18 Mart 2011 Cuma

Ekolojik Anayasa İstiyoruz

Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu aşikar. Uzun yıllar anayasanın sivil, sosyal, özgürlükçü olması gerektiği vurgulandı. EKolojik krizlerin arttığı bir dünyada anayasalara doğa-insan ilişkisinin girmemesi düşünülemez. Nitekim bir çok ülkenin anayasasında ekolojik ilkeler yer almaya başladı. Doğanın haklarının tanımlayan , gezegenin kuşaklararası bir emanet olduğunu belirten anayasalar çoğalıyor. Örnek vermek gerekirse Toprak Ananın Hakları Evrensel Beyannamesi, Halkların İklim Değişikliği Bildirgesi, Afrika Halkları Haklar Bildirgesi, Latin Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü, Ekvator Anayasası, Karadağ Anayasası, Portekiz Anayasası'nı sayabiliriz. Türkiye'deki anayasa tartışmalarına da bu gelişmelerden bağımsız yürütmek anlamlı olmayacaktı ve çağrıcılarından biri olduğum Ekolojik Anayasa Girişimi bu ihtiyaca cevap vermek için kuruldu. Yeşiller Partisi'nin çağrısıyla bir araya geldik ve ekolojik anayasanın temel ilkelerini ortaya koymak için 19 Şubat 2011'de bir atölye çalışması yaptık. Atölyede çalışmasının sonuç bildirgesini ve ekolojik anayasa için çağrıyı http://ekolojikanayasa.org/ adresinde bulabilirsiniz. Ekolojik anayasada benim de tuzum olsun diyenleri önümüzdeki günlerde düzenlenecek olan hazırlık toplantılarına ve 22 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenecek Ekolojij Anayasa Konferansı'na bekliyoruz. Görüş ve önerilerinizi Ekolojik Anayasa Girişimi sekretaryasına (ekolojikanayasa@gmail.com) iletebilir ya da http://ekolojikanayasa.org adresinden doğrudan yorum olarak girebilirsiniz.

14 Mart 2011 Pazartesi

HES’lere Karşı Derelerin Kardeşliği



Derelerin Kardeşliği Platformu, Fındıklı Dereleri Koruma Platformu,Ardanuç, Su Meclisi, Munzur Koruma Kurulu, Alakır Nehri Kardeşliği, Solaklı Deresi Özgür Aksın Platformu,

Loç Vadisi, Koruma Platformu, Türkiye Su Meclisi, Yuvarlakçay'ı Koruma Platformu... Anadolu'da içlerinde dere, kardeşlik,platform sözleri geçen irili ufaklı onlarca yurttaş insiyatifi boşuna kurulmuyor çünkü Türkiye'de yapılması planlanan 1700 HES projesiyle su varlıkları 49 yıllığına şirketlere devrediliyor.

Mahmut Hamsici’nin Dereler ve İsyanlar kitabı HES'lerin yarattığı çevre tahribatını, şirketlerin pervasızlığını, hukukun işlemezliğini ve tüm bunlar karşısında doğayı korumak için girişilen dayanışmacı mücadeleyi anlatıyor. Hamsici, HES yapılan ya da yapılması planlanan bölgelere gidip yurttaşların gözünden Hint yazar Arundhati Roy'un deyimiyle eko-kırımı teşhir etmek istemiş. Maalesef bunda ba

şarılı olmuş. Maalesef diyoruz çünkü son iki yıldır basından izlediğimizin çok ötesinde bir çevresel tahribat ve sosyal parçalanma yaşandığını kitabında yansıtmış. Onlarca ile ve ilçede ÇED toplantılarına, HES şantiyelerine, mitinglere, ev ve esnaf toplantılarına giden Hamsici'nin üst düzey bürokratlarla görüşme talebi ise geri çevrilmiş.Türkiye'nin artan enerji ihtiyacını karşılayacak yatırımlar olarak sunulan HES projeleri, tüm dünyada su varlıklarının özelleştirilmesi ve piyas

allaştırılması sürecinin bir parçası. Ayrıca enerji politikasızlığının bir sonucu olarak rant aracına dönüşen HES projeleri yarattığı tahribata bakılmaksızın yenilenebilir enerji

olduğu için destekleniyor ve karşı çıkanların çevreciliği sorgulanabiliyor. Enerji kısmı bir yana bu projeler, istihdam yaratılacak söyleminin de bir parçası olarak öne sürülüyorlar. Bu söylem ilk anlarda HES yapılacak bölgede olumlu karşılanabiliyor ve işsizlikten muzdarip bölgelerde kabul görmesi kolaylaşıyor. Ne zaman ki tahribat başlıyor ve istihdamın sağlanamayacağı anlaşılıyor yöre halkı karşı durmaya başlıyor. Geçimini tarımdan, hayvancılıktan, turizmden sağlayan insanların ekonomik ve sosyal yaşamları hiçe sayılıp, deyim yerindeyse Google Earth üzerinden bakarak bir dereye 8 HES kurulması planlanabiliyor. Şirketler de havuç ve sopaları aynı anda gösteriyor. Bir yandan istihdam yaratacağız, bedava su vereceğiz, köy yolunu/okulunu yaptıracağız, öğrencilere burs vereceğiz denilirken diğer yandan yeşil kartların iptali tehdidi, özel güvenlik terörü, web sitelerinin hosting firma baskısıyla kapatılması, köylülerin ve çevre aktivistlerinin fişlenmesi söz konusu olabiliyor.

Su varlıklarını metalaştırmaya yöneli

k girişimlerin karşısında ortaya çıkan kardeşleşme belki de süreç içerisindeki olumlu yönlerden biri. Hamsici bu mücadelede “Farklı etnik, inançsal, yöresel aidiyetleri, siyasal yönelimleri olan yurttaşların hak arama mücadelesi temelinde kenetlenmesinin ve yeni bir demokrasi kültürünün filizlenmesinin" işaretlerini görüyor. (s: 42). Coğrafi olarak yakın olmalarında rağmen kapalı toplumlar olarak yaşayan köyler arasında HES’lere karşı iletişim kurulmuş, işbirliğine gidilmiş. Örneğin Düzce Hendek’te “Rizeliler’in köyleri, Trabzon’un köyleri, Orduluları’ın köylüleri. Bırakalım dostluğu herhangi bir iletişimleri dahi olmamış. Ancak tarihlerinde ilk kez sularını korumak için bu köyler arasında iletişim kurulmuş.”(s. 39). Munzur ile Karadeniz’in kader birliğine değinilmiş ve “Karadeniz dardaysa biz de isyandayız, biz dardaysak Karadeniz İsyanda” demiş Dersimliler. Farklı kültürlerin sembolleri de mitinglerde öne çıkar olmuş. Loç Vadisi’nin sarı yazması,

Karadeniz’in kemençesi, Munzur’un halayı bir araya gelmiş. Ayrıca Rize/Fındıklı ve Artvin/Şavşat’ta 1980 sonrasının ilk kitlesel mitingleri düzenlenmiş ve Tunceli’deki baraj protestosu Tunceli tarihinin en büyük mitingi olarak kayda geçmiş.

Anadolu’nun türkülerini değiş

tirecek ölçüde yıkıcı HES projelerinin karşısında “Ha suyumuz ha canımız” diyerek duranların mücadelesini anlatan bu kitap suyumuzu, doğamızı ve geleceğimizi korumanın zor ama elzem olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.Yıllar sonra bu kitaba tekrar baktığımızda yaşamın mı yıkımın mı galip geldiğini, kimlerin yaşamdan kimlerin yıkımdan yana durduğunu daha iyi göreceğiz.

Barış Gençer Baykan

Dereler ve İsyanlar

Mahmut Hamsici

Nota Bene Yayınları

2010

Fiyat 15 TL




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...