Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
(GDO’lar) son 30 yıldır dünyada yoğun bir şekilde tartışılıyor. Gıda
yetersizliğine çözüm, tarımda ilaç giderlerini düşürme ve verimliliği arttırma amaçlarıyla
geliştirilen GDO’lara karşı, insan ve çevre sağlığına olan etkileri, canlıların
patentlenmesi, şirketlerin tarım ve gıda üretimindeki
tahakkümü ve tüketicinin bilgi edinme
hakkı çerçevesinde toplumsal tepkiler ortaya çıkıyor. GDO’lu ürünlere dünyanın
farklı yerlerinde kültürlere göre farklılaşan konularda karşı çıkışlar
gözlemleniyor. Almanya’da ırk ıslahı, Hindistan’da tohumun kutsallığı, İtalya’da
insan klonlama, İngiltere’de gıda endüstrisine ve hükümet denetimine
güvensizlik, Fransa’da küçük çiftçiliğin tehlikeye atılması, Zambiya’da GDO’lu gıda
yardımı veya Meksika’da yerel mısır türlerinin genetiği değiştirilerek
patentlenmesi ile gündeme geliyor. Türkiye’de de yaklaşık son 10 yılda tarım, çevre,
sağlık ve biyogüvenlik politikaları ekseninde GDO’ların gündeme geldiğini,
toplumsal farkındalık yaratıldığını ve çevreciler, üreticiler, tüketiciler ve
bilim insanlarından oluşan bir koalisyonun GDO’ların insan ve çevre
sağlığına risklerini, biyoçeşitliliğe
olumsuz etkilerini vurgulayarak GDO’lu ürünlerin ekim ve ithalinin yasaklanması
için toplumsal bir muhalefet yürüttüğünü gözlemliyoruz. Bu araştırma notunda Türkiye’de
GDO karşıtı toplumsal muhalefetin dinamiklerini; yerel, ulusal ve uluslararası
yapı ve süreçlerle ne tür ilişkilerde olduğunu;
karar vericiler ve kamuoyu nezdinde ortaya koyduğu savları, biyogüvenlik
politikalarının oluşmasına müdahil olurken verdikleri siyasi, hukuki ve
toplumsal mücadeleyi ele alacağız.
Türkiye’de
GDO Mevzuatı
Türkiye Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi’ni 1992 yılında imzaladı. Sözleşme’ye 1997’de, Cartagena
Biyogüvenlik Protokolü’ne de 2004’te taraf olan Türkiye Biyogüvenlik Kanunu’nu
ancak 2010 yılında yürürlüğe sokabildi. BM Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi’nin üç temel amacı bulunuyor: Biyolojik çeşitliliğin
korunması; biyolojik çeşitliliği oluşturan unsurlardan sürdürülebilir
kullanımın sağlanması ve genetik kaynaklar ile teknoloji üzerinde sahip olunan
bütün hakları dikkate almak kaydı ile bu kaynaklara gereğince ulaşımın ve
bu kaynakların gereğince transferinin sağlanması ve uygun finansmanın tedariki
de dahil olmak üzere bu kaynakların kullanımından doğan faydaların tüm
dünya ülkeleri arasında eşit ve hakça paylaşılması. Sözleşme, Taraflara,
biyolojik çeşitliliğin korunması konusunun ulusal biyolojik çeşitlik
stratejileri yoluyla karar verme mekanizmalarına dahil edilmesi yükümlülüğünü
getiriyor. 90’lı yıllarda Türkiye’de genetiği değiştirilmiş çeşitlerin
tescili, üretim izni, sertifikasyonu ve tüketimi konularında çeşitli tarihlerde
çıkarılan talimat ve yönetmelikler dışında kapsamlı bir mevzuat yoktu. 1998
yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca “Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan
Denemeleri Hakkında Talimat” çıkarıldı ve aynı yıl yerel Tarımsal Araştırma
Enstitüleri, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin genetiği değiştirilmiş mısır
ve pamuk çeşitlerini deneme ekimine aldılar. Kamuoyuna bu araştırmaların nerede
ve hangi yöntemlerle yapıldığı açıklanmadı. Ayrıca deneme ekimleri sonucunda
genetik bulaşma, ürün verimi veya tarım ilaçları kullanımının azalıp
azalmadığına dair hiçbir açıklama yapılmadı.Öte yandan Ziraat Mühendisleri
Odası’na göre 1998-2009 yılları arasında mevzuat boşluğu ve denetim eksikliği
yüzünden ABD, Kanada ve Arjantin’den 20 milyon ton genetiği değiştirilmiş soya,
mısır ve pamuk ithal edildi.
Araştırma notunun tamamı için:
http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2012/11/turkiyede-gdolar-ve-toplumsal-muhalefet/
Dr.Barış Gençer Baykan
Bahçeşehir Üniversitesi - Betam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder