27 Aralık 2010 Pazartesi

"Yuvarlakçay HES direnişi” kitap oluyor !


Bir yılı aşkın süredir devam eden direnişin ve sonundaki haklı kazanımın; mücadele eden tüm doğa savunucularına manevi destek oluşturması ve gelecek kuşaklara bırakılabilmesi için, belge niteliği taşıyan bu kitabın kaleme alınmasına 17 Aralık 2010 günü karar verildi.
Yuvarlakçay’ı Koruma Platformu tarafından yapılacak olan kitap çalışmasına, emekli tarih öğretmeni ve araştırmacı yazar Günür KARAAĞAÇ destek verecektir.

Bu kitap tamamen gönüllüler tarafından hazırlanacak ve geliri bölgeye bırakılacaktır.

Basına ve Kamuoyuna duyurulur.


YUVARLAKÇAY’I KORUMA PLATFORMU

25 Aralık 2010 Cumartesi

Çevre Belgeselleri

Türkiye'deki çevre politikaları, sorunları ve hareketleri üzerine yapılan filmlerin-belgesellerin bir listesini çıkarmak niyetindeyim. Listede olması gerektiğini düşündüğünüz belgeselleri iletmek için yesilgundem@gmail.com adresini kullanabilirsiniz. 12 Temmuz 2012 itibariyle 27 belgesel bulunuyor.

1) Vatandaş Mustafa (2007) Yönetmen:Remzi Kazmaz ( Fırtına Vadisi HES)
2) Son Kumsal (2008) Yönetmen: Rüya Arzu Köksal
3) Cemre (2008) Yönetmen: Mehmet Ali Üzelgün (İklim Değişikliği)
4) Av!Su! Mai (Hasankeyf)
5) Sirya (Artvin'de Baraj)
6) Gole Çhetu (Dersim Baraj)
7) Alethea (Bergama altın)
8) Suyun Gözü (Yuvarlakçay HES)
9) İşte Böyle/ Damn the Dams (Bağbaşı HES) http://vimeo.com/35206437
10) Bir Avuç Cesur İnsan (Çağlayan, İkizdere, Senoz HES) Yönetmen: Rüya Arzu Köksal
11) Anadolu'nun İsyanı (Büyük Anadolu Yürüyüşü)
12) Ekümenopolis (2012) (İstanbul üzerine belgesel bir film) Yönetmen: İmre Azem http://www.ekumenopolis.net
13) Sudaki Suretler (HES) http://www.sudakisuretler.com
14) Göç (Artvin-Çoruh Baraj)
15) Jiare- Ziyaret (Dersim Baraj)
16) Balığın sadece kuyruğu var (Balıkçılık) http://www.baliginsadecekuyruguvar.com
17) Akıntıya karşı (HES) http://akintiyakarsi.org/
19) Termik Tehdit: Aliağa
20) Nefes Olmayınca: Sinop Gerze'de termik santrale karşı direniş http://www.youtube.com/watch?v=Dgby_x6pQZw
21) Munzur Akmazsa (2004) Yönetmen: Nezahat Gündoğan
22) Yaşayan Hazine (1998) Yönetmen: Fatih Orbay. Türkiye'nin biyoçeşitliliği
23) Aral Gölü ( 2000) Yönetmen: Kemal Öner 
24) Saklı Cennet Macahel (2002) Yönetmen: Kemal Öner 
25) Mezopotamya'nın büyük düşü GAP ( 2007)Yönetmen:  Kemal Öner
26) Erozyon (1996) Yönetmen: Kemal Öner
27) Karapınar'dan Dünyaya Çölleşme Çağrısı (2007) Yönetmen:  Kemal Öner

21 Aralık 2010 Salı

Kaç milletvekili ekolojik pazara gitmiştir?

Geçtiğimiz hafta sonu Balkan Yeşilleri’nin “Greening the Balkan Economies” konferansına Hırtvatistan’dan katılan sürdürülebilir tarım uzmanı Darko Znaor’u dinlerken aklıma takıldı bu soru. Znaor, Balkan Yeşil Partileri’nin organik tarımı yeterince sahiplenmediklerinden ve politik gündemlerine yeterince almadıklarından yakınıyordu. Kendi adıma Türkiye’de yasa koyucuların dikkatini organik tarıma çekmek adına ne yapabilirim diye düşünürken milletvekillerine birer mektup yazmayı düşündüm. Kendilerinden yakınlarında bir ekolojik pazar varsa ziyaret etmelerini rica edebilirdim (Türkiye’de, yedisi İstanbul’da olmak üzere oniki ekolojik pazar var: Kartal, Maltepe, Kadıköy, Şişli, Beylikdüzü, Bakırköy, Zeytinburnu; Bursa, Ankara, İzmir, Antalya,Samsun). Böylece yerel, sağlıklı, çevre dostu, GDO’suz ürünler üretenlerle ve tüketenlerle bir tanışma fırsatını sunabiliriz.. Sonuçta organik tarım ile ilgili onbinlerce kişi milletvekillerinin seçmenleri arasında. Belki görüşlerini ve eleştirilerini duymak isterler hazır seçimlere altı ay kalmışken. Meclis koridorlarındaki profesyonel lobiciler kadar etkili olamayacağımız kesin ama sesimizi bir şekilde duyurmamız gerekiyor.


Günümüzde artık birine yazmak neredeyse e-posta atmakla eşanlamlı hale geldi. Çevre aktivizminin de en sık başvurduğu yollardan biri bu. 550 miletevekilinin e-postası http://www.tbmm.gov.tr/ adresinden alıp 10 dakika içinde hepsine taleplerinizi içeren bir e- posta atabilirsiniz. Yalnız vekillerin posta kutularının dolu olması, e-postalarını kontrol etmiyor oluşu, danışmanların veya asistanların filtrelemesine takılması, e-postaların spam olarak gözükmesi vb gibi bir çok engel var. Benzer engeller postaneden attığınız mektup için de geçerli. Mektubumuz doğrudan çöp kutusuna gidebilir, danışmanlar önemsiz görüp bir kenara koyabilir. Milletvekilleri konuyla ilgilenmeyebilir. 550 vekile mektup yazmak da külfetsiz değil. Metni yazacaksınız, basacaksınız, tek tek zarfa koyacaksınız, postaneye götüreceksiniz, en az 550 TL harcayacaksınız. Bu engelleri aşmak ve daha etkin olmak adına Twitter’da ve Facebook’ta şöyle yazdım. “Her ay 10 milletvekiline ekolojik pazarları ziyaret etmelerini rica eden bir mektup (e-mail değil) yazacağım. Sayıyı arttırmak için destek olmak isterseniz lütfen yesilgundem@gmail.com adresine yazın.” Şu ana kadar destek olacağını bildiren 5 arkadaş ile birlikte bir metin yazıp bütün milletvekillerine göndereceğiz. Bakalım herhangi bir cevap alacak mıyız? Bundan sonra yapabileceklerimizin sınır yok aslında. Milletvekillerinin tarımı/organik tarımı ilgilendiren kanunlar geçerken nasıl tavır aldıklarını izleyen bir komite kurulabilir. Milletvekillerinin organik çiftlikleri ziyaret etmesi sağlanabilir. Meclis’e organik gıda alımını desteklemeleri istenebilir. Liste uzatılabilir.


Barış Gençer Baykan
yesilgundem@gmail.com
www.twitter.com/yesilgundem

16 Aralık 2010 Perşembe

4. Küresel Isınma Kurultayı hazırlıkları başladı.

Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) 2011’de 4. Küresel Isınma Kurultayı’nı yapmak üzere hazırlık toplantılarına başladı.EGD yetkilileri, medya temsilcileri,çevre aktivistleri, iletişimciler,öğretim üyeleri, haber ajansları ve üniversite çevre kulübü temsilcilerinin katıldığı ilk toplantı 15 Aralık Çarşamba 2010 günü Beyoğlu’nda gerçekleştirildi. EGD Genel Başkanı Celal Toprak, geçtiğimiz yıllardaki Kurultaylar’da gerçekleştirilenleri kısa özetledi ve katılımcılara Haziran 2010’daki 3.Kurultay’ın kitapçığı ve 2011 Kurultayı’nın taslak programı dağıtıldı. Taslakta açılış konuşmalarını Enerji ve Çevre Bakanları’nın yapması öngörülürken panelin konusu “Küresel İklim Değişikliğine Televizyon Haberciliği Yaklaşımı” olarak belirtilmiş ve konuşmacılar TV kanallarının haber sunucularından oluşturulmuş. Bir günlük Kurultay’ın öğleden sonraki bölümü ise “Yeşil Ekonomiye Bakış” adı altında gazetelerin ekonomi müdürlerinin katılacağı ve izleyicilerin de soru ve yorumlarıyla katılabilecekleri bir Forum şeklinde düzenlenmiş. Hazırlık toplantısının katılımcıları sırayla söz alarak taslak program hakkındaki görüş ve eleştirilerini paylaştılar. Tartışmalar genelde çevre ve iklim değişikliği konularının medyada ele alınış biçimleri üzerineydi. Yeşil ekonomiden ne anlaşıldığı, ekonomi haberlerinde çevre boyutunun eksikliği, ekolojik iletişimcilere duyulan ihtiyaç, Mavi Anadolu’nun (Denizler) yeşil ekonomiye dahil edilmesi, çevre STK’larının medyada yer bulmakta yaşadığı sıkıntılar tartışılan diğer başlıklar oldu. Gelen öneriler doğrultusunda ilk toplantıda şu sonuçlara varıldı.

1) Yurtdışından küresel gelişmeleri Türkiye’ye aktarabilecek bir uzmanın davet edilmesi
2) Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde medya temsilcilerinin iklim değişikliğini gündeme taşıyarak siyasi partilerin seçim beyannamelerinde bu konuya yer verip vermediklerinin takip edilmesi
3) Forum bölümüne yeşil ekonomi şirket temsilcilerinin de katılımının sağlanması
4) Çevre haberlerinin medyada daha çok ve doğru bir şekilde yer almasının sağlanması
5) Yeşil ekonomiye dair pratiklerin sunulduğu bir serginin hazırlanması

EGD’nin Çevre Bakanlığı ile birlikte ekonomi ve çevre muhabirlerini bir araya getiren bir eğitim çalıştayı düzenleyeceği de kaydedildi.

Barış Gençer Baykan

15 Aralık 2010 Çarşamba

HES Meselesi kitaplaştı: Dereler ve İsyanlar

Türkiye’de son dönemlerin önemli tartışma konularından HES’lerle ilgili ilk kitap Nota Bene Yayınları’ndan yayınlandı. Gazeteci Mahmut Hamsici’nin imzasını taşıyan ‘Dereler ve İsyanlar’da kamuoyunun HES’lerle ilgili merak ettiği tüm bilgilerle Hamsici’nin Türkiye’nin dört köşesinden aktardığı gözlemler ve yaşam haklar için mücadele edenlerin hikâyeleri yer alıyor .

Türkiye kamuoyunun son dönemde en fazla tartıştığı konulardan HES’lerle (Hidroelektrik santraller) ilgili tüm merak edilen bilgilerin derli toplu yer aldığı ilk kitap ‘Dereler ve İsyanlar’ yayınlandı. Gazeteci Mahmut Hamsici’nin yazdığı kitapta HES’leri farklı yönleriyle ele alan bilgi bölümleri, Türkiye’de HES yapılan veya yapımı planlanan farklı yörelerden gözlemlerle HES karşıtlarının yaşam alanı mücadelelerinin hikâyeleri yer alıyor. Kitapta Türkiye’nin HES inşa edilen, planlanan yörelerinden Kastamonu; Sakarya; Düzce; Amasya; Tokat; Ordu; Giresun Çanakçı; Trabzon Tonya, Solaklı; Rize Salarha, Güneysu, Fındıklı, Senoz, İkizdere, Fırtına; Artvin Ardanuç, Şavşat, Murgul, Borçka, Macahel, Yusufeli; Erzurum Tortum, İspir; Tunceli; Antalya Üzümdere, İbradı, Gençler, Akseki, Sülekler, Alakır, Gökbük; Muğla Saklıkent, Yuvarlakçay’dan gözlemlerle bu yörelerde yaşayanların HES karşıtı, su ve yaşam hakkı mücadelelerine yer veriliyor. Bilgi bölümlerindeyse HES konusu genel bilgiler, suyun ticarileştirilmesi, HES’lerin yarattığı çevresel tahribat, ÇED raporları, HES’lerin tarım ve hayvancılığa etkisi, hukuk, enerji, küresel karbon ticareti ve HES’lerin sosyal etkileri başlıkları altında inceleniyor. Kitapta her yöreyle ilgili HES’lerin yarattığı çevresel tahribatı ortaya seren çarpıcı fotoğraflar da yer alıyor.

Hamsici kitabın içeriğini şu sözlerle anlatıyor: “Bu çalışmayla devlet kurumlarının değil, yurttaşların gözüyle ‘çevre etki değerlendirmesi’ yapmayı, yaşanan ‘ekokırımı’ teşhir etmeyi, şirketlerin ve devlet kurumlarının projeleri yaşama geçirmek adına devreye soktukları türlü hukuksuzlukları ortaya sermeyi, üzerinde emekleri olmayan bir doğal kaynağı kullanarak gerçekleştirdikleri projelerle inanılmaz hızla büyüyen, büyüyecek, önemli bir bölümü AKP yandaşı sermaye gruplarının kimliği hakkında ön fikir vermeyi, enerji bahanesiyle yaşama geçirilen santrallerin arkasındaki gerçek niyetleri anlamak üzere bir kapı aralamayı, HES’leri farklı açılardan ele alan özet ama bütünlüklü bilgiler vermeyi ve yaşam mücadelesi veren yerel halkın mücadele deneyimlerini paylaşıma açmayı amaçladım.”

Ayrıntılı bilgi için: Gökhan Bulut-
Nota Bene Yayınları Tel: 0312 417 73 93
Adres: Kavaklıdere Mah. Binektaşı Sok. No: 21/22 Küçükesat-Ankara Web adresi: www.notabeneyayinlari.com

14 Aralık 2010 Salı

2. Ekoloji Günleri 16 Aralık'ta başlıyor

Geçtiğimiz ay hizmete giren FFM (Fulya Fuar ve Kongre Merkezi) 16-19 Aralık 2010 tarihleri arasında "Ekoloji Günleri"ne ev sahipliği yapıyor.Organik ürün meraklılarına aynı zamanda alternatif yılbaşı hediye seçenekleri de sunacak olan organizasyonda, et ürünleri, çay, bal ve şaraptan; kozmetik ürünler, temizlik malzemeleri, tekstil ve "Organik Otel" konseptiyle, turizm ürünlerine dek çok sayıda organik sertifikalı ürün satışa sunulacak.Girişin ücretsiz olacağı organizasyon, saat 11.00 - 20.00 arasında gezilebilecek. ASDF Fuarcılık tarafından 2000 yılından bu yana İstanbul'da düzenlenen Ekoloji Günleri, bu yıl 2.kez Türkiye'deki organik ürün üreticisi, ithalatçısı ve tüketicisini bir araya getiriyor. Organik ürünü sadece üreten değil aynı zamanda tüketen bir toplum olma hedefiyle yola çıkan "Ekoloji Günleri"ne toplam 50 firma katılıyor. Yılbaşı alışverişi hareketliliğini de göz önünde bulunduran organizasyon yetkilileri, "Ekoloji Günleri"nde gıdadan, tekstile; kozmetikten, temizlik ürünlerine dek, organik ürün meraklıları için çok yeni ve alternatif yeni yıl armağanları olacağını belirtiyorlar.Etkinlik kapsamında düzenlenecek panel ve sunumlarla zenginleşecek olan Ekoloji Günleri İstanbul, şimdilerde Türkiye'de sayıları giderek artan organik ürün kullanıcısını sektördeki yeniliklerden haberdar etmek adına daha geniş bir ürün yelpazesini barındıracak.
İklim değişikliğiyle mücadeleyi hedefleyen Al Gore’un kurduğu The Climate Project derneğinin Türkiye’deki temsilcisi Ergem Senyuva Tohumcu’nun saat 17.30’da bir sunum gerçekleştirecek.

3 Aralık 2010 Cuma

İklim müzakereleri ve Türkiye

Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi 29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihlerinde Meksika’nın Cancun kentinde yapılıyor. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin arasında iklim değişikliğine neden olan seragazı emisyonlarının sınırlandırılmasında sorumluluğun nasıl paylaşılacağı sorusu müzakerelere damgasını vuruyor ve emisyonları sınırlamak üzere bir bağlayıcı kararlar çıkması beklenmiyor. Türkiye iklim müzakerlerinde özel koşullarını öne sürerek iklim değişikliği ile mücadele ve uyumda ulusal ve uluslararası planda etkin bir rol oynamaktan kaçınıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan “İKLİM MÜZAKERELERİ VE TÜRKİYE” başlıklı araştırma notuna ulaşmak için tıklayınız.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Doğaya Saygılı El Yapımı Defterler

Linda Nihan Lafcı, Marmara Üniversitesi,Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu bir tasarımcı. Şu anda aynı üniversitede yüksek lisans öğrencisi olan tasarımcı, aynı zamanda % 100 Hand Made by lindanihan markasının da yaratıcısı.
Eski dergi , poster, gazete , kumaş ve kullanılmayan kağıt gibi malzemeleri yeniden kullanılır hale getirmenin en güzel yollarından birisinin onları defter olarak yeniden tasarlamak olduğunu keşfeden Linda Nihan Lafcı, aldığı eğitimin temeli olan "Tasarladığınız ürün çevreye dost , kullanıcısına dost bir ürün olmalı! ” anlayışını tasarım sürecinin temeline oturtuyor. Tasarımcının '% 100 Hand Made by lindanihan' adını taşıyan markası da bu anlayışın bir ürünü.
%100 Hand Made by lindanihan defterlerinin üretim aşamasında mümkün olduğunca geri dönüşümlü malzemeler kullanan tasarımcı, işe kağıt seçimini atık ve atık kağıtlardan geri dönüşüm ile üretilmiş 2. hamur kağıtlardan yana yaparak başlıyor. Beyaz kağıtlarını ise kağıt yapımı için özel yetiştirilmiş ağaçlardan elde edilen, asit içermeyen kağıtlardan seçiyor. Kullandığı mukavvalar ise geri dönüşüm ile üretilmiş malzemeler.
Linda Nihan Lafcı, üyesi olduğu Freecycle Istanbul adlı e-posta grubu sayesinde zamanında alınmış ancak şu anda kullanılmayan, bir tarafına baskı alınmış veya alınmamış kağıtları topluyor. Bu kağıtlar çöpe gideceklerine defterlerin iç sayfalarını oluşturmada, baskı alma sırasında müsvette olarak ya da defterlerin preslenmesi sırasında kullanılıyorlar. Lafcı ayrıca, ozalitçilerde fazlaca biriken ve kesim artığı olan kağıtlara denk geldikçe çöpten toplayarak 'kullanılabilir olanı değerlendirmek ve yeniden kullanılır hale getirmek' anlayışı gereği ürünlerinde değerlendiriyor.
%100 Hand Made lindanihan defter atolyesinin atıkları da boşa gitmiyor. Defterlerin forma dikişleri tamamlandıktan sonra atolyede giyotin ile kesimleri yapılıyor, kesimden sonra oluşan biriken kırpık kağıtlar ise Veteriner Hekim Ozan Ezgi Berberoğlu’nun Yeditepe Veteriner Kliniği'nde misafir hayvan dostlarımızın altına seriliyor. Tasarımcı, renkli kartonların artan parçalarına baskılar alıp kartvizit olarak kullanıyor veya defterlerin kapaklarında kullanılmak üzere saklıyor. %100 Hand Made lindanihan atölyesinde her parça yeniden kullanılarak özgün tasarımlara dönüşüyor. Geri dönüşümün doğa dostu üretimden geçtiğine olan inancı, Linda Nihan Lafcı'nın mümkün olduğunca doğal hayata ve çevresine saygı yaşam felsefesinin temelini oluşturuyor. Bu temel tasarımlara da yansıyor. %100 Hand Made by lindanihan defterlerinde asla gerçek veya sahte hayvan kürkü, gerçek veya sahte hayvan derisi kullanmıyor. Sırtlık kısımlarında kumaş bazlı kitap cilt bezleri ve yapıştırıcılarda ise su bazlı tutkallar kullanıyor.
Doğa ve hayvan sevgisi, % 100 Hand Made by lindanihan defterlerinin amblemine de ilham kaynağı olmuş. Ürünlerin simgesi olarak oğlak figürü seçilmiş. Linda Nihan Lafcı, oğlak figürünün tercih etme sebebinin burçlar ile hiçbir bağlantısının olmadığını, doğa ve hayvan sevgisinin yanı sıra, oğlağın karakter özellikleri ve fiziksel özellikleri ile ilgi çekici bir canlı olması olarak açıklıyor.
Defterlerin kapaklarında hayvanlardan, bitkilerden ve yaşadığı çevreden esinlenerek oluşturulmuş , özgün çizimlerini kullanan tasarımcı, baskılarını kendi atolyesinde özgün baskı tekniklerinden biri olan linol baskı tekniği ile alıyor. Her baskı tek tek el ile alındığı için sonuçlar her zaman bir önceki baskıdan biraz daha farklı oluyor ve bu durum defterlerin her birinin birbirinden ayrışmasını sağlıyor. Defterlerin forma dikişlerini, kapak ciltlemelerini , kesimini, paketlenmesini ve dağıtımını Linda Nihan Lafcı gerçekleştiriyor.
% 100 Hand Made by lindanihan defterlerinde tasarım aşamasından üretim aşamasına kadar geri dönüşüm ile yeniden kullanılır hale gelmiş, doğaya ve kullanıcısına dost ürünler arayan özel tasarım meraklılarının ilgisini bekliyor.
http://www.lindanihan.com/

22 Kasım 2010 Pazartesi

Çevre cephesinde yeni bir şey yok...

Çevre konusunda geçmişte yazılmış kitapları okumak hoşuma gidiyor. Kitabın yazıldığı yıllarda çevrenin durumunu bugün ile karşılaştırma imkanı veriyor. Dönemin çevre sorunları neler, ilk ve nerede gündeme gelmişler, nasıl çözümler önerilmiş ve hangi aktörler öne çıkmış? Sorunların ve çözümlerin bugüne yansıyan yönleri? 16 yıl önce Oktay Ekinci tarafından yazılan Çevreciliğin ABC’sini bu gözle okudum. Üzülerek farkettim ki Türkiye’de son 20 yıldır aynı çevre sorunları etrafında dönüp duruyormuşuz. Ekinci’nin kitabı bunlardan birkaçına değinmiş: Termik santraller,iklim, nükleer santral ve kültürel varlıklar.

Mine G. Saulnier (Kırıkkanat) 17 Haziran 1990’da Cumhuriyet’e Madrid’ten şu haberi geçiyor.” Türkiye’de termik santraller kuşağı kurulmaya çalışırken AT (Avrupa Topluluğu) ülkeleri çevre kirliliğne yol açan bu tür enerjiden vazgeçilmesi için yoğn bir çaba içinde.” Haberde “İklim Değişimi Üstüne Dünya Anlaşması”nın onaylanması halinde AT üyelerinin karbondioksit emisyon oranlarını durdurmak zorunda kalabileceği belirtilmiş. Yıl 2010. Türkiye’de kömürle çalışacak yapım ya da planlama aşamasında 47 yeni termik santral var. En kirli ve iklimi en çok değiştiren yakıtla çalışacak termik santraller. Termik cephesinde yeni bir şey yok...

Aynı değişmez durum nükleer konusunda da sözkonusu. Kitap yazılırken Akkuyu nükleer santrali için son hazırlıklar tamamlanıyormuş. 1993 yılında kurulan Nükleer Karşıtı Platformu (NKP) “gelecekten sorumlu herkese” açık mektup yazmış. “Kuruluşu, zenginleştirilmiş yakıtı, elemanları ve işletmesiyle dışa bağımlı, kaynağı sınırlı, teknolojisi oturmamış; merkeziyetçi, gizlilik gerektiren, pahalı ve 40 yıldır hiçbir teknolojinin halledemedeği radyoaktif atık özürlü nükleere santrallere milyarlarca dolar yatırılabilir mi? Nükleer cephesinde de değişen bir şey yok. Yıl 2010 Rusya ile Akkuyu’da nükleer santral yapması için anlaşmaya varıldı. Sinop’taki santrali Kore mi Japonya mı yapsın diye pazarlık ediyoruz.

1992 Rio Zirvesi’nde Türkiye, OECD’nin gelişmiş ülkeler kategorisine alınmış olması sebebiyle İklim Değişikliği Sözleşmesi’ne imza atmamış. Çok şükür 2008’de 184. ülke olarak Kyoto Sözleşmesine taraf olduk ama Kopenhag mutabakatına imza atmadık ve Aralık ayında Cancun’da yapılacak İklim Zirvesi’nde yükümlülük almamak için o kadar da gelişmiş olmadığımızı kanıtlamak ve özel şartlarımızı belirtmek için raporlar yazıyoruz, lobi faaliyeti yürütüyoruz. Bu arada dünyanın 17. büyük ekonomisi olduğumuzu ve 2023’te 10. olmayı hedeflediğimiz aramızda kalsın. İklim cephesinde de eski tas eski hamam.

Değişmeyen bir diğer mesele ise kültürel varlıkların korunması. Şu satırları okurken aklınıza Allianoi veya Hasankeyf gelmesi muhtemeldir. Muğla Köyceğiz’de antik Roma kenti Pisilis üzerine inşa edilen bir oteli açarken Turgut Özal:”Bu eski Roma duvarları mı güzel yoksa bu otel mi?” diye buyurmuş. Tarih 19 Temmuz 1989.

Kitapla ilgili son bir not: Ekinci “1972’lerin çevre bilincini ve insanlık duyarlılığını 21. yüzyıla taşımaya aday olduğunu ve güncelliklerini hep koruyacaklarını düşündüğü” iki sözleşmeye Çevreciliğin ABC’sinde yer vermiş.Bunlar BM Çevre Konferansı Deklarasyonu ve Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme.

Çevreciliğin ABC’si , Oktay Ekinci, Simavi Yayınları, 1994.

Barış Gençer Baykan, BETAM Araştırma Görevlisi

Not: Bu yazı ilk olarak BirGün Kitap Eki’nde 13 Kasım 2010 tarihinde yayınlanmıştır.




12 Kasım 2010 Cuma

Kizirnos Dereleri Satılık Değildir!



Trabzon Araklı'nın Kayacık köyü pek çok bölge gibi HES tehditi ile karşı karşıya.Karadeniz’de yapılması planlanan 700 den fazla HES projesinin asıl amacının enerji üretmek değil suların sirketlerin ticari metasi haline getirilmesi olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek.,,

Kayacık Köyü Dayanışma Platformundan;

TRABZON ARAKLI KAYACIK KÖYÜ HES PROJESİ.
Şirket adı: Yüceyurt Enerji Üretim Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti
Yapım yeri: Araklı Kayacık köyü

Yukarıda bilgileri verilen şirket, köyümüzde yaklaşık bir yıldan bu yana çalışmalarını sürdürmektedir. Şimdi bu projenin baştan bu noktaya kadar geliş hikayesini anlatacağım.

Bundan yaklaşık üç sene önce yaylamızın deresine bir ölçüm cihazı konuldu. Biz bu cihazın bu denli bir katliamın başlangıcı olduğunu anlayamadık. Sadece bu deremizden ufak borularla içme suyu temin edileceğini sandık. Daha sonra bundan yaklaşık bir yıl önce köyümüze iş makineleri geldi ve yol yapımına başlandı. Köylü, bu makineler nedir nereden geldi dendiğinde ise, Bu devlet tarafından verilmiş bir hizmettir ve köyümüzün ve yaylamızın yolları genişletilecek ve onarılacaktır diye koca bir yalan söylendi.

Şirketin çalışmaları hızla devam etti ve köy halkı yavaş yavaş bunun bir devlet hizmeti değil tamamen farklı bir durum olduğunu anlamaya başladı. Ve işte tamda bu noktada Araklı Akp ilçe başkanı MUSTAFA TEKİNBAŞ sahneye çıkıverdi. Kayacık köyü vatandaşı olan Akp Araklı ilçe başkanı MUSTAFA TEKİNBAŞ adeta köyün muhtarlığını yapmaya başladı ve köy muhtarı İDRİS AKYILDIZ ve ağzaları kendi himayesine aldı. Araklı Akp ilçe başkanı Mustafa Tekinbaş, Yüceyurt Enerji şirketinin ayak işlerini yapmakla, köylüyü susturmakla ve köyde çıkacak her hangi bir ayaklanmayı önlemekle görevlendirildi. Köy muhtarı İdris Akyıldızın misyonu ise; Akp ilçe başkanı olan Mustafa Tekinbaşın uşaklığını yapmak oldu ve bu kapsamda bir muhtarın düşmeyeceği en alçak durumlara düştü. Sözde köy muhtarı ve ağza, bir komisyon oluşturdu ve yaylada merası, otlağı, çayırı zarar gören vatandaşların zararı neye göre ölçüldüğü belli olmayan bir şekilde tespit edildi ve tamamen illegal bir şekilde para dağıtıldı.

Para dağıtılma olayı tamamen bir komediydi. Gariban bilgisiz cahil köylüyü kandırmak çok zor olmadı. Çayırı merası otlağı yıkılan vatandaşa ortalama birer milyar ödendi. Biraz sesi çok çıkan kabadayı köyün ileri gelenlerine susmaları için daha fazla paralar ödendi, bunların hepsi bellidir ıspatı açıktır. Ve bu şekilde proje inşaatı gün geçtikçe ilerlemeye devam etti. Biz tabi gelişmeleri takip ediyorduk ve gurbetten köye gelir gelmez hemen çalışmalara başladık.

KAYACIK KÖYÜ DAYANIŞMA PLATFORMU'nu oluşturduk ve bu projenin yanlışlarını zararlarını ve nasıl kandırıldıklarını köylüye anlatmaya çalıştık. Ve gördük ki köylü bu işe çoktan karşı ve bu işe dur diyecek bir lider bekliyorlar. Ve biz gençler olarak örgütlendik ve bu işi üstlendik. Büyük bir imza kampanyası başlattık ve çok sayıda imza toplayarak avukatımız SİBEL SUİÇMEZ hanımefendi ile yasal işlemler hakkında görüşmeye başladık. Çalişmalarmız ilerledikçe ses getirmeye başladık ve muhalif kesimin büyük rahatsızlık duyduğunu gördük. Ve nihayetinde proje sahibi şirketin ayak işlerini yapan Akp ilçe başkanı Mustafa Tekinbaş bizimle ısrarla görüşme talep etti. Görüşme talebine yanıt vermedik ve nihayetinde kendisi bizzat ayağımıza gelerek bizimle görüştü. Görüşmemizden olumlu bir netice alamadı ve görüşme esnasında bütün çirkinliklerini ortaya koydu. Kararlı olduğumuzu ve bu yoldan dönmeyeceğimizi kendisine söyledik ve bu şekilde görüşmemiz sonlandı. Çalışmalarımız aralıksız devam etmektedir. Basın açıklamalarımız oldu tv ve gazetelerde. Halkı bilinçlendirme, örgütleme ve basını bilgilendirme kapsamında bazı düşüncelerimiz bulunmaktadır. Bu düşüncelerimizin ilki, bu işe gönül vermiş diğer dernek ve örgütlerle irtibata geçerek bu örgütlerin köyümüze gelerek bize destek vermeleridir. Tepki amaçlı konser veren grupların köyümüze gelerek burada beraber konser verme isteğimizin oldugunu da belirtmek istiyoruz. Bir diğer husus köyümüzdeki bu doğa katliamının hayvanlara verdiği zarardır. Yaylamızda yaşamakta olan geyiklerimiz bu projeden son derece etkilenmektedirler. Yuvarlanan kayalar geyiklere çarpmakta ve geyiklerin yaralanmalarına hatta ölmelerine ve diğer geyiklerin yaşam alanlarını terk etmelerine sebebiyet vermektedir.

Sonuç olarak işin genel durumu bu şekildedir. Mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. Bu yolda mahkeme dışında dahi ne gerekiyorsa bütün yollara girişeceğimizi belirterek saygı ve sevgilerimizi sunarız.
.................

Geçtiğimiz günlerde Kayacık köyünde gençler, HES karşıtı pankart astıkları için gözaltına alınmışlardı.

Araklı-Kayacık köyünde gerçekleşecek olan, kitlesel basın açıklamasına kültürüne, deresine ve yaşamına sahip çıkan herkesi bekliyoruz.

Çevre illerin destekleri ile, Kayacık köyü "kayalık" olmayacak.

KAYACIK KÖYÜ DAYANIŞMA PLATFORMU

Kitlesel Basin Aciklamasi
Tarih: 19 Kasım 2010 Cuma 14:00
Yer: Trabzon Araklı / Kayacık Köyü




11 Kasım 2010 Perşembe

Sizin balık kaç santim?

Greenpeace Akdeniz, bugün duyurduğu yavru balık projesi ile denizlerimizin geleceğini tehlikeye atan yavru balık avı ve satışının durdurulması için çağrıda bulundu. Greenpeace gönüllüleri, Beşiktaş Balık Pazarı’nda, balıkçılara ve tüketicilere dağıttıkları balık boyları cetvelleri ile, herkesi bu kampanyaya katılmaya davet etti. www.kacsantim.org adresini ziyaret ederek de kampanyaya destek verilebiliyor.

Greenpeace Akdeniz, 2007’de de hazırladığı balık boyları cetveli ile tüketiciyi yasal boylar konusunda uyararak, avlanırken bunlara bile uyulmadığını anlatmıştı. Denizlerde balık stokları hızla tükenirken, bir kez bile yumurtlayamamış balıkların, yani yavru balıkların avlanması ve satılmasının acilen durdurulması için yaptığı çağrıyı yineliyor. Greenpeace'in, bu kez yayınladığı ve tüketiciye dağıttığı cetvelde ise, varolan bilimsel verilere dayanan en önemli ticari türlerin üreme boylarına yer veriliyor. Önerilen boylar, bilim insanlarının en önemli ticari türlerin üreme ve bilinen stok durumlarına bağlı olarak önerdiği minimum avlanma boylarından oluşuyor. Gelecekte de denizlerimizde balık olmasını istiyorsak, yasal avlanma boylarının bilimsel verilere dayanması şart.

Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı “Yetişkin bir balık, her yumurtlamada binlerce yavru verir, oysa ona en az bir kez bu şansı vermeden avlarsak soyu tehlikeye girer. İşte bu nedenle, balık stoklarının aşırı ve kontrolsüz avlanma sonucu hızla azalması, endüstriyel balıkçılığın henüz yavru olan balıkları hedeflemelerine neden olmaktadır. Bu da tüm stokların yakın zamanda tükenmesine neden olacaktır, yani yavru balık avlanmaya ve satılmaya devam ederse yakın zamanda denizlerimizde balık kalmayacak. Biz bu projeyi balıkçılığın denetimsiz ve plansız olarak büyümesini ve artan yasadışı avlanmayı durdurmak için hayata geçirdik. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın, yasal avlanma boylarını bilimsel verilere göre değiştirerek, yavru balık avını ve satışını denetlemesini ve bir an önce önemli türlerin yumurtlama ve gelişme alanlarının koruma altına alınmasını talep ediyoruz” dedi.

Balığını ölçtün mü?
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın yayınladığı suürünleri sirkülerinde pekçok ticari türün avlanma boyları gerçek üreme boylarına kıyasla son derece küçük kalmakta. Örneğin, Bakanlığın sirkülerinde lüferin avlanma boyu 14 cm verilmişken aslında bu balığın üreme boyu en az 20 ila 25 cm dir. Bazı türlerin bilinen stok durumları o kadar risk altında ki, üreme boyuna erişen bireylerin yumurtlaması çok önemli. Aynı şekilde kalkan için yasal avlanma boyu 40 cm, ancak bilimsel olarak üreme boyu 42-44 cm. Ancak stokları kötü durumda olduğu için Greenpeace min 45 cm öneriyor. Greenpeace, tüketicileri, http://www.kacsantim.org/ sitesinde de yer alan önerilen balık boyları sayesinde doğru balık tüketimi konusunda bilinçlendiriyor.

Dökmecibaşı, “Denizlerimiz kirlilik, iklim değişikliği, yabancı türlerin artması, kıyısal yapılaşma, trol ve gırgır avcılığı gibi pekçok tehditle karşı karşıya. Tüm bu veriler, ilgili yaptırım ve yasaların acilen ciddi olarak uygulanmasının ve daha da genişletilerek önlemler alınmasının gerekliliğini kanıtlıyor. Aksi takdirde deniz kaynaklarının tükenmesi ile hem en değerli besin kaynaklarımızdan birini kaybedeceğiz, hem de yaşamı buna bağlı olan insanların, öncelikle balıkçıların geleceğini yokedeceğiz. Tarım Bakanlığı, acilen sürdürülebilir balıkçılık politikaları geliştirmeye ve uygulamaya başlamalı. Bunun için de tüketicileri yavru balık almamaya ve tüketmemeye çağırıyoruz” diye ekledi.

Fotoğraflar: Caner Özkan
Daha fazla bilgi için: http://www.kacsantim.org/

Banu Dökmecibaşı, Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu, 0 532 263 11 14 bdokmeci@greenpeace.org
Deniz Sözüdoğru, Greenpeace Akdeniz İletişim Sorumlusu, 0 532 324 32 04 dsozudog@greenpeace.org

9 Kasım 2010 Salı

EKOIQ’nun 6. sayısı çıktı!

Yeşil İş ve Yaşam Dergisi EKOIQ’nun 6. sayısı çıktı. Bu sayıda bulabileceğiniz bazı dosya ve yazılar şöyle:

· İMKB Sürdürülebilirlik Endeksi Kapıda. İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Genel Sekreteri Engin Güvenç, müjdeyi veriyor: İMKB Sürdürülebilirlik Endeksinin 2012’de işlemde olacak.
· Petrol Kumardır… BP felaketi sonrasında Meksika Körfezi’nde çekilen fotoğraflar felaketin vahametini ortaya koyuyor. Felaketin gerçek bilançosu ise hâlâ bir sır.
· Biyoyakıt Karın Doyurur mu? Altına hücum Bush döneminde başladı. Tartışmalar hâlâ devam ediyor. Yoksa biyoyakıtlar küresel bir gıda krizini mi tetikliyor?
· Yeşil Üniversite Nasıl Olur? Üniversite kampusları da yeşilleniyor. Peki, Türkiye bu konuda neler yapıyor?
· Sürdürülebilir Ulaşım Mümkün! Sürdürülebilir Ulaşım Merkezi-Türkiye Direktörü Sibel Bülay, İstanbul, Antalya, Adapazarı ve Kocaeli’de yürüttükleri projeleri EKOIQ dergisiyle paylaştı. .
· Ekstremofilik Mikroorganizmalar ve Global Enerji Dengeleri. Mikroskobik organizmalar küresel enerji sorununu nasıl çözer? Marmara Üniversitesi Endüstriyel Biyoteknoloji ve Sistem Biyolojisi Bölümünden Ebru Toksoy ve ekibi anlatıyor.

Türkiye’deki en güncel sürdürülebilirlik ve çevre yatırımları da gene EKOIQ sayfalarında yer alıyor. İstanbul, Ankara, Adapazarı ve Kocaeli’de yürütülen sürdürülebilir ulaşım projeleri, Marmara Üniversitesi Biyoteknoloji ve Sistem Biyolojisi Bölümü tarafından yürütülen Ekstermofilik mikroorganizmalardan enerji üretme çalışmaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi tarafından yürütülen Geri Dönüşüm Atölyesi ve kampuslarını yeşilleştiren Türk üniversiteleri EKOIQ sayfalarında yer alıyor.

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, http://www.idefix.com/ , http://www.kitapyurdu.com/ ve http://www.hepsiburada.com/ adreslerinden de temin edilebiliyor.

Daha fazla bilgi için:

Barış Doğru (Genel Yayın Yönetmeni) baris@ekoiq.com
Tel: (0216) 412 72 13 /118

Balkan Talu (Editör) balkan@ekoiq.com

Abonelik için:
Neslihan Öztürk
Tel: (0216) 412 72 13 /111-112

1 Kasım 2010 Pazartesi

AP Yeşiller Grubu'nun İstanbul toplantısından izlenimler

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, Genişletilmiş Büro Toplantısı’nı 1-2 Kasım 2010 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirdi. Bu çerçevede düzenlenen “Müzakerelerin beşinci yılı ve Türkiye – AB ilişkileri perspektifleri” başlıklı toplantı ise AB-Türkiye ilişkileri ve her iki tarafın yaşadığı sorunlara dairdi.

Toplantıda, Avrupa Parlementosu’ndan Yeşil milletvekilleri kürsüde, konuşma yapacak Türkiye entelijansiyasının temsilcileri kendilerine ayrılan mikrofonlu masalarda kürsünün önünde, izleyiciler ise arkadaydı. İçeride konuşulanları duymayan biri büyük bir dava görülüyor sanabilirdi. AB Yeşilleri hakim; Tükiye’den akademi, basın ve sivil toplum temsilcileri kah savcı kah avukat; suçlu ise değişen oranlarda Türkiye, Avrupa Birliği ve Avrupa Yeşilleri idi. AP Yeşiller Grubu Eş Başkanı Daniel Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu –TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Helene Flautre ve AP eski Yeşiller milletvekili Joost Lagendijk kolaylaştırıcılık görevi üstlendiler. Türkiye’den akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve politikacılar kendilerine ayrılan süre içerisinde Türkiye- AB ilişkileri ekseninde kendi cephelerinden sorunlara dikkat çektiler. O kadar çok konuya değinildi ki toplantıyı izlemek zamam zaman gerçekten zorlaştı. Kıbrıs, limanlar, HES, Kürt sorunu, KCK davası, insan hakları, Ermeni sorunu, müzakereler, çevre faslı, enerji, basın ve ifade özgürlüğü, ekonomik kalkınma, AB’deki Türk Diasporası, Avrupa’da yükeselen yabancı düşmanlığı, ekonomik kriz, asker-sivil ilişkileri, AKP, CHP….Herkes eteğindeki taşları döktü. AB- Türkiye arasındaki eski heyecanın olmadığı fikri sıkça vurgulandı. Sürecin yeniden canlandırılması konusunda bir kaç cılız öneri dışında bir gelişme yoktu.

Diğer konuları bir yana bırakıp çevre ile ilgili neler ele alındı ona bakalım. Öncelikle AB Yeşilleri Türkiye’de çevre politikaları ve çevre sorunları ile ilgili derin bilgiye sahip değiller. Yaşanan tahribatın ve tehditlerin çok az bir kısmının farkındalar (Hasankeyf/Ilısu, HES gibi). Elbette Avrupa’nın 16 ülkesiden 55 milletvekilinin (Toplam 736) kendi ülkelerinin, AB’nin çevre politikaların yanında Türkiye çevre gündemine de hakim olmaları beklenemez. Ayrıca bu, Türkiye’den konuyla ilgili partnerlerinin yeterince bilgilendirme yapmamasından kaynaklanabilir. Örneğin Avrupa Yeşilleri ile 90’lardan beri işbirliği içinde olan Türkiye Yeşilleri son beş yılda Türkiye’de yaşanan çevre tahribatını bir rapor şeklinde iletebildi mi? Greenpeace, TEMA, WWF veya Doğa Derneği kendi alanlarındaki çalışmalarını AP Yeşiller grubuna gönderiyor mu? Belki temaslarda değiniliyordur ama sistematik bir bilgi alışverişi olmadığı kesin.

Biraz da AB’nin yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle Avrupa Yeşilleri Türkiye’deki ekonomik göstergelere hayranlıkla bakıyorlar. Türkiye’deki kalkınma-çevre çatışmasına pek girmiyorlar. Bu algıyı yaratmada hükümetin başarısı yadsınamaz. Öte yandan AB Yeşilleri’nin resmi ilişkilerde TBMM’deki partileri muhattap almasından daha doğal bir şey yok fakat Türkiye Yeşiller Partisi’ni de eşit bir partner olarak kabul edip diğer siyasi aktörlere de muhattap olarak işaret etmeleri gerekiyor.

Toplantıda çevreye değinen konuşmacıların yorumları şu şekildeydi:

Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Cengiz Aktar: Hükümet partisinin ekonomik ideolojisini ele almak lazım. Ekonomi büyüyor ama hangi maliyetle? Son 8 yılda ultra liberal bir saldırı sözkonusu ve bu hiçbir doğal, kültürel korumayı gözetmiyor. Oysa Türkiye kirletmeden kalnınan bir model yaratabilir. Avrupa devletleri kirlettiklerini temizliyorlar. 2 önerim olacak. 1) Çevre faslının pürüzsüz işletilmesi. Avrupa Parlementosu milletvekili Emine Bozkurt’un hazırladığı “Kadın” raporunun bir benzeri “Türkiye’nin Organik ve Biyoçeşitlilik Varlıkları” üzerine yazılabilir ki bu rapor çevrecilere ve ekoloji aktivistlerine çok yardımcı olacaktır. Avrupa- Türkiye ilişkilerine baktığımızda statükoyu sürdürmek daha zor. Türkiye’nin makul bir giriş tarihine ihtiyacı var. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına denk gelen 2003 olabilir. Çevre faslına uyumun maliyeti konusunda etli analizi yok. Ortada dolaşan rakamlar 120-130 milyar dolar civarında. Üyelik perspektifi olmayan hiçbir ülke bunu karşılamak istemez. Sosyal Politika faslında da aynı şey sözkonusu. Sanayiciler de bu maliyetin altına girmezler.

Avusturya Yeşil milletvekili Urike Lunacek: Ilusu barajına Avusturya’da karşı çıktık.

BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras: Başbakan Hasankeyf’te başka hesaplar var diyor. Bunu açıklamalı. Ilısu’da, Allianoi’de meşru talepler kriminalize ediliyor.

Türkiye Yeşiller Partisi eşsözcüsü Ümit Şahin: German Marshall Fund’ın son verilerine gore Türkiye toplumunda AB’ye verilen destek %38’e, Türkiye’nin üye olacağına duyulan inanç ise %26’ya düşmüş durumda. Almanya ve Fransa’da Türkiye’nin üye olmasına verilen destek %16. Türkiye Yeşiller Partisi, Türkiye’nin AB üyelğini en çok destekleyen partilerden biri. Toplumda tabandaki heyecan ve desteği arttırmak için somut düzenlemeler gerekebilir. Vize düzenlemesi bir samimiyet göstergesi olabilir.
Yıllardır insan hakları, sosyal haklar ve çevre konusunda AB sürecini bir kaldıraç haline getirmeye çalıştık. Ama şimdi AB’ye uyum adı altında doğa tahribatına kalkışılıyor. HES sorunu enerji politikası konusunda değil doğa koruma çerçevesinde işlenmeli. Rize İkizdere Vadisi SİT alanı ilan edildi 3 gün sonra, hazırlık sürecini izlediğimiz “Tabiatı Koruma Kanunu” Meclis’e geldi ve AB’ye uyum ve Çevre faslı içinde ele alınıyor. Buna gore 1234 SİT alanı ortadan kaldırılacak, sıfırlanıp yeni statü verilecek. Bu alanlara yalnız HES’ler değil, çimento fabrikaları, termik santraller ve altın madenleri sokulacak. SİT alanı ilan etme yetkisinin Bağımsız kurul’dan alınıp Çevre Bakanlığı’na veriliyor. Bakanlık bünyesindeki Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’nda 14 çevre bürokratı ve 6 bağımsız isim olacak. Bunu AB’ye uyum olarak ortaya koyuyorlar. Hükümetin çevrecilere karşı hasmane bir tutumu var. Nükleer karşıtı eylemden yargılanıyoruz. Dün Taksim’deki patlamadan sonra Başbakan’ın demeci şöyle:”Amaçları Ilısu’yu engellemek, kalkınmayı engellemek”. Altan Öymen bir yazısında Yeşiller Partisi Meclis’te olmalı demişti. Seçimlere girmek için 41 ilde 150 örgüt kurmanız gerekir ve %10 baraj var. Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası değişmeli.

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, Genişletilmiş Büro Toplantısı’nın toplantılarını Koray Doğan Urbarlı ve Efe Göktoğan Yeşil Gazete için izlediler. Ayrıntılar için http://www.yesilgazete.org/

31 Ekim 2010 Pazar

Kitap Fuarı'nda çevre peşinde


Tüyap Kitap Fuarı'na Beylikdüzü'ne taşındığından beri yolum düşmemişti. Bu sene gitmeye karar verdim ve Fuar'ın ilk günü Cumartesi sabahı erken kalkıp Taksim AKM önündeki Tüyap servislerini beklemeye başladım. Yaklaşık 150 kişilik sıra moralimi biraz moralimi bozdu. Bu arada korsan bir minübüs 1o TL'ye otobandan kitap fuarı sloganıyla piyasaya girdi. Ücretsiz serviste sıra gelir mi derken iki otobüs 11'de geldi ve herkesi aldı. 12 civarı Fuar'a girdim. Tepebaşı'ndaki salon ile karşılaştırılamayacak kadar büyük bir alana yayılmış kitap fuarı. İçeri girdiğimde önce bir turladım ve ilgilendiğim kitaplar olabileceği düşüncesiyle 5-6 yayınevi ve birkaç çevre kuruluşunun salon ve stand numaralarını katalogtan not aldım. Önceki akşamdan da İdefix'ten çevre ile ilgili en çok hangi yayınevi kitap basmış diye baktım ama akademik yayınlar (çevrebilim, çevre mühendisliği vb) dışında çevre ile özdeşleşen bir yayınevi bulamadım. Birçok yayınevi çevre/ekoloji/doğa konuları çerçevesinde kitaplar basıyor ama yayın politikasını sadece bu konulara ayırmış bir tanesine rastlamadım. Velhasıl kelam fuarda 3 saat içinde belirlediğim ziyaretleri yaptım. 10. salon sivil toplum kuruluşlarına ayrılmıştı. Türkiye'nin ilk Yavaş Şehri Seferihisar'ın standına uğradım. Güzel bir kent rehberi hazırlamışlar. Ayrıca Sakin Şehir, Yavaş Yemekler, Tarih ve Yavaş Yollar broşürlerini bir arada toplamışlar. Derelerin Kardeşliği Platformu'nun da broşürlerini aldım. Vadilerinin HES'ler ile değil ekolojik turizm ve organik tarım ile kalkınacağını savunuyorlar. HES'lere karşı bir imza verip devam ettim. TEMA standında güzel bez torbalar gördüm. Onlar da yayınlarını sergiliyordu. Eski basım kitaplarının birkaçını Kadıköy Alkım'dan almıştım. Çocukların ve gençlerin çevreyle ilişkisini merak ettiğimden Yavru TEMA'nın Çekirdek dergisini aldım. Son olarak S.O.S Çevre Gönüllüleri Platformu'na gittim ve kurucusu Türksen Başer Kafaoğlu ile tanıştım. S.O.S Yayınları'ndan daha önce haberdar olmadığım gibi çıkardıkları kitapları da bilmiyordum. Kafaoğlu'nun yayına hazırladığı "Küreselleşme , Tarıma Etkileri ve Alternatifler" ile Çevre Ekonomisi ve Politikası 98" kitaplarını aldım.Sağolsun Kafaoğlu benim için kitaplarını imzaladı. Bu arada yine SOS'ten Prof. Şeminur Topal'ın "Tarım, Gıda, Ekosistem Boyutuyla Biyoçeşitlilik: Toplumsal ve Yasal Yankılarını kitabını da yeni gördüm. Topal'ın ilk kitabının Yeni İnsan Yayınevi'nden çıkan "Değiştirilen Gen mi Sen mi Evren mi?" olduğunu sanıyordum.

Geçtiğimiz haftalarda 1951 yılına ait 11 adet Yeşil Türkiye gazetesini aldığımdan beri çevre temalı eski yayınlara merak saldım. Türkiye'de çevre tarihinin yazılması gerektiğini düşünüyorum ama bu konularda çalışan/çalışacak tarihçiler var mı bilmiyorum. Fuarda sahaflara ayrılan bir salon vardı. Ggözüme bir şey çarpar mı diye şöyle bir turladım ama bir şey çıkmadı. Tekrar ana salonlara döndüm. Yağmurun Kırk İşareti ve Sürü romanlarıyla duymuş olabileceğiniz Resif Kitap standına uğradım ve Anıl Bilge ile fuardan, kitaplardan ve ziyaretçilerden konuştuk ayaküstü. Melek Göregenli'nin yazdığı ve Bilgi Üniversitesi Yayınları'ndan Ekim ayında basılan Çevre Psikolojisi' ni alacaktım ama tercihimi Fuar dışında bulamayacağım yayınlardan yana kullandım. Tarih Vakfı tarafından 1992-2008 arası yayınlanan İstanbul Dergisi'nin "Su", "İstanbul'a sivil sahip çıkış" ve "İstanbul'un Yeşili-Mavisi" dosya konularını içeren eski sayılarını aldım. Çocuklara yönelik kitaplar basan yayınevlerinin standlarına uğramak istedim. Son dönemde çevre ile ilgili kitaplar bastıklarını izliyordum, listeme de Günışığı Kitaplığı'nı almıştım fakat o hengamede kitapları incelemek mümkün olmadı. Çocuklar aannelerini ve babalarını sürükleyerek bu standlara yönlendiriyorlardı. Yayınevleri çalışanları da hangi kitabın kaçıncı sınıfa uygun düşeceğini anlatmakta meşgullerdi. Saat 3'e doğru çıktım ve yine servis ile Taksim'e döndüm.

28 Ekim 2010 Perşembe

ZEYTİNBURNU ORGANİK HALK PAZARI AÇILIYOR

Zeytinburnu Organik Halk Pazarı, 30 Ekim cumartesi günü açılıyor. Zeytinburnu Belediyesi, Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği ve Ekolojik Üreticiler Derneği'nin işbirliğiyle organize edilen pazar İstanbulluların sağlıklı ve güvenilir gıda ihtiyacını karşılamak için önemli bir adım olacak.

2006 yılında İstanbul da açılan ilk organik pazardan bu yana 3.5 yıl süren organik pazar yetersizliği özellikle 2010 yılında hız kazanan çalışmalarla kısa süre içinde 6 pazarın açılmasıyla giderilmeye çalışıldı. Bu gelişme bir yanıyla yıllardır pazarlama sorunu çeken üreticiler açısından yeni bir umut olurken, diğer yandan organik gıda tüketen vatandaşlarımızın talep ettikleri ürünlere daha kolay erişim sağlamasını beraberinde getirdi. Vatandaşların yaşadıkları semte çok daha yakın organik pazarlara kavuşması sayesinde ulaşım için daha az yakıt tüketilmiş, daha az masraf edilmiş, daha az zaman harcanmış, ekolojik ayak izleri küçülmüş ve doğanın korunmasına bu yönden de katkı sağlanmış oldu.

İstanbulda açılacak olan 7. organik halk pazarı olan Zeytinburnu Organik Halk Pazarı'nın açılmasıyla birlikte, sınırsız ve rahat park yeri olanağı ve çeşitli toplu taşıma seçenekleri ile ulaşımın kolay oluşu sayesinde pazara gelen ziyaretçilerimiz için daha rahat ve sorunsuz alışveriş olanağı sağlanacaktır. Sağlıklı beslenmek kadar daha az tüketerek ekolojik ayak izlerini azaltmak isteyen tüm vatandaşlarımıza kendilerine en yakın olan organik pazarı tercih etmelerini öneriyoruz.

Derneğimizin İstanbul'da organize ettiği 3. organik halk pazarı olan Zeytinburnu Organik Halk Pazarı'nın açılışıyla birlikte Kadıköy ve Maltepe organik halk pazarlarının yanına Avrupa yakasındaki tüketicilerin kolay erişebileceği bir pazar daha eklenmiş oluyor. 30 Ekim cumartesi günü, ülkenin Ege, Akdeniz, Marmara, İç Anadolu, Karadeniz gibi çok farklı yörelerinden gelen gerçek tadlarla buluşacaksınız.

Ekolojik Üreticiler Derneği; bu etkinliğinde çevre, ekoloji ve doğal yaşam konularında duyarlılığın artırılması için çeşitli çalışmalar yapan başka bir sivil toplum örgütü olan Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği ile paydaş oluyor.


Ayrıca Zeytinburnu Organik Halk Pazarı'nın kurulduğu bölgeye yakın birçok tarihi eser ve kültürel etkinlik alanı bulunuyor. Tıbbi Bitkiler Bahçesi, Mevlevihane, külliyeler, Panaroma Tarih Müzesi ve tarihi Türk evleri gibi merkezlerle adeta kültür vahası olan bölge size anlamlı ve hoş bir hafta sonu geçirme olanağı da sağlayacaktır. Alışverişinizin yanısıra bir kültür gezisi yapma seçeneğini de değerlendirmenizi öneriyor, 30 Ekim cumartesi günü saat 11.00'de yapılacak olan açılışımıza tüm vatandaşlarımızı davet ediyoruz.

Ekolojik Üreticiler Derneği

Zeytinburnu Organik Halk Pazarı
Yer: Merkezefendi Camii yanı
Tarih: 30 Ekim Cumartesi, Saat: 11.00

(Kroki ve yol tarifi için: www.ekolojikureticiler.org)

19 Ekim 2010 Salı

Türkiye'de Enerji Verimliliğinin durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü

Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin düzenlediği,“Türkiye’de Enerji Verimliliğinin Durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü” başlıklı raporunun sunulduğu toplantı 9 Ekim 2010 günü İstanbul Beyoğlu'nda gerçekleştirildi.

Yeşilgüç Enerji ve Çevre Danışmanlığı şirketinden Tülin Keskin ve Marmara Belediyeler Birliği danışmanı Halil Ünlü tarafından hazırlanan rapor, Heinrich Böll, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü,Center for Monitoring and Evaluation (Sırbistan), Center for Ecology and Energy (Bosna Hersek) ve Center for Progressive Technologies (Çek Cumhuriyeti) ile ortaklaşa yürütülen "STK'ların ve Belediyelerin Enerji Verimliliği Kapasitelerini ve Networklerini Güçlendirmek” başlığı adı altında Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen 2 yıllık projenin ilk çıktısı olarak sunuldu.

Açılış konuşmasını yapan Heinrich Böll'den Ulrike Dufner, dört ülkede yürütülen bu projenin amacının enerji verimliğiliğini karar vericiler ve kanaat önderleriyle tartışmak olduğunu söyledi ve enerji verimliliğine ilişkin uygulamalarda belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının başlıca paydaşlar olduğunu vurguladı. Toplantının moderatörlüğünü üstlenen Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin Türkiye'de, enerji verimliliği gibi alanlarda Türkiye'nin durumunun genelde yurtdışındaki projeksiyonlardan elde edildiğini; bu raporun Türkiye'ye özgü veri ve altyapı oluşturması açısından bir örnek teşkil ettiğini söyledi.

Raporun "Türkiye'de Enerji Verimliliği" bölümünü yazan Tülin Keskin sunumunda geniş bir perspektiften Türkiye'nin enerji dengesini ve enerji verimliliğini değerlendirdi. Türkiye'nin birincil enerji tüketimi %100'den fazla artığını ve bu artış ile OECD ülkelerinde ilk sırada olduğunu belirten Keskin, 2008 yılında 106 milyon TEP olan birincil enerji tüketiminin 2009'da eknomik kriz ile birlikte 99.5 milyon TEP'e düştüğünü ve enerji ithalatının 20 milyar azaldığını ekledi.
Keskin’in sunumundan bazı önemli veriler ve saptamalar:
2008 yılında ülkede enerji talebinin %92’si fosil yakıtlardan (%32 doğalgaz, % 30 petrol, %30 kömür) oluştu.
Türkiye’de enerji talebi artıyor ama enerji üretimi görece sabit kalıyor. Türkiye % 73 oranında ithal enerjiye bağımlı.
2008 yılında yerel enerji üretiminin %57 kömür iken rüzgarda %1,5 seviyesine yeni ulaşıldı. Hidroliğin payı ise % 17.
Türkiye’de 170 kin konut jeotermal enerji ile çalışıyor ve 5 milyon kişiye ulaşabilecek potansiyel var
Türkiye’de 13 milyon güneş kollektörü var ama sadece sıcak su için kullanılıyor.
2007 toplam nihai enerji tüketiminin %39’u sanayiden, %36’sı konuttan, %20’si ise ulaşımdan kaynaklanıyor. Ekonomik kriz halkın enerji tüketimini vurmadı, sanayiyi vurdu. Konutlarda enerji tüketimi arttı.
Enerji Verimliliği Kanunu 2007’de çıktı. Eğitim-bilinçlendirme faaliyetleri başladı. Kobilere ve endüstriyel kuruluşlar için sınırlı hibe programları mevcut
Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü’nün “Enerji Verimliliği, Statüsü ve Gelecek Planlaması” dökümanında endüstride %15, inşaat sektöründe % 35 ve ulaşım sektöründe % 15 asgari enerji tasarrufu potansiyeli belirtilmiş. Tülin Keskin bu rakamaların alt eşikler olduğunu ve daha üzerine çıkabileceğini vurguladı (Konutta %50-60 oranında)
Enerji Verimliliği aynı zamanda bir istihdam alanı. 8 milyon binanın 2017’ye kadar enerji kimlik belgesi alması iş alanı yaratacak.
Türkiye için enerji tasarrufu önerileri
Enerji politikalarındaki arz yanlı bakış değişmeli
Karbon emisyonu azaltım senaryosu, enerji verimliliği ile ilişkilendirilmeli
Enerji verimliliği hedefleri ve stratejileri belirlenmeli
Enerji verimliliğinin teşvik edilmesi
Belediyeler enerji verimliliği politikalarında aktif rol olmalı.


Marmara Belediyeler Birliği danışmanı Halil Ünlü raporda yazdığı “Enerji Verimliliği ve Yerel Yönetimler” başlıklı bölümü sundu. Ünlü, dünya nüfusunun yarısının kentlerde ve 2010 kent nüfusunun %75’inin ise düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşadığını belirterek konuşmasına başladı.
Ünlü’nün sunumundan bazı önemli veriler ve saptamalar:
Uluslarararsı Enerji Ajansı'nın verilerine göre dünya enerji tüketiminin %60 ile 80'i kentlerde gerçekleşiyor.
Türkiye’de 2008’de nüfusun %75 kentlerde belediye sınırları içinde. Bu da 53, 6 milyon kişiye denk geliyor.17.9 milyon kişi de kırsal kesimde yaşıyor.
Karbon emisyonlarının %80’i, fosil yakıtlardan geliyor.
Kentlerde binalar (sanayi tesisleri, işyeleri, konutlar) seragaza etkisi yapan en önemli kaynağıdır.
Sürdürülebilir kentler 3-E kuralı vardır: Ekoloji, Ekonomi, Eşitlik
Eko kent: kısa mesafelerin kenti olarak da bilinir. Ulaşımda öncelik sırası şöyledir: Yaya, bisiklet, topluma taşıma ve motorlu araçlar

Kent yönetiminde belediyelerin enerji verimliliğinde üstlenebileceği roller nelerdir?
Enerji verimliliğinde başarıda temel odaklar kentler olmalı
Belediyeler kentsel hizmetlerin sunucusudurlar. Planlama, imar, ruhsatlandırma, altyapı konut, ulaşım gibi
Belediye kentin enerji envanterine göre planlama yapmalı, şeffaf olmalı.
Tüzel kişiliği ve bütçesi olan belediyeler tüketim ihtiyaçlarında yeşil alım yapabilir, konut projelerinde enenrji verimliliği dikkate alabilir.
Örneğin TOKİ, ihale ettiği yapım ve onarım işlerinde enerji verimliliği şartı koyabilir.
TOKİ kendi bina ve tesislerinde enerji verimliliğini sağlayabilir.
Ulaşım araçlarında temiz enerji kullanılabilir.
Suyun tasarruflu kullanımını sağlanabilir..
Yaya ve bisiklet yolları ve toplu taşıma olanakları arttırılabilir.Enerji Verimliliği konusunda halkı bilinçlendiri etkinlikler ve eğitici faaliyetler organize edilebilir.
İstanbul da 10 bin kamu binası var, bunların 1000’i belediyeye ait. Bunlara yönelik bir enerji verimliliği programı geliştirebilir.
Kentlerin toplam enerji tüketimi ve tasarruf potansiyelleri, yenilenebilir enerji potansiyeli belirlenmeli
Yerel bazda uygulanabilir enerji verimliliği politikaları, yenilenebilir enerji programlarıyla uyumlu hale getirilmeli

Kaynak:
Türkiye’de Enerji Verimliliğim Durumu ve Yerel Yönetimlerin Rolü (2010) M. Tülin Keskin & Halil Ünlü, Heinrich Böll Stiftung Derneği Tükiye Temsilciliği








18 Ekim 2010 Pazartesi

Moda Sahili'ne Hançer

Dev “Corner Otel”e Hayır Platformu, Moda sahilinde hızla yükselen Corner Otel özelinde İstanbul’da hızla devam eden İmar Rantları’na karşı 23 Ekim 2010 Cumartesi günü Kadıköy İskele Meydanı, Atatürk Anıtı önünde bir basın açıklaması yapacak. Tüm Kadıköylüler ve İstanbullular davetli.
Saygılarımızla,
Kerem ATEŞ
Platform Basın Sözcüsü

8 Ekim 2010 Cuma

Çevrecinin Paradoksu

Neden çevresel sıkıntılarımız daimi olarak artarken, insan refahı dünya çapında iyileşiyor?

Yazı: Leo Hickman
Çeviren: Deniz Aytekin
3 Eylül 2010 Guardian


Son günlerde –özellikle buralarda– petrol ve su rezervlerinin tükenmesi, ormanların yok oluşu, kaynakların tükenmesi ve bu gibi sorunlardan yakınan birçok konuşmacıya şahit olsak da bu kişilere sunulan hazır cevaplardan biri de yaygın olarak bilinen adıyla ‘Çevrecinin Paradoksu’.

Tartışma şöyle: ‘Neden kaynakların tükenmesine ve ekosistemlerin düşüşe geçmesine rağmen insanlığın refahı dünya çapında yükselişte?’

Rasyonel İyimser isimli kitabın yazarı Matt Ridley gibi insanlar, çevrecilerin insanlığın içinde bulunduğu durum hakkında gereğinden fazla karamsar olduklarını savunuyorlar. Sonuçta biz becerikli, uyum sağlayabilen, oldukça zeki bir türüz ve şu an önümüze sunulan endişelerin üstesinden gelmenin de ötesine geçebiliriz (tabii kendimizi serbest pazar baskısından kurtarabilirsek).

Bu görüşün tam karşısında ise Çöküş adlı kitabın yazarı Jared Diamon gibi düşünenler var. Onlara göre önceden var olmuş ve aşırı kaynak tüketimi nedeniyle doğal kaynaklarını tüketip tarih sahnesinden silinen geçmiş uygarlıklardan ders almalıyız.

BioScience dergisinin son sayısında bu paradoksu inceleyen muhteşem bir makale bulunuyor (Scientific American): Çevrecinin Paradoksunu Çözmek. McGill Üniversitesi’nden Ciara Raudsepp Hearne’in başını çektiği bir bilim adamı ekibi tarafından kaleme alınan yazı; paradoksun altında yatan, çakışan mevzuları ayrıntılı bir biçimde inceliyor. Makalenin editoryal girişi içinde bulunulan durumu gözler önüne seriyor:

Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi’nin de dahil olduğu çalışmalar, ekosistemlerin birçok ekosistem işlevi üretme kapasitelerinin düştüğü sonucuna vardı. Ekosistem işlevlerinin düşmesinin insanlar için daha düşük refah anlamına gelmesi bekleniyordu. Fakat okur yazarlık, yaşam beklentileri ve gelir gibi birçok ölçümde kullanılan metrik değerlendirme İnsan Gelişim Dizini (Human Development Index) 1970’lerin ortalarından bu yana hem zengin hem de fakir ülkelerde belirgin bir artışa işaret ediyor. Dizin, farklı uygunluk ölçekleriyle de güçlü bir biçimde uyumlu. Bazı kişisel güvenlik ölçekleri yükselen trende karşı düşse de refahtaki genel iyileşme reddedilemez gibi görünüyor. Bu paradoks ekosistemin bize sundukları hakkındaki endişelerimizi abarttığımız anlamına mı geliyor?

Yazarlar ardından çevrecinin paradoksunu açıklamaya yarımcı olabilecek dört hipotez sunuyorlar. Bu hipotezler özetle şöyle:

İnsan refahının tehlikeli boyutları yeterli şekilde ele alınmamıştır ve insan refahı seviyesi aslen düşüştedir. İnsan refahının yükselişte olduğunu gösteren ölçümler yanlış ya da eksiktir.
Gıda üretimi gibi işlevler; sağlanan ekosistem işlevlerinin en belirgin olanlarıdır; bu yüzden kişi başına düşen gıda miktarı arttığında diğer alanlarda düşüş olmasına rağmen insan refahı da artıyor gibi görülecektir.
Teknoloji ve sosyal gelişim; insan refahı artık ekosistem işlevlerine daha az bağlı hale getirmiş, insan refahını ekosistemlerin var olan durumundan ayrıştırmıştır.
Ekosistem işlevlerinin düşüşü ile insan refahının bundan etkilenmesi arasında zamansal bir boşluk bulunmaktadır. Bu yüzden günümüzde gerçekleşen düşüşlerin etkilerinin insan refahı üzerindeki etkisi henüz ölçülebilir boyuta gelmemiştir.

Yazarlar, insan refahının ortalamada yükselişte olduğunu gösteren çok fazla kanıt olduğunu söyleyerek ilk hipotezi eliyorlar. Tahmin edilebileceği gibi yazarlar ikinci hipotezi destekliyorlar. Üçüncüde, var olan kanıtların ‘ayrıştırma’ hipotezini destekleyecek kadar güçlü olmadığına karar veriyorlar.

Ama belki de –en azından benim için– en çekici hipotez dördüncü. Çevrecinin paradoksu tükenebilir kaynaklarımızı azaltmamızla insanlığın bu durumdan olumsuz etkilenmesi arasındaki zamansal boşlukla açıklanabilir mi? Eğer açıklanabilirse, bu boşluk ne kadar bir zaman dilimine karşı geliyor? Düşüşe geçmemiz –zamanı geldiğinde ya da gelirse– hızlı mı yavaş mı olacak? Bu soruların cevapları tüm dünyada Diamond’ların mı yoksa Ridley’lerin mi haklı olduğunu şüphesiz ortaya çıkartacak.

Bu zamansal boşluk aklıma geldiğinde Wallace ve Gromit’in maceralarını anlatan Oscar ödüllü çizgi film The Wrong Trousers’dan bir sahneyi düşünmeden edemiyorum. Wallace’ın kurnaz köpeği Gromit, takip etmekte olduğu elmas hırsızı pengueni yakalayabilmek için, içinde bulunduğu trenin önüne olabildiğinde hızlı bir şekilde ray döşer. Bunu bir metafor olarak kullanacak olursak, insanlar raydan çıkmadan yeterince hızlı bir şekilde, önlerine ray döşeyebilirler mi? Düşüşümüzü, sonumuzu durmadan erteleyebilir miyiz? Makalenin yazarları bunu yapabilme şansımızın globalleşme arttıkça azaldığını söylüyor gibiler:

Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaklaşan düşüş için giderek artan kanıtlar bulunuyor fakat belirli bir sisteme –ya da işleve–özgü düşüşlerin kendi arlarındaki etkileşimde bulunarak küresel insan refahına yapacakları etki konusunda bilgimiz daha sınırlı. Yerel ya da bölgesel düşüşler; zorunlu göç ve kaynak yarışı gibi ile ilgili kademeli problemler yaratarak küresel insan refahına etkide bulunabilir. Ya da pazar güçleri ve ticari kurallar kaynak marketlerinde hızlı destabilazyona sebep olarak 2008’deki gibi, şaşırtıcı bir şekilde dünyayı saran birden fazla gıda, petrol ve ekonomi krizine yol açabilir. 2008’de yaşanan küresel ekonomik kriz, küresel ekonominin kendi içinde ne kadar bağlantılı olduğunu ve küresel sistemlerin beklenmedik ve absürt şekilde çökme kapasitelerini de gözler önüne sermişti.

Yüksek derecede uyum sağlama kabiliyetine sahip toplumlar geçmişte başka bölgelerden ekosistemler aktararak, bazı bölgelerde ekosistem işlevlerinin stoklarını genişleterek, olumsuz etkileri başka bölgelere aktararak ve ekosistem işlevlerini daha verimli biçimde kullanarak çevresel bozulma ile baş edebildiler.

Yine de bulgular küresel arenadaki tükenmeye yüz tutmuş kaynaklar gibi gelecekteki bir adaptasyon sürecinin de daha farklı ve muhtemelen daha güç olacağını gösteriyor. Önceden göçe ve kaynakları aktarmaya uygun olan seçenekler günümüzde insanoğlunun biyosferi kullanma yoğunluğuna bağlı olarak giderek azalıyor.

Her akademik makale de olduğu gibi bu makalede de gerekli uyarı ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğine dair ibarelere yer verilmiş. BioScience yazı işleri müdürü Timothy M. Beardsley’in de editoryasında belirttiği gibi:

Yazarların vardığı sonuçlar, ellerindeki verilerin coğrafi olarak bir araya getirilmesi nedeniyle sınırlıdır. BioScience ileriki bir sayıda yazarların değerlendirmeleri hakkında açıklamalara yer verecektir. Buna rağmen makalenin; insanlığın refahı, tarım, teknoloji ve ekosistem işlevlerini etkileyen zamansal boşluklar konusundaki araştırmalar için güçlendirici bir yeri vardır.

Karar verildi: Bu kesinlikle daha incelikli ve detaylı araştırma ve tartışmaya ihtiyaç duyulacak bir konu.


Kaynak:
http://www.guardian.co.uk/environment/blog/2010/sep/02/environmentalist-paradox-wellbeing-resource-depletion



6 Ekim 2010 Çarşamba

10/10/10'da GDO'suz Pikniğe Çağrı

2010 dünyada sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı, sel, kuraklık gibi doğal afetlerin hayatımızı tehdit ettiği bir yıl. Hepimizin artık harekete geçme zamanı geldi. İklim krizine yeter demek ve sesimizi duyurmak için Amerikali cevreci ve akademisyen tarafından baslatilan, 350.org öncülüğünde 10/10/10'da 184 ulkede 6000'i aşkın etkinlik düzenleniyor. Kimi çatısına güneş paneli koyuyor, kimi yürüyüş düzenliyor, kimi ağaç dikiyor, kimisi de rüzgar enerjisi projesi başlatıyor. Slow Food/ Fikir Sahibi Damaklar da 10/10/10'da iklim degisikliginden en cok etkilenen alanlardan biri olan tarıma işaret ederek, GDO’suz bir piknik organize ediyor. Endüstriyel tarım yerine organik ve sürdürülebilir tarımı savunmak , dev şirketler yerine küçük çiftçiyi desteklemek , tek bitki tarımı yerine tarımsal biyoçeşitliliği desteklemek ve ne yiyeceğimize kendimiz karar vermek için GDO'suz bir buluşma/piknik yapmak üzere sözleştik. Pazar günü İstanbul’da Maçka Parkı’nda 10:00-12:00 saatleri arası düzenlenecek pikniğe herkes davetli.

NEDEN “350” VE NE ISTIYORUZ?


Bilim insanları ve iklim uzmanları, artık atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık olması gerektiğini söylüyor.Atmosferdeki mevcut karbondioksit miktarı ise milyonda 392 parçacık ve her yıl yaklaşık 2 ppm artıyor. Bu oran güvenli sınırın çok üzerinde!!! Hatta bilim insanları, 392 ppm’in gezegen tarihinin en yüksek değeri olduğunu söylüyorlar. Şu an uçurumun kenarında bulunuyoruz, atmosferdeki karbondioksit miktarı hızlı bir şekilde milyonda 350 parçacığa inmezse bu yıl içinde iklim değişikliğinden kaynaklanan felaketler, önümüzdeki yıllardadaha da artarak devam edecekler.(http://www.350.org/)

28 Eylül 2010 Salı

WWF Türkiye 3. Köprüye itiraz dilekçesini verdi


WWF-Türkiye 3. Köprü İtiraz Gerekçeleri


1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı (ÇDP)’ında 3. Köprü Projesi’nin yapımına imkan tanımak amacıyla yapılan plan notları değişikliği ve 3. Köprü Projesi’nin halihazır haritalara işlendiği bir ulaşım planı niteliği taşıyan 1/25.000 Ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu (İstanbul 3. çevre yolu ve bağlantı yolları dahil) planı, 1 Eylül 2010’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde askıya çıkarılarak bu konudaki gündemi yeniden hareketlendirmiş ve 1 Ekim Cuma günü sona erecek olan itiraz sürecini başlatmıştır.


İnsanların doğa ile uyum içinde yaşadığı bir gelecek kurmak için çalışan ve ülkemizin önde gelen doğa koruma kuruluşlarından biri olan WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince 17.06.2010 tarihinde onaylanarak 01.09.2010 tarihinde askıya çıkarılan 1/25.000 Ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu (İstanbul 3. çevre yolu ve bağlantı yolları dahil) planına aşağıdaki nedenlerle itiraz etmektedir.


WWF-Türkiye, itiraz dilekçisini ilgili kuruma yönlendirmiştir. Siz de itiraz dilekçelerinizi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Şehir Planlama Müdürlüğüne hitaben gönderebilirsiniz.

İstanbul’un elde kalan son doğal alanlarının tam ortasından geçen 3. Köprü ve bağlantı yolları, iki kıtayı birbirine bağlayan noktada yer alan uluslararası öneme sahip orman ekosistemlerinin, nadir fundalıklar ve diğer habitatların bütünlüğünü parçalayacak ve milyonlarca yaşlı ağaç başta olmak üzere diğer bitki ve canlı türünün ve genetik kaynaklarımızın kaybına yol açacaktır. Doğal yaşam ortamlarının, yapılacak yol ağıyla daha küçük parçalara bölünmesi, insanı doğadan ve sağlıklı yaşamdan daha da uzaklaştıracak, doğal afetleri arttıracaktır. Oysa ülkemiz, başta Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası sözleşme ile tüm insanlık ve gelecek kuşaklar adına biyolojik çeşitliliğimizi korumayı taahhüt etmiştir.
Köprü ve bağlantı yolları için yapılacak kamulaştırma işlemi sonucunda hattın geçeceği bölgede 680 ha doğal sit alanı, 931 ha tarım alanı ve 2,5 milyondan fazla ağaç barındıran 1453 ha’lık orman alanı tamamen yok olacaktır. Elde kalan tarım alanları da yapılaşma ile hızla yitirilecek; gıda güvenliğimiz olumsuz etkilenecektir. İstanbul ormanlarının adım adım yok olması, yüzlerce yıldır tutulmuş olan karbonun serbest kalmasına ve karbon emisyonlarının artmasına yol açarak iklim değişikliğinin tetiklenmesine neden olacaktır. “Sıfır Ormansızlaşma”nın hedeflendiği bir dünyada sürdürülebilir ulaşım alternatifleri yerine, köprü ve bağlantı yollarının, elde kalan ormanlarımızın yok olmasını hızlandıracak şekilde konumlandırılması ulusal iklim stratejisiyle de çelişmektedir.
İçme suyu havzalarından geçecek olan Otoyol, küresel iklim değişikliği ve kuraklıktan giderek daha fazla etkilenecek olan İstanbulluların temiz su temini imkanlarını tehdit etmektedir. İçme suyu havzalarının otoyollar ve kentleşmenin kirletici etkisiyle kullanılamaz hale gelmesi, temiz suyu içme teminini daha da zorlaştıracak, yakın ve uzak akarsuların İstanbul’a taşınması projelerinin çevresel maliyetleri ise daha büyük olacaktır.
2. köprü örneğinde yaşandığı gibi yasa dışı yapılaşma tehditi ile karşılaşıcak; orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle bu alanların orman sınırları dışına çıkarılması yönünde baskılar artacaktır. 2B alanları, özel ormanlar ve tarım alanları bu süreçten ilk etkilenecek olan yerlerin başında gelmektedir. Örneğin, Anadolu Yakası’nda TEM Otoyolu’nun geçtiği bölgede, orman niteliğini yitirdiği gerekçesiyle 11.856 hektar alan orman sınırları dışına çıkarılmıştır. 3. köprü ve bağlantı yolları güzergahı da kentsel gelişmeyi aynı şekilde olumsuz etkileyecek; mutlak surette korunması gereken alanların plansız yapılaşma işgaline uğraması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, emlak sektöründe bu beklentinin yarattığı hareketlenme şimdiden yaşanmaktadır.

Planların kademeli birlikteliği ilkesi doğrultusunda üst ölçekli plan kararlarına uygun olarak hazırlanması gereken bu plan ölçeği itibariyle hala yürürlükte olan 1980 tarihli 1/50.000 ölçekli İstanbul Nazım İmar Planına aykırıdır.

24 Eylül 2010 Cuma

Demokrasi Eğitimi Projesi için katılımcılar aranıyor

Türkiye Genç Yeşilleri'nin yürüttüğü ana konusu göç, işsizlik ve AB gençlik politikaları olan “Tell your story about migration and unemployment” projesinin 7-8 Ekim 2010 tarihlerinde Bursa'da gerçekleşecek ön faaliyeti “demokrasi eğitimi” için katılımcılarını arıyor!!!

Projenin İçeriği

Gençlik projesi Türkiye, Belçika ve Almanya'dan 7 gençlik organizasyonun ortaklığında Bursa'da ve Brüksel'de gerçekleştirilecektir. İlk faaliyet 7-8 Ekim tarihleri arasında Bursa'da, ikinci faaliyet 9-12 Kasım tarihlerinde Brüksel'de gerçekleştirilecektir.
7-8 Ekim tarihlerinde Bursa'da demokrasi ve gençlerin karar alma mekanizmalarına aktif katılımının sağlanması konulu bir eğitim programı gerçekleştirilecektir. Eğitimde mevcut durumla ilgili interaktif çalışmalar ve workshoplar yapılacaktır.
Eğitim süresince katılımcı grupların birbiri ile etkileşim içinde bulunarak deneyim paylaşımında bulunması, sorunların tespit edilmesi ve çözümlerin tanımlanması sağlanırken, diğer yandan katılımcılar, gençlik politikaları ve demokratik süreçte gençlerin rolü, AB politikaları, kurumları ve uygulanan metotlar hakkında bilgi edinme fırsatına sahip olacaklardır. Genç katılımcılar bu proje ile, göçün yarattığı kent sorunları, çok kültürlülük, ekonomik ve sosyal problemleri konuşabilecekler ve gençler üzerinde ki etkisi hakkında somut çıktılar ve çözüm önerileri geliştirebileceklerdir.
Bu kapsamda projenin ön faaliyeti olan demokrasi eğitimi Bursa'da düzenlenecektir. Gençlerin karar alma mekanizmlarına katılımının ana tema olacağı eğitim 2 gün sürecektir. Bursa'daki eğitimin sonunda elde edilecek çıktılar ise projenin ana faaliyeti olan Brüksel'deki toplantının programını oluşturmak için kullanılacaktır.
Eğitim Programı
Eğitim programı 2 gün sürecek, 4 workshop üzerinden yürüyecektir:
Workshop 1: Demokrasi nedir?- Kendi demokrasini yarat
Workshop 2: Adım adım gençlik meclisi
Workshop 3: Mevcut sistemde karar vericiler ve demokrasi unsurları
Workshop 4: Rol play game
2 gün boyunca bu workshopların yanısıra belediye ziyareti, şehir turu, gençlik meclisi sunumu, gençlik programı tanıtımı, gelecekteki ortak çalışmalar da eğitim programına dahildir. Ve tabi eğitimin ilk günü yapılacak tanışma partisini unutmamak gerekir!
Çalışma Metotları:
Gençler, yerel ve AB düzeyinde karar alma mekanizmaları ve geliştirilecek işbirlikleri ve politikalar konusunda, workshoplar, ortak organizasyonlarla deneyim paylaşma ve simulasyonlar ile konu üzerine politika geliştirme imkanına sahip olacaklardır.
Atölye çalışmalarında “demokrasi nedir?” gibi temel sorulara cevap bulunmaya çalışılacaktır. Role play oturumlarında, katılımcıların edindikleri bilgileri pekiştirebilmesi için dramatize yapılacaktır.
Başvurmak için:
Eğer proje ilginizi çektiyse, konuyla ilgili paylaşmak istediğim tecrübelerim var diyorsanız, lütfen ekteki başvuru formunu doldurunuz ve 30 Eylül 2010 tarihine kadar genclikvedemokrasi@gmail.com adresine gönderiniz. Eğitim ücretsidir!

Not: katılımcı sayısı sınırlı olacaktır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...