O kadar çok konuya değinildi ki toplantıyı izlemek zamam zaman gerçekten zorlaştı. Kıbrıs, limanlar, HES, Kürt sorunu, KCK davası, insan hakları, Ermeni sorunu, müzakereler, çevre faslı, enerji, basın ve ifade özgürlüğü, ekonomik kalkınma, AB’deki Türk Diasporası, Avrupa’da yükeselen yabancı düşmanlığı, ekonomik kriz, asker-sivil ilişkileri, AKP, CHP….Herkes eteğindeki taşları döktü. AB- Türkiye arasındaki eski heyecanın olmadığı fikri sıkça vurgulandı. Sürecin yeniden canlandırılması konusunda bir kaç cılız öneri dışında bir gelişme yoktu.
Diğer konuları bir yana bırakıp çevre ile ilgili neler ele alındı ona bakalım. Öncelikle AB Yeşilleri Türkiye’de çevre politikaları ve çevre sorunları ile ilgili derin bilgiye sahip değiller. Yaşanan tahribatın ve tehditlerin çok az bir kısmının farkındalar (Hasankeyf/Ilısu, HES gibi). Elbette Avrupa’nın 16 ülkesiden 55 milletvekilinin (Toplam 736) kendi ülkelerinin, AB’nin çevre politikaların yanında Türkiye çevre gündemine de hakim olmaları beklenemez. Ayrıca bu, Türkiye’den konuyla ilgili partnerlerinin yeterince bilgilendirme yapmamasından kaynaklanabilir. Örneğin Avrupa Yeşilleri ile 90’lardan beri işbirliği içinde olan Türkiye Yeşilleri son beş yılda Türkiye’de yaşanan çevre tahribatını bir rapor şeklinde iletebildi mi? Greenpeace, TEMA, WWF veya Doğa Derneği kendi alanlarındaki çalışmalarını AP Yeşiller grubuna gönderiyor mu? Belki temaslarda değiniliyordur ama sistematik bir bilgi alışverişi olmadığı kesin.
Biraz da AB’nin yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle Avrupa Yeşilleri Türkiye’deki ekonomik göstergelere hayranlıkla bakıyorlar. Türkiye’deki kalkınma-çevre çatışmasına pek girmiyorlar. Bu algıyı yaratmada hükümetin başarısı yadsınamaz. Öte yandan AB Yeşilleri’nin resmi ilişkilerde TBMM’deki partileri muhattap almasından daha doğal bir şey yok fakat Türkiye Yeşiller Partisi’ni de eşit bir partner olarak kabul edip diğer siyasi aktörlere de muhattap olarak işaret etmeleri gerekiyor.
Toplantıda çevreye değinen konuşmacıların yorumları şu şekildeydi:
Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Cengiz Aktar: Hükümet partisinin ekonomik ideolojisini ele almak lazım. Ekonomi büyüyor ama hangi maliyetle? Son 8 yılda ultra liberal bir saldırı sözkonusu ve bu hiçbir doğal, kültürel korumayı gözetmiyor. Oysa Türkiye kirletmeden kalnınan bir model yaratabilir. Avrupa devletleri kirlettiklerini temizliyorlar. 2 önerim olacak. 1) Çevre faslının pürüzsüz işletilmesi. Avrupa Parlementosu milletvekili Emine Bozkurt’un hazırladığı “Kadın” raporunun bir benzeri “Türkiye’nin Organik ve Biyoçeşitlilik Varlıkları” üzerine yazılabilir ki bu rapor çevrecilere ve ekoloji aktivistlerine çok yardımcı olacaktır. Avrupa- Türkiye ilişkilerine baktığımızda statükoyu sürdürmek daha zor. Türkiye’nin makul bir giriş tarihine ihtiyacı var. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına denk gelen 2003 olabilir. Çevre faslına uyumun maliyeti konusunda etli analizi yok. Ortada dolaşan rakamlar 120-130 milyar dolar civarında. Üyelik perspektifi olmayan hiçbir ülke bunu karşılamak istemez. Sosyal Politika faslında da aynı şey sözkonusu. Sanayiciler de bu maliyetin altına girmezler.
Avusturya Yeşil milletvekili Urike Lunacek: Ilusu barajına Avusturya’da karşı çıktık.
BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras: Başbakan Hasankeyf’te başka hesaplar var diyor. Bunu açıklamalı. Ilısu’da, Allianoi’de meşru talepler kriminalize ediliyor.
Türkiye Yeşiller Partisi eşsözcüsü Ümit Şahin: German Marshall Fund’ın son verilerine gore Türkiye toplumunda AB’ye verilen destek %38’e, Türkiye’nin üye olacağına duyulan inanç ise %26’ya düşmüş durumda. Almanya ve Fransa’da Türkiye’nin üye olmasına verilen destek %16. Türkiye Yeşiller Partisi, Türkiye’nin AB üyelğini en çok destekleyen partilerden biri. Toplumda tabandaki heyecan ve desteği arttırmak için somut düzenlemeler gerekebilir. Vize düzenlemesi bir samimiyet göstergesi olabilir.
Yıllardır insan hakları, sosyal haklar ve çevre konusunda AB sürecini bir kaldıraç haline getirmeye çalıştık. Ama şimdi AB’ye uyum adı altında doğa tahribatına kalkışılıyor. HES sorunu enerji politikası konusunda değil doğa koruma çerçevesinde işlenmeli. Rize İkizdere Vadisi SİT alanı ilan edildi 3 gün sonra, hazırlık sürecini izlediğimiz “Tabiatı Koruma Kanunu” Meclis’e geldi ve AB’ye uyum ve Çevre faslı içinde ele alınıyor. Buna gore 1234 SİT alanı ortadan kaldırılacak, sıfırlanıp yeni statü verilecek. Bu alanlara yalnız HES’ler değil, çimento fabrikaları, termik santraller ve altın madenleri sokulacak. SİT alanı ilan etme yetkisinin Bağımsız kurul’dan alınıp Çevre Bakanlığı’na veriliyor. Bakanlık bünyesindeki Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’nda 14 çevre bürokratı ve 6 bağımsız isim olacak. Bunu AB’ye uyum olarak ortaya koyuyorlar. Hükümetin çevrecilere karşı hasmane bir tutumu var. Nükleer karşıtı eylemden yargılanıyoruz. Dün Taksim’deki patlamadan sonra Başbakan’ın demeci şöyle:”Amaçları Ilısu’yu engellemek, kalkınmayı engellemek”. Altan Öymen bir yazısında Yeşiller Partisi Meclis’te olmalı demişti. Seçimlere girmek için 41 ilde 150 örgüt kurmanız gerekir ve %10 baraj var. Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası değişmeli.
Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, Genişletilmiş Büro Toplantısı’nın toplantılarını Koray Doğan Urbarlı ve Efe Göktoğan Yeşil Gazete için izlediler. Ayrıntılar için http://www.yesilgazete.org/
19 Temmuz 2010 Pazartesi
Çevre Faslı
www.yesilufuklar.info/kapak-konusu/ab-cevre-fasli