Kışladağı’ını oydular
İçine siyanür doldurdular
Halkı halka kırdırdılar
Uyan insanoğlu uyan
Muammer Sakaryalı’nın, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Kışladağ’dan mektup var” ( Su Perisi’ne Mektuplar) adlı kitabı Uşak Kışladağ’da siyanürle altın işleme madenciliğine karşı verilen yaşam mücadelesini anlatıyor. Sakaryalı, İnay Köyü Vicdan Hareketi adına otuzdört mektup yazmış. İnay’ın antik zamanlardaki adı Nais ya da İnais’miş ve Nais/İnais Helence’de “Su Perisi” anlamına geliyormuş. Aslında mektupların içeriği tanıdık. Kitabı okurken her sayfada aklınıza Bergama siyanürlü altına direniş, Kütahya’daki süyanür havuzları , Bolkar Dağları’nda, Çal Dağı’nda, Kaz Dağı’nda, Artvin Cerattepe’de altın madenlerine karşı gelenlerin başından geçenleri hatırlıyorsunuz. Hikaye 1990’ların ortasında altıncı şirketin Kışladağ’a gelmesiyle başlıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan kamulaştırmadan sonra şirketin köy topraklarında su yolu inşaatına girişilmesiyle protestolar başlar. Danıştay, Kışladağ altın madenini kapatan yürütmeyi durdurmaya karar verir, maden Çevre Bakanlığı talimatıyla açılır. İşletmede 7 yıl boyunca 70 bin ton siyanür kullanılacak ve “Siyanür liçi yöntemiyle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirleyecektir.
27 Haziran 2006 günü Eşme’de yüzlerce insan hastanelere başvurur. Doktorlar kimyasal zehirlenme teşhisi koyarlar. “27-28 Haziran’da bölgeye yoğun yağmur yağmış ve rüzgarın yönü altın madeninden Eşme’ye doğrudur. Muhtemelen siyanürlü sıvının ph dengesi 10.5-11 arasında tutulamamıştı ve siyanür liç alanından atmosfere çok fazla hidrojen siyanür karışmış ve rüzgar yö
nü doğrultusunda yayılmıştır.”(s:60) Tabip Odası devreye girer ve gönüllü kişilerden kan örnekleri alınmaya başlar ama bu girişim durdurulur ve kanlara el konulur. Yetkilililer de yurttaşlardan kan, saç veya tırnak örneği alıp siyanür analizi yaptırmazlar.”Bakanlar, valiler, Uşak milletvekilleri konuşmadı, konuşturulmadı, sustular, sustular. Hala susuyorlar! ( s: 65) 15 gün sonra da tesisin resmi açılış törenini dönemin Enerji Bakanı yapar. 30 Temmuz 2007’de altın madeninde her zamankinden farklı bir patlama gerçekleşir ve ertesinde 300’e yakın koyun telef olur. Koyunlar üzerinde siyanür toksikasyonu araştırması yapılmamıştır. Olayın üzeri örtülür. Tüm bu olup bitene karşı direnen köylüler, çevreciler ve biliminsanlarının desteğiyle Vicdan Hareketi’ni oluştururlar. “Kelimenin gerçek anlamında ‘sivil denetim’ görevi yapan; sahtekarlığın evrenselleştiği bir dünyada kendi bulunduğu yerden gerçeklerin açığa çıkartılmasını sağlamaya çalışan ve onları dile getiren; Kışladağ altın madeninin tahribatına karşı havayı, suyu, toprağı, tüm canlı yaşamını savunan; “sürdürülebilir kalkınma”yı değil sürdürülebilir yaşamı savunan; yaşamı savunanlarla dayanışan ve bu düşüncelerle bir araya gelen köylülerin hareketidir (s:230). Elbette köylülerin örgütlenmesi hoş karşılanmaz. Hemen “terörist”, “vatan haini” ilan edilir, Alman vakıfları için çalıştıkları iddia edilir. Eylemlerde gözaltına alınırlar, şiddet görürler, haklarında dava açılır. Maden işletmesindeki sarı sendikanın saldırısına uğrarlar, ordu komutanları madeni ziyaret edip destek verir, şirketin baskısına, yerel basının sansürüne maruz kalırlar. İnay Köyü’nün 12 Eylül rejimi tarafından en çok eziyet edilen köylerden bir olmasından hareketle madene karşı mücadele sırasında köylülerin toplumsal hafızasına göndermler yapılmış ve direnenler 12 Eylül öncesini geri getirmekle suçlanırlar. Çevreye sahi çıkmanın ülkemizdeki bedeli budur. Birçok çevre mücadelesi gibi Kışladağ’daki mücadele de sona ermez. Sayıca küçük bir grubun toplumun geniş kesimlerinden gördüğü destekle, davalarla, protestolarla, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürüp gider
Kışladağ'dan Mektup Var
(Su Perisine Mektuplar)