8 Ekim 2010 Cuma

Çevrecinin Paradoksu

Neden çevresel sıkıntılarımız daimi olarak artarken, insan refahı dünya çapında iyileşiyor?

Yazı: Leo Hickman
Çeviren: Deniz Aytekin
3 Eylül 2010 Guardian


Son günlerde –özellikle buralarda– petrol ve su rezervlerinin tükenmesi, ormanların yok oluşu, kaynakların tükenmesi ve bu gibi sorunlardan yakınan birçok konuşmacıya şahit olsak da bu kişilere sunulan hazır cevaplardan biri de yaygın olarak bilinen adıyla ‘Çevrecinin Paradoksu’.

Tartışma şöyle: ‘Neden kaynakların tükenmesine ve ekosistemlerin düşüşe geçmesine rağmen insanlığın refahı dünya çapında yükselişte?’

Rasyonel İyimser isimli kitabın yazarı Matt Ridley gibi insanlar, çevrecilerin insanlığın içinde bulunduğu durum hakkında gereğinden fazla karamsar olduklarını savunuyorlar. Sonuçta biz becerikli, uyum sağlayabilen, oldukça zeki bir türüz ve şu an önümüze sunulan endişelerin üstesinden gelmenin de ötesine geçebiliriz (tabii kendimizi serbest pazar baskısından kurtarabilirsek).

Bu görüşün tam karşısında ise Çöküş adlı kitabın yazarı Jared Diamon gibi düşünenler var. Onlara göre önceden var olmuş ve aşırı kaynak tüketimi nedeniyle doğal kaynaklarını tüketip tarih sahnesinden silinen geçmiş uygarlıklardan ders almalıyız.

BioScience dergisinin son sayısında bu paradoksu inceleyen muhteşem bir makale bulunuyor (Scientific American): Çevrecinin Paradoksunu Çözmek. McGill Üniversitesi’nden Ciara Raudsepp Hearne’in başını çektiği bir bilim adamı ekibi tarafından kaleme alınan yazı; paradoksun altında yatan, çakışan mevzuları ayrıntılı bir biçimde inceliyor. Makalenin editoryal girişi içinde bulunulan durumu gözler önüne seriyor:

Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi’nin de dahil olduğu çalışmalar, ekosistemlerin birçok ekosistem işlevi üretme kapasitelerinin düştüğü sonucuna vardı. Ekosistem işlevlerinin düşmesinin insanlar için daha düşük refah anlamına gelmesi bekleniyordu. Fakat okur yazarlık, yaşam beklentileri ve gelir gibi birçok ölçümde kullanılan metrik değerlendirme İnsan Gelişim Dizini (Human Development Index) 1970’lerin ortalarından bu yana hem zengin hem de fakir ülkelerde belirgin bir artışa işaret ediyor. Dizin, farklı uygunluk ölçekleriyle de güçlü bir biçimde uyumlu. Bazı kişisel güvenlik ölçekleri yükselen trende karşı düşse de refahtaki genel iyileşme reddedilemez gibi görünüyor. Bu paradoks ekosistemin bize sundukları hakkındaki endişelerimizi abarttığımız anlamına mı geliyor?

Yazarlar ardından çevrecinin paradoksunu açıklamaya yarımcı olabilecek dört hipotez sunuyorlar. Bu hipotezler özetle şöyle:

İnsan refahının tehlikeli boyutları yeterli şekilde ele alınmamıştır ve insan refahı seviyesi aslen düşüştedir. İnsan refahının yükselişte olduğunu gösteren ölçümler yanlış ya da eksiktir.
Gıda üretimi gibi işlevler; sağlanan ekosistem işlevlerinin en belirgin olanlarıdır; bu yüzden kişi başına düşen gıda miktarı arttığında diğer alanlarda düşüş olmasına rağmen insan refahı da artıyor gibi görülecektir.
Teknoloji ve sosyal gelişim; insan refahı artık ekosistem işlevlerine daha az bağlı hale getirmiş, insan refahını ekosistemlerin var olan durumundan ayrıştırmıştır.
Ekosistem işlevlerinin düşüşü ile insan refahının bundan etkilenmesi arasında zamansal bir boşluk bulunmaktadır. Bu yüzden günümüzde gerçekleşen düşüşlerin etkilerinin insan refahı üzerindeki etkisi henüz ölçülebilir boyuta gelmemiştir.

Yazarlar, insan refahının ortalamada yükselişte olduğunu gösteren çok fazla kanıt olduğunu söyleyerek ilk hipotezi eliyorlar. Tahmin edilebileceği gibi yazarlar ikinci hipotezi destekliyorlar. Üçüncüde, var olan kanıtların ‘ayrıştırma’ hipotezini destekleyecek kadar güçlü olmadığına karar veriyorlar.

Ama belki de –en azından benim için– en çekici hipotez dördüncü. Çevrecinin paradoksu tükenebilir kaynaklarımızı azaltmamızla insanlığın bu durumdan olumsuz etkilenmesi arasındaki zamansal boşlukla açıklanabilir mi? Eğer açıklanabilirse, bu boşluk ne kadar bir zaman dilimine karşı geliyor? Düşüşe geçmemiz –zamanı geldiğinde ya da gelirse– hızlı mı yavaş mı olacak? Bu soruların cevapları tüm dünyada Diamond’ların mı yoksa Ridley’lerin mi haklı olduğunu şüphesiz ortaya çıkartacak.

Bu zamansal boşluk aklıma geldiğinde Wallace ve Gromit’in maceralarını anlatan Oscar ödüllü çizgi film The Wrong Trousers’dan bir sahneyi düşünmeden edemiyorum. Wallace’ın kurnaz köpeği Gromit, takip etmekte olduğu elmas hırsızı pengueni yakalayabilmek için, içinde bulunduğu trenin önüne olabildiğinde hızlı bir şekilde ray döşer. Bunu bir metafor olarak kullanacak olursak, insanlar raydan çıkmadan yeterince hızlı bir şekilde, önlerine ray döşeyebilirler mi? Düşüşümüzü, sonumuzu durmadan erteleyebilir miyiz? Makalenin yazarları bunu yapabilme şansımızın globalleşme arttıkça azaldığını söylüyor gibiler:

Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaklaşan düşüş için giderek artan kanıtlar bulunuyor fakat belirli bir sisteme –ya da işleve–özgü düşüşlerin kendi arlarındaki etkileşimde bulunarak küresel insan refahına yapacakları etki konusunda bilgimiz daha sınırlı. Yerel ya da bölgesel düşüşler; zorunlu göç ve kaynak yarışı gibi ile ilgili kademeli problemler yaratarak küresel insan refahına etkide bulunabilir. Ya da pazar güçleri ve ticari kurallar kaynak marketlerinde hızlı destabilazyona sebep olarak 2008’deki gibi, şaşırtıcı bir şekilde dünyayı saran birden fazla gıda, petrol ve ekonomi krizine yol açabilir. 2008’de yaşanan küresel ekonomik kriz, küresel ekonominin kendi içinde ne kadar bağlantılı olduğunu ve küresel sistemlerin beklenmedik ve absürt şekilde çökme kapasitelerini de gözler önüne sermişti.

Yüksek derecede uyum sağlama kabiliyetine sahip toplumlar geçmişte başka bölgelerden ekosistemler aktararak, bazı bölgelerde ekosistem işlevlerinin stoklarını genişleterek, olumsuz etkileri başka bölgelere aktararak ve ekosistem işlevlerini daha verimli biçimde kullanarak çevresel bozulma ile baş edebildiler.

Yine de bulgular küresel arenadaki tükenmeye yüz tutmuş kaynaklar gibi gelecekteki bir adaptasyon sürecinin de daha farklı ve muhtemelen daha güç olacağını gösteriyor. Önceden göçe ve kaynakları aktarmaya uygun olan seçenekler günümüzde insanoğlunun biyosferi kullanma yoğunluğuna bağlı olarak giderek azalıyor.

Her akademik makale de olduğu gibi bu makalede de gerekli uyarı ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğine dair ibarelere yer verilmiş. BioScience yazı işleri müdürü Timothy M. Beardsley’in de editoryasında belirttiği gibi:

Yazarların vardığı sonuçlar, ellerindeki verilerin coğrafi olarak bir araya getirilmesi nedeniyle sınırlıdır. BioScience ileriki bir sayıda yazarların değerlendirmeleri hakkında açıklamalara yer verecektir. Buna rağmen makalenin; insanlığın refahı, tarım, teknoloji ve ekosistem işlevlerini etkileyen zamansal boşluklar konusundaki araştırmalar için güçlendirici bir yeri vardır.

Karar verildi: Bu kesinlikle daha incelikli ve detaylı araştırma ve tartışmaya ihtiyaç duyulacak bir konu.


Kaynak:
http://www.guardian.co.uk/environment/blog/2010/sep/02/environmentalist-paradox-wellbeing-resource-depletion



6 Ekim 2010 Çarşamba

10/10/10'da GDO'suz Pikniğe Çağrı

2010 dünyada sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı, sel, kuraklık gibi doğal afetlerin hayatımızı tehdit ettiği bir yıl. Hepimizin artık harekete geçme zamanı geldi. İklim krizine yeter demek ve sesimizi duyurmak için Amerikali cevreci ve akademisyen tarafından baslatilan, 350.org öncülüğünde 10/10/10'da 184 ulkede 6000'i aşkın etkinlik düzenleniyor. Kimi çatısına güneş paneli koyuyor, kimi yürüyüş düzenliyor, kimi ağaç dikiyor, kimisi de rüzgar enerjisi projesi başlatıyor. Slow Food/ Fikir Sahibi Damaklar da 10/10/10'da iklim degisikliginden en cok etkilenen alanlardan biri olan tarıma işaret ederek, GDO’suz bir piknik organize ediyor. Endüstriyel tarım yerine organik ve sürdürülebilir tarımı savunmak , dev şirketler yerine küçük çiftçiyi desteklemek , tek bitki tarımı yerine tarımsal biyoçeşitliliği desteklemek ve ne yiyeceğimize kendimiz karar vermek için GDO'suz bir buluşma/piknik yapmak üzere sözleştik. Pazar günü İstanbul’da Maçka Parkı’nda 10:00-12:00 saatleri arası düzenlenecek pikniğe herkes davetli.

NEDEN “350” VE NE ISTIYORUZ?


Bilim insanları ve iklim uzmanları, artık atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık olması gerektiğini söylüyor.Atmosferdeki mevcut karbondioksit miktarı ise milyonda 392 parçacık ve her yıl yaklaşık 2 ppm artıyor. Bu oran güvenli sınırın çok üzerinde!!! Hatta bilim insanları, 392 ppm’in gezegen tarihinin en yüksek değeri olduğunu söylüyorlar. Şu an uçurumun kenarında bulunuyoruz, atmosferdeki karbondioksit miktarı hızlı bir şekilde milyonda 350 parçacığa inmezse bu yıl içinde iklim değişikliğinden kaynaklanan felaketler, önümüzdeki yıllardadaha da artarak devam edecekler.(http://www.350.org/)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...